20 Aralık 2010 Pazartesi

şair olmak...

şairin biri kirasını geciktirmiş. ev sahibi bir kaç sefger gidip gelmiş. son gelişinde şair mutfakta ekmek kesiyormuş, kapıyıda elinde bıçakla açmış. ev sahibi polise şikayet etmiş bide demişki;
"birde şair olacak psikopat çıktı"

bazı şeyleri bazı insanlara yakıştıramayız. şair naif olmalı ama hayata tepkisiz değildir. şiirlerinde yazdığı gibidir o gözümüzde. oir katilin şiirlerinde sevgiden bahsetmesi inandırıcı değildir. şair katilde olabilir ama bu sefer öldürdüğü duygularını yazar fark edemezsiniz siz:)))

yani şiir yazan herkes şair değildir... şair şiirlerinde yazdığı dünyada şiir gibi yaşıyorsa şair olur...

yoksa posta gazetesini açın yurdumun şairleri bölümünü okuyun herkes şair ama arabesk tekerlemeler yazıyorlar sadece... evet onlarda öyle şair..

onların ki can da bizimki patlıcan mı?

insanların aynı iki olaya farklı tepkiler vermesi ne gariptir.
yılmaz güneyin katilliğini sevimli hale getirmeye çalışan insanlar hrant dinki öldüren çocuğa 4 senedir düzenli lanet okumaktalar tv ekranlarında... bence iki katil arasında fark yok, var hatta o 17 yaşında kandırılmış biriydi...
peki yumurtalık hakiminin canı dahamı az değerliydi dink in canından?
asılan başbakan ve iki bakanın canı asılan üç fidandan dahamı az değerliydi?
bahçelievler katliamında öldürülen 7 TİPli öğrenci,ümraniyede öldürülen 5 ülkücü öğrenciden nasıl değerli olabiliyor?
üniversitede geçenlerde öldürülen ülkücü öğrencinin haberi kısa verilip geçiliyor ama coplanan sol öğrenci için haftalardır haber yapılıp yaygara koparılıyor neden?
beşikte ki bebekler dahil 35 bin kişinin katilinin canı neden bu kadar değerli oluyor?
ermenilerin sotunu kırdık kürtleri kestik diyen orhan pamuk ve elif şafak nasıl bu kadar ulu ulaşılmaz değerli oluyor?
"kürtlere karşıda biraz hassas olun" diyen konuşmacıya "ben oluyorum ama sizde biraz türklere hassas olun" diyen bedri baykama tepkiler niye?
neden türk ırkçılığı suçtur diğer bütün ırklar adına ırkçılık yapmak demokratik hak iken...?
ermenileri kürtleri biz kesmişiz diyelim bir an için; ermeniler daha 90'lı yıllarda hocalıda azerileri dünya tarihinin en büyük katliamlarından birini yapmadımı onu neden görmezlikten geliyoruz?
sırpların balkanlarda bosnada kosovada yaptığı katliamları ne çabuk unuttunuz?
stalin ve lenin in öldürttüğü insan sayısı hitlerinkinden daha fazla olmasına rağmen onların öldürttüğü insanların çoğu türk soyu ve müslümanlar olduğu için mi gözünüzde hitlerden masum görünmekteler?
osmanlı rus savaşında önden gönderilen ermeni birliklerinin yaptığı katliamlara dayanamayan rus generalin onları geri çekip rus birliklerini gönderdiğinide mi okumadınız hiç tarih kitaplarında?
amerikanın kızıl derililere, fransızların cezayire ve bir çok afrika ve asya ülkesinde yaptıkları...? ırakta yapılanlar?
israilin filistinde yaptıkları? tek değerli can sizin gibi düşünenlerin canımı sadece?

18 Aralık 2010 Cumartesi

ölüm geldimi teslim oluyoruz galiba...

dün haberlerde bir kaza gördüm 16 yaşında bir kız gece karanlıkta yolu ortalamış yürüyor karşıdan gelen araçta hızlı ve koyu giyinmiş kızı görmemesi normal ama kızın o farları ve arabanın sesini dumaması imkansız hiç kıpırdamıyor bile araba çarpıyor ve kız ölüyor. sanki ölüme gidiyor gibiydi.

ve bugün antalyada dev dalgaların içine yüzmek için giren üç gençten celil isminde olan 10 yaşındaki çocuk hangi cesaretle giriyordu... fırtına sonrasıydı hava soğuktu ve dalgalar hala çok büyüktü...ve o da öldü...

2 dil değil 8 dil...

şimdilerde 2 dil tarışmasıdır sürüp gidiyor gündemde. kürtçe konuşuluyor mecliste. mahkemelerde kürtçe ifade vermek istiyorlar...

bdp milletvekili sevahir bayındır başbakan yardımcısı bülent arıncın "biz kürtçe bilmiyoruz ya küfürederse nerden bileceğiz" sözüne cevap verirken "bi zahmet kürtçe öğrenin" dedi

beşiktaşlı ispanyol futbolcu guti kaza yaptı ve polislerin ispanyolca bilmemesinden şikayet etti...

otelde çalışırken bir rus geldi;
-rusca biliyonmu' diye sordu
-hayır dedim
-ohoooooo ho dedi
-ingilizce biliyonmu dedim
-hayır dedi
-türkçe
-hayır
-almanaca
-hayır
-fransızca
-hayır
ispanyolca, yunanca, arapça, hintce, italyanca, portekizce
-hayır
- ohooooo ho hooooooo dedim:)))

israiilli geliyor ibranice konuşmamızı istiyor
fransız geliyor ingilizce bildiği halde fransızca konuşmamaızı istiyor
hollandalı bile hollndaca yani felemengce konuşan birilerini arıyor

bizim 2 değil 8 dil bilmemiz lazım...:)))

kadınlar araba kullanamaz...

maçoluk değil bu. bilimsel birşey. araba kullanmak işlemsel beyinle alakalı, ve kadınların işlemsel beyinleri zayıftır. bu demek değil ki kadınlar erkeklerden daha geri ve zayıf akla ve zekaya sahiptirler.hayır öyle bişey yok. kadınlarında beyinlerinin bazı bölümleri erkeklerinkinden daha güçlüdür. bu tamamen hormonlarla alakalı bir şey...

kadınlar kabul etmezler ama kötü araba kullanırlar. şimdi bu yazıyı okuyan kadınları duyar gibiyim "haaaayır biz kurallara uygun kullanıyoruz diye öyle sanıyorsunuz" doğru erkekler kurallara uymazlar ama uymadıkları halde daha az kazaya sebep olurlar.çünkü iyi kullanırlar seri hamleler yapabilirler.

go-kart pistine gidin bi bakın erkekler hız yapmak için tasarlanmış araçlar ve özel pistte son sürat manevralar yaparken kadınlar yol kenarından aheste aheste giderler ve yanlarından hızla geçen araçların kendilerine çarpacağını sanıp çığlıklar atarlar...:)

eğer kadınlarda kurallara uymadan araba kullansa ortalık kan gölüne döner gerçekten...

kimine göre ikisisi bir arada...

Kimine göre ilk üç harfinden ibarettir
"Yaşam"
Kimine göre son iki harfinden.

14 Aralık 2010 Salı

özür'lüyüz mü ne?

israil mavi marmara için özür dilemeyeceğini açıkladı...

ama obama wikileaks belgelerinde yazanlar için özür diledi...

tayyip erdoğan wikileaks belgeleri uydurmaca dedi...

madem uydurmaca obama neden özür diliyor beaaaa:))

men dakka dukka...

suheyl batum eskiden mantıklı bi adamdı chp genelbaşkan yardımcısı oldu oda bozdu kendini...

ankara üniversitesi siyasal bilimler fakültesi yani mülkiyede önce suheyl batum konuşma yapacak ardından anayasa yürütme kurulu başkanı burhan kuzu konuşacak...10 kadar akpli öğrenci suheyl batumu konuşturmuyorlar sözle taciz ediyorlar ve batum konuşamadan giderken yorumu;

" bu 10 arkadaş faşizan davranmışlardır"

ondan sonra salona giren burhan kuzuyu 200 kadar sol öğrenci protesto ediyor hatta yumurta yağmuruna tutuyorlar konuşturmadıkları gibi bir kaç yumurta kuzunun kafasına isabet ediyor... suheyl batumun buna yorumu;

" bu öğrenciler demokratik haklarını kullandılar"

aynı akşam tvde bir tartışma programında 68 kuşağından olduğunu söyleyen bir zat konuşuyor her sözü kesilipte cevap veremeyeceği bişey sorulduğunda faşizan davranıp sözümü kesmeyin diyor... cevap verebileceklerine aynen cevap veriyor... sonra takip ettim başkaları konuşurkende işine gelmeyen her sözde karşısındakinin sözünü kesiyor ve onun sesi duyulamayıncaya kadar susmuyor...

solcular ne zaman anlayacaklar asıl faşistin kendileri olduklarını... ideolojik faşizm yapıyorlar kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman ilan edip akılsız ilan edip gerici ilan edip dinlemiyorlar... kürt ırkçılığı yapıyorlar, ermeni ırkçılığı yapıyorlarve dünyada tek suç olan ırkçılık türk ırkçılığı imiş gibi davranıyorlar...

solcular kendilerinden olmayanların ölmesine tepkisiz olacak, kendileri gibi düşünmeyenlerin sözlerini dinlemeyecek kadar faşistler...

altyazı...

Babamın öldüğü gün birine aşık olmuştum.. Bazen öyle olur herşey üst üste gelir polis olmasaydım katil olurdum, çünkü sahici bir sarsıntı sahte bir dengeden iyidir.. Binlerce ceset binlerce katil ve bir evlilik gördüm seni intihar ettiğin gün tanıdım kızı...m, seninle o gün barıştım şimdi sadece geceleri yapayanlız ve yalınayak anlayabildiğim şeyler var.. Şimdi benimde yalanlara inanmaya ihtiyacim var tüm çaresiz insanlar gibi, dağılan bir okul gibi.. Acılarımızda birbirine benziyor artık kızım.. birbirine benzeyen parmaklar gibi ama herbirinin eşsiz bir izi var bazen gözlerim duruyo karanlıkta ama fısır fısır konuşmaya başlıyosun yine kulağımın dibinde hiç susmuyosun ağlamama müsade etmiyorsun herşey affedildi babacık diyorsun.. hiç ayrılmıycaz diyosun keşke hep yanında olsaydım diyorum böyle konuştuğunu duyunca Bu kış çok kar yağar belki beraber kayboluruz diyosun sen bana ama kar taneleri birbirine benzemezki kızım cesetlerde benzemez ama bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır herzaman koşan atlar düşen atları hatırlatır yağmur yağar durur tekrar başlar yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekden iyidir beşikden mezara kadar karanlıkta herkesle çarpışabilir insan yalanmı söylüyorum sana affet beni kızım affet Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadıki kızım..

behzt ç. den

6 Aralık 2010 Pazartesi

döküntüler

her ileriye gidişte
birsürü döküntü bırakırız ardımızda.
ve hatta döküntüler ayağımıza dolanır,
engeleyemesede yavaşlatır bizi...

türbanın kendisi değil, türbanı sorun tehdit, esaret, bayağılık, ve bağnazlık görüp ilerlememiziengelleyen zihniyette döküntüdür...uğraşmamız gereken çok önemli gerçeklerin üzerini türbanla örtüyorlar...işsizlikle başını döndürüp gençliğin hiç bir şeye tepki vermeyen, her koyun kendi bacağından asılır anlayışına sahip, yıkanmış beyinlere sahip olmalarını sağlıyorlar..

nasıl yaptılar bilmiyorsunuz. dünya okuma haritasına bakıyorum en açık olan yerler en çok kitap okunan yerler, rusya açık mavi, avrupa amerika avustralya mavi, afrika bile lacivert, orta doğu ve türkiye kapkara...bir zamanlar medeniyetin beşiğiydi orta doğu, ışık doğudan yükselirdi. şimdi karanlığa döndü...en büyük kütüphaneler ordaydı abd ırakı işgal ettiğinde petrolden önce bağdat kütüphanesini boşalttı sonra yaktı,sonra petrolü içmeye koyuldu...

islam dünyası karanlığa gömüldü
oysa ilk ayet "ikra" oku diyordu...

gazetede haber okudum geçen gün " 17 kardelen daha okullu oldu" diyor fotoğrafta ise başı kapalı 17 kız var belliki babaları başları kapalı olarak eğitim almaları karşılığı izin vermişler ama benim güzel memlektimim aydınları bir yandan bu kızları okullu yapan kampanyalar yapıyor bir yandanda üniversite çağına geldiklerinde onları okula almıyor:(((

bir nevi ölümsüzlük...

hiç bir şeyden pişman olmamak güzel olurdu ama bu her yaptığım doğru olurdu manasına gelmezdi yinede...yaşadım bitti gitti, yapacak bir şey yok gamsızlığıdır belki...

eskiyazılarımı okurken pişmanlığa yakın şeyler hissederim bazen.yani şimdi olsa farklı şeyler yazardım aynı konuda,yada daha kapsamlı anlatırdım. öyle yaaa 10 yıl sonra aynı şeyleri yazacak olsam hiç değişmemeişim anlamına gelirdi, yada hiç gelişmemişim. 10 sene sonra bişeylerin farklı olmaması garip olurdu zaten... bundan 10 sene sonrada farklı şeyler yazacağım, yoksa 10 sene boşa geçmiş demektir...

ORHAN VELİ'nin dediği gibi" 1941 de yazdıklarım 1616 senesinde 52 yaşında ölen shakespeare'in 377 yaşında söyleyeceği sözlerdi...

ve benim şimdi yazdıklarım, şiirlerim; 1950 de ölen orhan velinin yaşasaydı 2010da yazacağı şeylerdi. kuvvetle muhtemel benden daha güzel şiirler yazacaktı bu güne dair, benden daha güzel anlatacaktı ama anlatmak istediklerimiz aynı olacaktı...

buna inanmak bana guru veriyor...

5 Aralık 2010 Pazar

fiziktir git kazım yaaa!

2 fizikçi bir şair...

kuantum fiziği hala herşeyi açıklamış değildir.ama içimden bir ses bana bunun herşeyin çözümü olmadığını söylüyor zaten...hala O'nun sırrını çözebilmiş değiliz, ben yinede O'nun zar atıp kumar oynadığını hiç sanmıyorum...
albert einstein/fizikçi 20.yy

belliki tanrı yalnızca zar atmakla kalmıyor,ayrıca gözleri kapalı oynuyor ve ara sırada zarları görülmeyecek yerlere atıyor...
stephen hawking/ fizikçi 21.yy

O'nun varlığında geçmişte olmuş ve gelecekte olacak herşey şimdinin içinde. belki biz bu dünyada yaşamıyoruz başka bir boyutta yaşadığımızı sandığımız şeyleri izliyoruz...
alparslan ışık/ şair 21.yy

1 Aralık 2010 Çarşamba

kill me...

gecenin bir yarısı hız göstergesindeki ibre 100'ü geçince kemerimi bağladım biraz yavaşla diye uyardım titrek bi sesle 120yi geçti ibre :))) ben küfretmeye başladım küfrettikçe gaza bastı ibre 190'ı görünce, VAYYY İBRE VAY dedim:)) kemeri çözdüm rahatladım artık küfürde etmiyordum

"abi sen 120 ile giderken tırsdın küfrediyodun kemeri bağladın, şimdi 190 basıyorum rahatsın ve kemeri çözdün ne iş?"

çünkü 190 la kemersiz kaza yaparsak ölüm %99 dur, %1 de öldürmeyen allah öldürmüyor kontenjanıdır o da bana vurmaz, ama 120 ile giderken kemerli yada kemersiz büyük acılar ve hatta sakat kalma ihtimali ölümden daha yüksek bir ihtimal...

"yani"

yanisi şu ölümden korkmuyorum zerre kadar, benim bu hayatta köpekler gibi korktuğum tek şey sakat kalıp başkalarına muhtaç yaşamaktır... o yüzden bi kaza yapacaksan adam gibi yap öldür beni...yoksa öpreim seni:)))

"tamam abi bak seksene indim :)))

hayAT koşusu

eğer yapamam dersen yapamazsın unutma, kaderin kesinleşene kadar mücadele etmelisin... sen elinden geleni yaptıktan sonra hala olmuyorsa o kaderdir artık yada taaaa en başından hata yapmışsındır...

bu nedemek diyeceksin açıklayayım: ben bilgisayarda satranç oynuyorum bilgisayara yenilince hamleleri geri alıyorum yeniden deniyorum yine yeniliyorum, tekrar geri alıyorum yine yeniliyorum yapılabilecek her şeyi yapıyorum geri alarak, ama olmuyor demek ki oyunun taaa başında öyle bir yanlış yapmışım ki artık ne yapsam boş oluyor, o en büyük hatayı yaptığım yere dönüyorum onu düzeltince kolayca oyunu kazanıyorum...

burda en büyük sorun şu ki hayat içinde geriye dönüp o en başta yaptığımız hatayı düzeltme şansımız olmuyor ve biz buna kaderimiz buymuş diyoruz...

25 Kasım 2010 Perşembe

olmuyor böyle tayyip

dün israili korumak için füze kalkanı kurdurmayı kabul et,
bugün lübnana git israile katilsiniz de, işgali durdurum de,
kim inanır sana...?

kadir inanır diyecem ama
kadir topbaş inanır ancak...:(((

öte yandan kılıçdaroğlu fransada katilin ve pkklının mezarlarını ziyarte edeceğine gelde adam gibi muhalefet yap...

kral olsan ne yazar
yüreğin çirkin olduktan sonra...

valencia 6-1 bursa:(((

bursa ne yapıyo böyle hacıııı,
neredeyse fenerin rekorunu kıracak...
fenerde sıfır çekmişti ama bursa kadar gol yememişti :))))

ama olsun yaa en azından bursa şampiyonlar ligi için tasarladığı formaları giydi fenerin şampiyonlar ligi çeyrek finalde giymek için tasarladığı yeşil formaları gibi elde kalıp zayi olmadı :))))

19 Kasım 2010 Cuma

kıyamet günleri

Kıyamet Günleri

"Bugün, günlerden mart, aylardan perşembe ve saat 35:18."

Birisinin ölüm fermanını imzalıyor Tanrı,
...Ustalıkla!
Gözlerinde hissizlik diz boyu -ki uzundur bacakları-.
Ne zaman canını alacak olsa herhangi birisinin,
Hep böyle olur.
Bilirim,
Tanrı'nın en kıymetlisi hep ilk gidendir.
Neden diye sorma işte.
Gidiyorsam,
Tanrı'nın elleri üzerimdedir.

"Bugün, günlerden ocak, aylardan cuma ve saat 29:19."

Havada kaskatı bir soğukluk.
Kimisinin nefesini kesiyor rüzgâr,
Kanıyor gök.
Keşkelerini büyütüyor bir anne -ki maşallahları var-.
Ne zaman teselli bulmak istese şans oyunlarına inananlar,
Hep böyle olur.
Biliyorum,
Sen de onlardandın.
Nasıl diye sorma işte,
Sen her şeyi şansa bıraktın,
Biz'i kaybettik.

"Bugün, günlerden kasım, aylardan salı ve saat 41:11."

Bir matem ki sorma...
Herkesin dediğini din'liyor ayetler,
Gökten üç elma düşüyor sonra.
Biri Adem'e, biri Havva'ya, diğeri tohumlarına -ki köküne kibrit suyu hepsinin-.
Ne zaman yasakları delmeye çalışsa bir erkek mahremiyetiyle,
Hep böyle olur.
Bilmelisin,
Kızgın bize tüm evren.
Niçin diye sorma işte,
Zeus bizi kutsarken,
Afrodit can çekişiyor.

"Bugün, günlerden mart, aylardan perşembe ve saat 35:18."

Yine başladığımız yerdeyiz.
Bugünler, kıyamet günleri aslında.
Hem, konuştum ben İsrafil'le,
Söz verdi,
Sen bana dönmeden, üflemeyecek Sûr'a.


19onbir10 | 11:45
MerveCeylan.

14 Kasım 2010 Pazar

komik mi?

güldürmek o kadar zor zanaat değil aslında, insanlar yeterki gülmeye hazır gelsin sana... bir arkadaş topluluğu ile bir yerde oturuyoruz. içlerindenyeni tanıdıklarım var aklımdada başka meseleler, kız soruyor:
-alp senin çok komik olduğunu söylediler ama sen hiç konuşmuyorsun
-aaa alpin çok güzel hikayeleri vardır biz çok güleriz
-anlatsana alp bi tane
-yaaa böyle anlat deyince olmuyor ki
-hadi naz yapma ama
-(fesuphanallah)iyi hadi anlatayım bir gün göstancı bostarı merkezinde konserdeyiz...

herkes masanın altına düştü ben böyle kopma görmedim... tüm gece bu dil sürçmemi tekrarlayıp güldüler ben ağzımı bile açmadan tüm geceyi kotardım:)))

güldürmek zor değil yeterki gülmeye hazır olsun insan...

10 Kasım 2010 Çarşamba

atam


çok samimi olarak
atam
sen kalkda ben yatam...:(

10.11.10 onların arasında hüzünlü bir gün

9 Kasım 2010 Salı

HER BAHAR BİRAZ DAHA AŞIK

Nerededir ölmüş aşkların mezarı?

Süreyya Berfe, Şiir Çalışmaları'nda böyle soruyor. Önemli bir soru bu. Çünkü, sık sık aşık olanların da sıkı aşık olanların da gereksinimleri vardır böylesi mezarlara.

Genelde aşıklardan biri, bir anda belirler aşkın mezarlığını. Kimi zaman bir çöplüktür, çantanın atıldığı; kimi zaman bir eskicidir, hatıraların satıldığı. Kağıtlara gömer kimi aşkını anlatarak; yastıklara gömer kimi de göz yaşlarıyla ıslatarak. Öfkelenir aşıklardan biri, aşkını sokağa gömer, ayrıldıkları yere; kimi ise telefon kablolarındaki sessizliğe. Semte, şehre ya da ülkeye gömenler başka yere göç ederken; dünyaya gömüp, başka yaşamlara göç etmeyi tercih eder kimisi de... Son oturulan masa, son öpücük, son tokalaşma ya da son bakışlar...

Tüm bu tatsızlıkları bir kenara bırakalım, aşka bakalım. Ne güzel şeydir aşk ki tüm faturalarına katlanmaya değer. Aşk uğruna 'Bir Şehri Bırakmak' bile gerekebilir. Çok sevdiğiniz, doğduğunuz, büyüdüğünüz, hatıralarınızın, sevdiklerinizin, ölmüşlerinizin bulunduğu, işinizin, gücünüzün, ekmek paranızın şehri. Bu şehir Orhan Veli için İstanbul'dur ve Bir Şehri Bırakmak şiirini şöyle bitirir:

Fakat bütün bunlara mukabil

Yine budur başka bir şehirdeki

Bir kadın yüzünden

Bıraktığım şehir.

Orhan Veli için bu kadar önemli olan kadın kimdir? Bu soru genelde yanıtlanamıyor. Sırf bu şiirde değil, Ben Orhan Veli'de de bir aşkını gizliyor:

Yayan dolaşırım,

Mütenekkiren seyahat ederim.

Oktay Rifat'la Melih Cevdet'tir

En yakın arkadaşlarım.

Bir de sevgilim vardır, pek muteber;

İsmini söyleyemem,

Edebiyat tarihçisi bulsun.

Aralık 1937'de Ankara'da bulunan Orhan Veli, dostlarına pek çok mektup yazar. Bunlardan üçünü Oktay'a Mektuplar adıyla, 15 Ocak 1938 tarihli Varlık Dergisi'nde yayımlar. '12.12.37, Ankara Saat 14.30' notuyla ikinci şiir, 'en yakın iki arkadaşı' burada da bir araya getirir.

Şu anda dışarda yağmur yağıyor

Ve bulutlar geçiyor aynadan

Ve bugünlerde Melih'le ben

Aynı kızı seviyoruz.

Arkadaşı Muvaffak Sami Onat'a gönderdiği bir mektupta hayatını anlatan Orhan Veli, aşklarından da söz açar: "1914'te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşımda gurbete çıktım. Yedisinde mektebe başladım. 9 yaşımda okumaya, 10 yaşımda yazmaya merak saldım. 13'te Oktay Rifat'ı, 16'da Melih Cevdet'i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18'de rakıya başladım. 19'dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25'te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum, hiç evlenmedim. Şimdi askerim."

Kardeşi Adnan Veli ise O'nun aşkları konusunda şunları yazar:

"Orhan'ın ilk aşkı, (eğer buna aşk demek caizse) on iki yaşında başlar. Beykoz'daki komşularının on yaşındaki kızı Fetanet'i sevmişti. Bu uzun sürmedi. Orhan bir müddet sonra yine Beykoz'da, 'Pembeliler' adını verdiği üç kız kardeşin en küçüğü olan 'Fetanet'e tutuldu. Lisede iken Ankara'da 'Cazibe' adında bir başka kızı sevdi. O'nun 1935 yılından sonraki maceraları ve aşkları hakkında burada isim saymaya hakkım yok. Çünkü sevdiği insanların çoğu bugün yuva kurmuştur."

Oktay Akbal da O'nun aşklarını es geçmez, anılarında:

"Gene unutulmaz anılardan biri, bir Boğaz gezintisi... Sait Faik, Orhan Veli, bir de ben... Necati Cumalı da gelecekti, ama vapuru kaçırmıştı. Ufacık bir vapurdaydık. Kenardaki sıralara oturmuştuk. Önü sıra geçtiğimiz Anadolu kıyılarını, iskelelerini, insanlarını seyrediyorduk. Yıl 1947. Orhan da, Sait de keyifliydiler o gün Bahar henüz gelmemişti, kışın içinde yazdan bir gündü. Beykoz'a varıp, karnımızı doyurduktan sonra köyü gezip dolaşmıştık. Her yeri, hemen hemen her kişiyi tanıyordu Orhan. Bütün satıcılarla, balıkçılarla, kayıkçılarla ahbaptı. Bunlardan biri bizi sandalı ile Yeniköy'e atmıştı. İstinye iskelesindeki gazinoda rakı içişimiz, dedikodular, takılmalar, bilmem neler... Vapurda dönerken Orhan Veli, o sıralarda ilgilendiği bir kadından bahsetmişti gülerek. Hatırımda bunlar kalmış. Kadın, Orhan Veli ile tanışınca derhal ona aşırı bir ilgi göstermiş... Nedense kadınlarla olan serüvenlerini anlatmayı severdi. Bir gece yarısı da Orhan Veli ile Unkapanı Köprüsü'nden Fatih'e kadar yürümüştük. Çakırkeyifti, ben de öyle. Bir resim sergisinde ahbap olduğu bir kadınla geçirmekte olduğu serüveni anlattı durdu. Sevinçli ve alaylı."

Güzel kadınları severim,

İşçi kadınları da severim;

Güzel işçi kadınları

Daha çok severim.

Quantitatif şiirinde hiç isim vermeyen Orhan Veli, Dedikodu şiirinde, birlikte olduğu iddia edilen (!) kadınları, isimlerini sayarak yalanlar:

Kim söylemiş beni

Süheyla'ya vurulmuşum diye?

Kim görmüş, ama kim,

Eleni'yi öptüğümü,

Yüksekkaldırımda, güpegündüz?

Melahati almışım da sonra

Alemdara gitmişim, öyle mi.

Onu sonra anlatırım, fakat

Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?

Güya bir de Galata'ya dadanmışız;

Kafaları çekip çekip

Orada alıyormuşuz soluğu;

Geç bunları anam babam, geç;

Geç bunları bir kalem;

Bilirim ben yaptığımı.



Ya o Mualla'yı sandala atıp

Ruhumda hicranın'ı söyletme hikayesi?

Mualla ismine Mehmed Kemal'in anılarında da rastlarız:

"İstanbul'a gittiğimde Orhan'ı aradım. Ressam Arad (Agop Arad) vefalı dostu idi, ona sordum. 'Karaköy'de bir meyhane var, adı: Çat Çat. Orda bulunur' Tarif üzerine Çat Çat'ı buldum Asıl adı Çat Çat değil, Orhan koymuş bu adı. Yıkıldı. Karaköy Balık Pazarı'nda, Unkapanı'na yakın bir yerde, küçük bir balıkçı meyhanesi. Mualla Abla diye bir kadın işletiyor. Orhan, kadına 'Mualla Abla' dediği için olacak, herkes 'Mualla Abla' diyor. Kadının davranışlarından Orhan'a önem verdiği belli. Hatta biraz da aşık. Belki bu ablalık ağabeylik, gizli aşkı müşterilere çaktırmamak için icat edilmiş. Vakit öğleye yakındı. Baktım bir köşede şarap içiyor. Kadın mangalın üstünde tava, balık kızartıyor. Sıcak sıcak Orhan'ın önüne koyuyor. Orhan da, Mualla Abla da yoksul yaşantılarından memnunlar. Beni görünce, oturduğu yerden davrandı: 'Vay Reis!.. Hoş gelmişsin...' dedi. Boynuma sarıldı. Ben de O'nun. Hemen kaynaştık. Benim taşralı kılığım Mualla Abla'ya hiç aykırı gelmemiş olacak ki, bir balık Orhan'a bir balık bana atıyordu. Biz de şaraptan yudumlayarak bunları afiyetle yiyorduk. İstanbul sosyetesi, sosyalizme de küçük meyhanelere de henüz meraklı değildi."

Bir de kambur sevgilisi dolaşır dillerden dillere. Ressam Avni Arbaş, yaptığımız bir sohbet sırasında Orhan'ın Üsküdar'daki bir kambur kızı sevdiğini söyler. Doğru mudur? Pek az bilinse de Orhan Veli küçük küçük öyküler de yazardı. İşte bunlardan birisi: Öğleden Sonra'dır. Sıcak bir kış gününü anlatır Orhan Veli bu öyküde. Üsküdar sahilinde dört şeker sandığından yapılmış bir balıkçı tezgahının başındadır arkadaşlarıyla. Bu 'lokantanın' sahibinin bir de yardımcısı vardır: Kambur bir kız. Balıkçının kızı olduğunu öğrenir daha sonradan. Kılığını, kıyafetini, güler yüzünü anlatır. O'nu anlatmasından anlasanız da Orhan Veli, kendisi de söyler bu aşkı: "Ben bu kambur kızı gerçekten beğendiğime inanıyorum. Kimi adamlar der ki: 'Aşk insanı güzelleştirir'miş. Orasını bilmem; ama iş güzelleştiriyor. Bu sözün doğruluğunu, kambur kızda, elle tutulur bir gerçek halinde buldum." Bir ara adını da öğrenir "Ayşe" diye seslenen birisinin yardımıyla. Sonra yanındaki arkadaşına anlatır bu durumu:

"-Musa Kaptan, şu balıkçının kızı ne güzel değil mi?

-Hangisi?

-Canım, şu kambur kız işte.

Ha! Güzeldir. Ama biz, aramızda çalışan kadınlara kötü gözle bakmayız.

-Canım, kötü gözle bakmayız elbet. Kötü gözle bakan mı var ki? Allah Allah, sen de amma adamsın yahu! Güzel dedim; hepsi o kadar.

-Ha! Güzeldir."

Ama içerler Orhan Veli bu 'kötü gözle bakma' lafına ve anlatır da anlatır Ayşe'ye nasıl baktığını. Sonuna doğru "Ah, ben Ayşe'ye gerçekten tutuldum galiba" derken bir de dilek diler: " Sonunda karşı sırtların ardında güneş battı. Keşke batmasaydı; ne güzel bir gündü!"

Ben ki her nisan bir yaş daha genç,

Her bahar biraz daha aşığım;

Derdim Başka şiirine bu iki mısrayı da yazan şairimiz, ölmeden önce ceplerinde en son şunları taşır: 28 kuruş, at yarışlarına ait bir program ve sarı ambalaj kağıdına sarılmış bir diş fırçası.

Bu ambalaj kağıdında, Aşk Resmi Geçidi adlı bir şiir vardır. Orhan Veli, şiiri bu kağıda yazdıktan sonra çok değiştirir, fakat onlar bulunamaz. Diş fırçasının ıslaklığından kimi yerleri silinen bu şiirde aşklarını yazar Orhan Veli:

Birisi o incecik, o dal gibi kız,

Şimdi galiba bir tüccar karısı.

Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.

Ama yine de görmeyi çok isterim,

Kolay mı? İlk göz ağrısı.



İkincisi Münevver Abla, benden büyük

Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları

Gülmekten katılırdı, okudukça

Bense bugünmüş gibi utanırım

O mektupları hatırladıkça.



........çıkar

........dururduk mahallede

........halde

........yan yana yazılırdı duvarlara

........yangın yerlerinde



Dördüncüsü azgın bir kadın,

Açık saçık şeyler anlatırdı bana.

Bir gün de önümde soyunuverdi.

Yıllar geçti aradan, unutamadım,

Kaç defa rüyama girdi.



Beşinciyi geçip altıncıya geldim.

Onun adı da Nurinnisa.

Ah güzelim

Ah esmerim

Ah

Canımın içi Nurinnisa.



Yedincisi, Aliye, kibar kadın.

Ama ben pek varamadım tadına.

Bütün kibar kadınlar gibi

Küpe fiyatına, kürk fiyatına.



Sekizinci de o bokun soyu.

Elin karısında namus ara,

Kendinde arandı mı küplere bin.

Üstelik ........

Yalanın düzenin bini bir para.



Ayten'di dokuzuncunun adı.

İş başında şunun bunun esiri,

Ama bardan çıktı mı,

Kiminle isterse onunla yatar.



Onuncusu akıllı çıktı

........ gitti ........

Ama haksız da değildi hani.

Sevişmek zenginlerin harcıymış

İşsizlerin harcıymış.

İki gönül bir olunca

Samanlık seyranmış ama,

İki çıplak da, olsa olsa,

Bir hamama yakışırmış.



İşine bağlı bir kadındı on birinci.

Hoş, olmasın da ne yapsın,

Bir zalimin yanında gündelikçi,

.leksandra

Geceleri odama gelir,

Sabahlara kadar kalır.

Konyak içer sarhoş olur,

Sabahı da iş başı yapardı şafakla.



Gelelim sonuncuya.

Hiçbirine bağlanmadım

Ona bağlandığım kadar.

Sade kadın değil, insan.

Ne kibarlık budalası,

Ne malda mülkte gözü var.

Hür olsak der.

Eşit olsak der.

İnsanları sevmesini bilir

Yaşamayı sevdiği kadar.

Orhan Veli'nin sonuncu aşkı, Nahit Hanım'dır. Kardeşi Adnan Veli'nin söylediği gibi ölene kadar da sevmiştir O'nu. Nahit Hanım'a mutlu bir ömür dilerim.

Şiirlerinde yazdığı hiçbir şeyin kendi hayatından alıntı olduğunu iddia edemeyiz ama, aşklarından beşinciyi geçmesinin, Ben Orhan Veli ya da Oktay'a Mektuplar-2 şiirlerindeki aşklarının birinden kaynaklandığını söylemeden edemeyecek ve yazıyı Orhan Veli'nin İş Olsun Diye adlı şiiriyle, yorumsuz olarak bitireceğim:

Bütün güzel kadınlar zannettiler ki

Aşk üstüne yazdığım her şiir

Kendileri için yazılmıştır.

Bense daima üzüntüsünü çektim

Onları iş olsun diye yazdığımı

Bilmenin.

10 Ekim 2010 Pazar

10on10


Bugün,
Bence tarihin hatrına,
...Çoğu çıplak, azı yalnız insanların sevişme günü.
Çünkü nereye çevirsem başımı,
hep,
henüz öldürülmüş ve muhtemelen fazla uzağa gidememiş,
sıcacık bir cenin çığlığı var etrafta.
Üzülmüyorum,
Ağlamıyorum da.
Kulaklarımın yaşını silerken,
gözlerim paslanıyor,
o kadar.
Tanrı yazdıklarımı okutur mu bilmem ama,
Sanırım,
yaklaşıyoruz sona.

Sanki,
Kararsızlık değil de,
Kara bir arsızlıktı bizi korkutan.
Ya da
bütün renksel birleşimlerde akan o kırmızının,
Kara yılanıydı.
Bir bakıma, yalandı.
Hani, siyahın o muhteşem gizemi vardı ya,
Orada kaybolmaktı.
Ki zaten
bize de kaybı bol intiharlar bıraktı.
Ve Tanrı inşallah yazdıklarımı okutmaz ama,
Sanırım,
yer ya da gök yüzünden siliniyor hatıralar da.

Bugün,
Kendisini arafın tepesinde sallandıran
bir devrimcinin ölüm günü de olabilir,
Gideceği yer meçhul,
Gideceği yer cennet,
Gideceği yer cehennem,
Gideceği yer mutlaka s'onsuz.
Gidip gideceği tek yer aşk.
kanunsuz,
udsuz,
sazsız,
sözsüz...
Bir müziğin bütün notalarını alıp,
bütün ezgilerine tecavüz edip,
adını 'paramparça' koyan kalplere göreyse,
gideceği o yer,
mutlak huzursuzluk.
Tanrı yazdıklarımı okutmasın ama,
Sanırım,
bütün melekler in'di*, geçen zamanda.


10on10 | 21:30
MerveCeylan

7 Ekim 2010 Perşembe

beyaz yaşamak...


ilkelerin olacak...
seni satın alamayacaklar.
aptalların uydurduğu atasözlerine inanmayacaksın.
"paranın satın alamayacağı şey yoktur"
"herkesin fiyatı vardır"
onurunla, kimliğinle ve beyninle akıllı yaşayacaksın.
üreteceksin,seveceksin, sevileceksin.
inançlarının arkasında duracaksın.
sevgilerin karşılıksız, yardımların gizli olacak.
seni attan ottan ayıran özelliğinin
farkına varacaksın...

çünkü sen insansın,
ve bunu yakaladığın gün
bembeyaz yaşayacaksın...

6 Ekim 2010 Çarşamba

birbirine iliştirilmiş hayatlar...


zeynep:
"eşim aradı, akşam için tavuklu pilav istedi. bende erkenden tavuklu pilavı yaptım,zamanım kaldı, ankarada baharın ilk günleriydi, hava geç kararıyordu, arkadaşımla gezintiye çıktık. sakarya caddesine gittik, kaldırımlar kalabalık herkes dışarda.yürürken arkadaşım beni iteleye iteleye neredeyse yola atacak, napıyorsun sen diye ona döndüğümde ne göreyim sevgili kocam 20 yaşında bir kızla sokak ortasında öpüşüyor...
gözümün önünden ilk tavuklu pilav geçti...:)

sergey:
soğuk bir moskova gecesi, karımla sevişiyoruz, kapı çalındı, güzeller güzeli karım anna "eyvah kocam" diyerek telaşla beni gardropa soktu... yaptığı salaklığı anlayıp geri dönmesi fazla sürmedi gardropun kapısını açtığında ben hemen telefonumu istedim ve gardroptan çıkmadan avukatımı aradım...

derya:
istanbulda yaşıyoruz yani kocam ve ben... bir gün kocam şirketin bursada toplantısı var bu gece bursadayız beni bekleme dedi. gecenin ilerleyen saatlerinde aradaım ve beni hemen otelin telefonundan ara dedim. bekledim aramadı. bir süre sonra tekrar aradım bir kız açtı telefonu "kocanız arkadaşı ile ilgileniyor telefonuna ben baktım" dedi sana iki soru soracam düşünmedne vcevap vereceksin dedim "sen kimsin orası neresi" "......ilk yardım hastanesi bende hemşireyim" diye cevap verdi. kapattım o hastaneyi aradım öyle birileri yok dediler... atladım arabaya bursaya gidiyorum feribotta ne göreyim kocamda aynı feribotta ben bursaya onu basmaya gidiyorum oda bana telefon açmak için bursaya gidiyor aynı feribotta:)))

erdem:
samsunda yaşıyorum, hafta sonu için, sinoptaki yazlığın inşaatına bakmak ve kooperatifin toplantısına katılmak bahanesi ile karımı kandırdım ve sevgilimle sinopa gittim şimdilerde müze haline getirilen ve içinde dizi film çekimlerinin de yapıldığı sinop cezaevini geziyoruz, tecritler bölümünde tek tek tecritlere girip bakıyoruz son girdiğim tecritte ne göreyim karımda sevgilisini alıp sinop cezaevine gelmiş...:) karımın sevgilisini bir dövdüm bir dövdüm kan gövdeyi götürdü...

şizof semş...


böyle zamanlar tehlikelidir şemsettin.
ya gel cebime saklan,
ya bırak şapkana saklanayım.
kim vurduya gider insan,
fırsat yok ki kendimi savunup aklanayım.

bir ara sende biliyorum kedilerden korkuyordun,
çünkü kendini işkembe sanıyordun :)
böyle bişey bende atlattım,
iskemle zannettim kendimi bir süre:)
üzerime oturacaklar diye korkulardaydım.
ama sonra yırttım şemsettin!
kendime telkinler yaptım "sen iskemle değilsin" diye diye inandırdım kendimi.

sana hak vermiyor değilim şemsettin.
zaman kötü, aslında ne sen ne ben ikimizde deli falan değiliz :)
herkes oynatmış, sadece sen ve ben normaliz.
ama şemsettin laf aramızda,
laf aramızda laf aramızda :)
laf aramızda kaldı çıkamıyor, kendini ifade edemiyor bir türlü.

ama çok dikkat edelim şemsettin
sende farkettin
zaman kötü en iyisi biz işi deliliğe vuralım...
sen kedilerden kork yine, işkembesin diye
ben insanlardan korkayım, iskemleyim diye.
ve
iskemle üzerinde işkembe, çarşamba, perşembe
gün say şemsettin gün say,
çünkü nasıl olsa bigün gelip bizi alacaklar...
bu işten yırtmak için saat numarası yapalım,
sen yelkovan ol, ben yengeç
soranlara tek cevap verelim "vakit çok geç"

vakit çok geç şemsettin
GELDİLER...

2 Ekim 2010 Cumartesi

kayseri usulü MANTI'klı yalnızlık


bu adam sana,
"git, yalnız bırak beni" dediği zaman gitme...
bir kaşığa kırk parçası sığacak kadar parçalanmıştır yüreği,
bu adam başı her şıkıştığında yalnızlığa kaçar.
onu yalnız bırakma,
içine biraz sevgi kat, kenarlarından tut birleştir,
çünkü hiç bir şeyden korkmayan bu adam,
bir tek yalnız kalmaktan korkar aslında
korkusununda üzerine gider...

onu ateşte unutma...

güveçte kaç türlü yalnızlık




Türlü Yalnızlık

Çok kişilik

Malzeme: 1 kişi, 1 şehir

Hazırlanışı: Çok çabuk hazırlanabilir, ancak zamanla kazanılabilen bi el becerisi gerektirmektedir. Şehir bir dişi olduğundan daha çok erkeklerin damak zevkine uygundur. (Kadınlar tarafından da farklı şekillerde hazırlanabilir.) Sonucun güzel olabilmesi için dokusu, kokusu güzel bir şehir bulmak gerekir. Yalnızlığa yeterince acıkmış olunan bir anda, korunmasız bir ruh haliyle şehrin sokakları arşınlanmaya başlanır. Her sokağa, kaldırım taşına, elektrik direğine, binaya (özellikle tarih dokusu olan yapılara) farklı anlamlar yüklenerek gün boyu dolaşılır. Çevredeki insanların konuşmalarına kulak kabartılır. Her biri için bir hikaye düşünülür. Dalgınlaşılır. Yalnız insanların yüzünde hüzün, mutlu çiftlerin gözünde kahkaha, gençlerde heyecan, yaşlılarda ölüm aranır. Bütün bu duygular şehrin değişik köşelerine adanır. Arada bir baş yukarı kaldırılıp, gökyüzü seyredilir. Ancak bunun çok yapılması umutları arttıracağından lezzeti bozacaktır. Artık şehir tümüyle yalnızığa dönüşmeye başladığında, yürüyüşe son verilerek bir duvar dibine outurulur ve duygular soğumaya bırakılır. Sonbahar sıcaklığına ulaştığında, türlü yalnızlık ta servise hazır olur.

Afiyet olsun.
/Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri

fırında yapa-yalnızlık kapama




Yapa-yalnızlık

1 kişilik

Malzeme: 1 kişi. Olabildiğince fazla ilişki girişimi

Hazırlanışı: Kadın ya da erkek tarafından hazırlanabilir. Hazırlanışı biraz uzun zaman aldığından zahmetlidir. Ustalıkla yapılabilen, pişirilmesi diğerlerine göre zor ama bir o kadar da lezzetli bir çeşittir. Birçok ilişki denenir. Özellikle her ilişkinin ilk günleri büyük bir çoşkuyla yaşanır. En güzel sözcükler, en güzel öpüşlere karıştırılır. Her yeni ten, keşfedilmemiş bir coğrafyaymışcasına fethedilir. Bütün bu ilişkileri kısa tutabilmek, hepsinde sonsuz bir mutluluk yaşamaya çalışmak gerekmektedir. İlişkilerde yaşanan mutsuzluğun giderek artması, kişinin giderek içine kapanması, ayrı bir lezzet verecektir. Kişi artık ilişki yaşayamayacak kadar yorgun ve mutsuz hale geldiğinde, yapa-yalnızlık hazır olur. Alkolle servis edilir.

Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri

yalnızlık buğulama...




2 kişilik

Malzeme: 2 kişi, 1 ilişki

Hazırlanışı: Mutlu günler geçirilir. Beraber olunmaktan alınan keyifikaynayana kadar sık sık karıştırılarak yaşanır. Arkadaşlar ortak edinilir ilişkiye. Sinemaya gidilir, çıkışta filmden hiç bir şey hatırlanmaz,geriye kalan sadece sevgilinin film boyunca tuttuğu elinizde kalan sıcaklıktır. Sözler verilir. Sözlerin altında ezildikçe, yalanlar söylenir.

Mutluluk fokurdamaya başlayınca, ilişkinin altı kapatılıp dinlenmeye bırakılır. Oda sıcaklığına geldiğinde kıskançlık ve kavga gibi baharatlar göz kararı eklenir. Arzuya göre aldatma da konulabilir.

İlişki iyice soğuduktan sonra gözyaşı ile servis edilir.

afiyet olsun

aşk mutfağından tarifler

29 Eylül 2010 Çarşamba

gelin ağlasun da:)))

ağlasunda bir köy düğününde şarkı söyleyen yerel bir bayan sanatçının söylediği türkünün sözlerine dikiz:)

"indim derelerine
bilmem nirelerine
gaytan bıyıklarımı
sürsem nirelerine...:))))

ve sonrasında sahneyi boşaltın diye bi anaons yapıldı. sahne dediğime bakmayın bildiğin çim saha:) gelin ve damat dans edecek dendi... gelin ve damat sahneye çıktı dans etsinler diye çalınan müziğe dikiz:)))

"ciğerlerim yandı hasretinle" isimli bir arabesk damar parça:))) ağlamak istiyorum sayın seyirciler:))))

bunların üzerine birde ne göreyim topuklu ayakkabı üzerine şalvar giyinmiş bir genç kız:)))

bütün bunlardan sonra gelin ağlar diyordum erkek tarafı gittikten sonra gelin kolbastı yapmaya başlamaz mı güzel de oynadı hani:)))

işte bir düğünde
gördüklerim
ağlasunda:)))

28 Eylül 2010 Salı

yükümüz ağır mı geliyor? -2-


doğal ortamında ve NŞA büyümüş yetişkin bir fil, hortumu ile bir ton yük kaldırabiliyor... ancak küçüklüğünü bir demir kazığa zincirle ayağından bağlı olarak geçirmiş bir fil bağlı olduğu zinciri ve kazığı hortumuyla kolayca sökebilecek yetişkinliğe erişmiş olmasına rağmen bunu asla denemez...çünkü küçükken çok denemiştir başaramamıştır. şimdi hala başaramayacağını zanneder...

çocukluğumuzdan beri "onu yapamazsın" "bunu beceremezsin" "senden adam olmaz" "bu işide bok ettin" "ne senden çoban olur ne muharremden keçi" gibi laflarla büyüdük ve şimdi neyi ne kadar yapabileceğimizi anladığımızda iş işten geçmiş oluyor... şimdi şöyle laflar söylüyoruz kendimize: "ahhh şimdi bi on yaş daha genç olsaydım bunu ne güzel yapardım...:((

en kötüsüde ben bunu yapamam deyip hiç denemiyoruz bile... hayat yükümüz hep ağır geliyor bize...

yükümüz ağır mı geliyor?



Hiç düşündünüz mü orijinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarılabileceğini?
Kaç fa...rklı hayatı bir arada yaşadığınızın farkında mısınız?
İstemeden yaptıklarınız, isteyip yapamadıklarınız,
gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce
başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı fark ediyor musunuz?
......Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün,
bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle çıkagelen coşkunun,
sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz?
Sinirli bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun durup,
geride kaç farklı ayak izi bıraktığınıza dikkat ediyor musunuz?
Sahi kaç kopyayız biz?
Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?
Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz?
Hüzünlü bir dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir
hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarını ve
cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı?
Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız? ..
Hangi kopyanız ‘Kaçıp gidelim uzaklara’ diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken? ..
Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örtülmüş, çok kopyalı
bir hayatı nasıl kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tur
iki yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi fark ediyor musunuz?
Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki
kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı atmak geçerken
hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi? ..
Aklınızdan geceni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken
asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz?
Kopyalarınızı orijinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç? ..
İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?
Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misiniz? Yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor?
Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?
Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?
Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
Sahi, kaç kopyasınız siz? ..
Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz?

‎^^Can Dündar^^

23 Eylül 2010 Perşembe

hatırla ama...


Hatırla ama
Hatırla ama! Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
Ama bizi unutma, hatırla ama.
Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar yeryüzünde de var.
gökyüzünde de var.
Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.
Sen her gece ay değirmisini başına yastık edince yollarda, dizimde yattığın geceleri hatırla ama.
Sen ey, hüsrev'i kendine kul, Şirin gibi bir nice güzeli esir eden, aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.
Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında bir aşk ovasını görmüştün hani; sarfan dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
Bunu unutma, hatırla ama.
Ey Tebrizli Şems, dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli, benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili. Bunu unutma, hatırla ama.

Mevlana Celaleddin Rumi

herkes öldürebilir sevdiğini


Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

Her İnsan Öldürür Gene De Sevdigini




Her insan öldürür gene de sevdigini
Bu böyle bilinsin herkes tarafindan,
Kiminin ters bakisindan gelir ölüm,
Kiminin iltifatindan,
Korkagin öpücügünden,
Cesurun kilicindan!

Kimisi askini gençlikte öldürür,
Yasini basini almisken kimi;
Biri sehvet'in elleriyle bogazlar,
Birinin altindir elleri,
Yumusak kalpli biçak kullanir
Çünkü ceset sogur hemen.

Kimi pek az sever, kimi derinden,
Biri müsteridir, digeri satici;
Kimi vardir, gözyaslariyla bitirir isi,
Kiminden ne bir ah, ne bir figan:
Çünkü her insan öldürür sevdigini,
Gene de ölmez insan.

Oscar Wilde

Yet Each Man Kills The Thing He Loves




Yet each man kills the thing he loves
By each let this be heard,
Some do it with a bitter look,
Some with a flattering word,
The coward does it with a kiss,
The brave man with a sword!

Some kill their love when they are young,
And some when they are old;
Some strangle with the hands of Lust,
Some with the hands of Gold:
The kindest use a knife, because
The dead so soon grow cold.

Some love too little, some too long,
Some sell, and others buy;
Some do the deed with many tears,
And some without a sigh:
For each man kills the thing he loves,
Yet each man does not die.

oscar wilde

17 Eylül 2010 Cuma

anadol...thomas doll:)))


bu gece yine bir gürültüyle pencereye koştum,

geçen gece bazı arkadaşların sezen aksu dinletisi verdikleri yer, saat aşşağı yukarı aynı vakit,

bu sefer çılgın bi arkadaş kasalı anadolla drift yaparak daireler çiziyor toz toprak karışıyor,

yaklaşık beş tur attıktan sonra olabildiğince hızla uzaklaşıyor

çünkü polis yine olay yerinde:)))



yine neye gönderme yaptılar anlamadım ama

"hızlı ve öfkeli kasalı anadol la ağlasunda" filmi güzeldi:)))

16 Eylül 2010 Perşembe

ustaya saygı...


hiç kızmadım "şeftali" kurduna,
bendim çünkü
bıçağı saplayan onun yurduna...

sunay akın'ın şiirinde "elma" kurduydu o, ama ben bugün dalından kopardığım şeftalinin içinden çıkan kurtlara elma kurdu diyemedim işte:)))

öyle sevindim ki, kurt çıkınca şeftalinin içinden... hemen ikiye yarılmış şeftaliyi öylece yere bıraktım yerdeki börtü böcekte faydalansın, kalanıda toprağa gübre olsun diye... neden sevindim peki; çünkü bir meyvenin içinde kurt varsa ilaçlanmamış demektir, ilaçlanmamış meyve zaten hormonlanmamıştır da...

meyveleri sebzeleri ilaçlayarak hem kendi içimizede zehir alıyoruz, hem börtü böceği uzak tutup onların meyve sebzedeki haklarını gaspediyoruz...

hiç kızmadım elma kurduna
insanoğluna kızdığım kadar...

15 Eylül 2010 Çarşamba

dünyanın en güzel kadını ...


eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış. Kültürü..., neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir "şahane kadın" Boşanacakları haberi çıkmış, bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.

Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:

- Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye başlamışlar; lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra, sözü şu suale getirmişler. Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?

General bacağını uzatarak:

- Çizmemi beğendiniz mi önce onu söyleyin bana, demiş.

- Çok güzel!

- Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi tarafından, kendi eliyle, benim için yapılmıştır. Bir benzerini bütün Roma'da bulamazsınız.

- Belli, demiş arkadaşları. Benzersiz derken de haklısın. Ama bunun, bizim sualimizle ne alakası var?

Arkadaşlarının merakını iki kelimeyle gidermiş general:

- Ayağımı sıkıyor.

alıntı: tşkkr hatice

14 Eylül 2010 Salı

her şarkıda bir satır, beni anlatır...


bir sesle uyanıyorum gecenin bir yarısı, saate bakıyorum 02:05... pencereden bakıyorum yolun karşısında bir araba ve eterafında beş adam, yüksek sesle müzik dinliyorlar ve dinletiyorlar...

tam pencereden " heeeeeey saat gecenin ikisi kapatın şu müziği" diye bağıracaktım ki şarkıya kulak verdim...;
sezen aksu söylüyor
" gidiyorum bütün aşklar yüreğimdeeeeeeee
gidiyorum kokun hala üzerimdeeeeeeee
sana sevgiler bıraktım
birde yeni başlangıçlar
BİR KENDİM BİR BEN GİDİYORUM"

Mutfağa gidip su ısıtıcısının düğmesine basıyorum, balkona bi sandalye atıyorum, ve şarkıyı dinlemeye devam ediyorum... şarkı bitince eski tabirle kaseti geri sarıyorlar tekrar söylüyor sezen. bende bu arada kahvemi hazırlayıp dönüyorum.

bir süre daha dinliyoruz şarkıyı, artık birine göndermemi yapıyorlar nedir bilmem benim keyfim yerinde:)))

keyfi yerinde olmayanlar varmış ki polis geldi. polis amcada sezenci çıktı şarkıyı sonuna kadar dinledi ve sonra dağıttı gençleri:)))

neymiş: bişeylere kızmadan önce kulak verip dinleyin...
neymiş: söz konusu sezense gerisi teferruatmış...:)))

bir kendim bir ben gidiyorum...

13 eylül 2010 / ağlasun

13 Eylül 2010 Pazartesi

MİLLET mi EVET DEDİ ?

‎50 milyon seçmen vardı. Yüzde 58 EVET, Yüzde 42 HAYIR sonuçla bir oylama geride... kaldı.
700 bin oy geçersiz sayıldı. (Bu noktaya dikkat). Ve halkın yüzde 23’ü oy kullanmadı.

Öncelikle;

Bu süreçte, milyarlarca liralık rüşvet, sadaka, yardım, iktidar partisi eliyle dağıtıldı. Tüm basın yayın araçlarında propaganda makinası EVET! diye bağırtıldı. Diyanet, cami imamları, EVET kampanyası yaptı. Tüm illerde Valilikler, ve kaymakamlıkların imkanları kullanıldı.,ve bu millet yüzde 58 evet, yüzde 42 oranında ‘HAYIR!’ dedi.



‘Umutsuz’luk girdabına kolay düşenlere ve ‘gideceğim bu diyarlardan’ diyen gençlere diyorum ki, işte hep yazıp çizdiğimiz ‘ecnebileşme’ budur!

Kaçmak, milleti ‘aptallıkla’ suçlamak, ‘3 kuruşa satılanlardan’ sözetmek , durumu görememektir. Kolayı seçmektir. Kendini rahatlatmaktır.

Zor olan ANLAMAKTIR…

Anlamamız gereken ilk mesele millet ÖZGÜR İRADESİYLE ‘EVET’ dememiştir.

Karnı aç, beyni aç bırakılmış olanlar, ne olduğunu bilmedikleri ve dillerinin bile dönmediği bir ‘referandum’un içinde yeralan 26 maddeye EVET basmışlardır. Anayasa değişiklikliğinin ülke yararına olacağına birileri tarafından; köydeki, mahalledeki imam, güvendiği arkadaş, aile ve aşiret reisi ve her gün ekranda gördükleri kuklalar tarafından İKNA edilmişlerdir.

İkinci mesele, bu İKNA’nın sebebidir. Bu millet uzun zamandır MUHALEFETE güvenmemektedir. Muhalefet yokluğu ve muhalefetin çeşitli kesimlerce, ‘güven vermez uzantıları’ EVET demelerine neden olmuştur.

CHP ve MHP gerçek muhalefet değildir. Ve halk aslında muhalefet etiketi altında duran partileri uzun zamandır MUHALEFET olarak görmemektedir.

‘Batı eksenindeyiz’ diyerek, ABD’ye göz kırparak, ‘AB’ye biz sizi sokacağız!’ diyerek, ‘kürt raporlarından’ sözederek, birbirinden beter işlere bulaşmış partilileri yüksek görevlere getirerek, Amerikan istihbaratı ile Soros’la görüşüp, Bilderberglerde ağırlanarak, yolsuzlukları kanıtlanmış belediye mensuplarını parti içinde tutarak, çarşaf ve başörtüsü söylemini ‘kullanarak’ ve ‘beyaz Türk’ burnu büyüklüğü içindeki öncü kadroları, aç sefil halkla temasa sokarak, bir noktaya varılamayacağı kanıtlanmıştır.

Önümüze bakalım!

Şimdi tarih 13 Eylül. 3 ay önce bıraktığımız yerde, satılan fabrikalar, her dört gençten birinin işsiz olduğu, nüfusun yüzde 14ünün de aç bilaç işsiz sokaklarda dolaştığı, her gün şehitler verdiğimiz ve ekranlarda ‘açılım’ın ve ‘özerkliğin’ tartışıldığı bir Türkiye vardı. 3 aydır, millete referandum tartışması dayatıldı. Şimdi başbakanın deyişiyle ‘BÜYÜK KAPI açıldı!’ ‘Tarihi eşikten geçmiş bulunuyoruz!’

* Önümüzdeki birkaç ay içinde , Başbakan’ın teşekkür ettiği ‘Okyanus ötesi’ (sadece cemaat değil ama ABD yönetimi), Başkanlık sistemini ve federasyon anayasasını devreye sokacak. Böylece üniter devlete bir nokta koyma çalışmaları hız kazanacak.

* İktidar eliyle yeni bir anayasa yapılacak. Bu anayasada ‘Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü’ maddesi olmayacak.

* Yargı, Yürütme ve yasama ile birlikte ABD- AKP arzularını yerine getirmekle mükellef olacağı bir sisteme sokulacak.

* Önümüzdeki süreçte, ‘halkın psikolojisi’ ile ince ayar oynanarak Türkiye topraklarından çalınarak kurulacak bir kukla devlet fikri fiiliyata geçirilecek.

* Ermenistan ve Patrikhane konusunda ABD’nin AB’nin istediği adımlar hayata geçirilecek.

* Medyada daha büyük bir yandaş dalga ortalığı saracak.



Tüm bu koşullarda Türk milletinin GERÇEK MUHALEFETE ihtiyacı vardır. Türk milleti, oy verdiklerine değil, oy vermediklerine bakmak lazımdır.
Bu millet varolan ‘muhalefeti’ desteklememekte, ya da ‘KERHEN’ desteklemektedir.

Muhalefete güvenemeyen bir millet yüzde 42 oyla bir Amerikan projesine HAYIR! diyorsa, GERÇEK MUHALEFET ortaya çıkabilse, tümüyle arkasında birleşecektir..

Halk GERÇEK MUHALEFET’i beklemektedir! Beklemeyi bırakıp, o muhalefeti kendi bağrından çıkarması gerektiğini, bilinçaltından fiiliyata geçirdiği gün, Türkiye bambaşka bir sabaha gözünü açacaktır.

Bunu belli bir zaman içinde beceremezse, ülke SEVR haritasında ve bu oylama sonuçlarını gösteren haritalarda yansıdığı gibi, üçe bölünmüş haliyle de kalmayacak, ABD’nin atadığı ‘krallar’ca yönetilen, şehir devletçiklere bölünerek yokoluşa gidecektir.

Kendini bilmezlerce söylendiği gibi ‘Atatürk ilkeleri’ toprağa gömülecek ‘EVRENSEL HUKUK’ teranesi kılıfında dış mihraklar egemen olacaktır...

Ben Türk milletinin tarihte yaptığı gibi, BU AŞAMADA düşmanı şaşırtacağını biliyorum!

12 Eylül 2010 Pazar

12 dev adam...


basketbol milli takımımız dünya şampiyonasında yarı finalde sırbistanı 83-82 yenerek finalde abd nin rakibi oldu...fotoğrafta keremi son saniye turnikesine giderken görüyoruz...

11 Eylül 2010 Cumartesi

fiili işgal...


tarih kitaplarında okumuşsunuzdur, birinci dünya savaşı sonrası istanbulun bir, fiili işgali var, birde resmi işgali... işte farkında değilsiniz ama istanbul, ankara ve memleketimim her bir köşesi bir fiil işgal altında...

bu yazdıklarımı karatahtada ilk yazılarımdan itibaren takip edenler okumuştur daha önce; ama ben tekrar etmekten vazgeçmeyeceğim...
Atatürk'ün gençliğe hitabesini iyi okuyun onun orda uyardığı herşey gerçek oldu. okuyun ve uyanın...

biz dünyadaki 60 küsür ülkeyle beraber amerikanın fiili işgali altındayız, sadece amerikada değil, israil ve avrupa birliğininde, IMF, BM, gibi kuruluşların ve dünyayı ele geçirmeye çalışan yüzlerce büyük şirketin de...

biz özgür bir ülke değiliz seçimlerde kendi özgür irademizle birirlerini seçiyoruz zannediyoruz, referandumlarda 30 maddeyi birden onaylamaya zorlanıyoruz, bu ülkenin başına dış mihrakların istemediği kimse gelemez...izin vermezler,siyasilere birbirinize soy sop küfür edin derler... siz halkı oyalarken biz işimizi görürüz derler, beyinlerimizi yıkarlar, medyadan yönlendirirler, kömür dağıtırlar erzak verirler yine kendi adamlarını başa getirirler...

sonra onlar izin verdikçe "one minute" derler... izin vermezlerse bir nota bile veremezler... başımıza çuval geçirirler, hem mecazi anlamda da değil sadece gerçekten çuval geçirirler önümüzü göremeyiz...

biz özgür bir ülke değiliz o yüzden bu referandumda ister hayır deyin, ister evet deyin sonuçta işin içine hile bile katarlar, seçimi kazanıp istediklerini atarlar...

biz özgür bir ülke değiliz;
bizim ikinci bir kurtuluş savaşı vermemiz lazım.
ama ikinci bir atatürkümüz yok...

10 Eylül 2010 Cuma

miçoya mektuplar...


uzun yol gibiyim
beni gözünde çok büyütmüşsün...

aşk olduğu sürece ben iyiyim,
aşkın olduğu sürece büyüyürüm,
aşkın olmadığı anda solarım,
ey aşk sen varsan varım,
(laf olsun diye değil bunu en iyi sen bilirsin ben dilimle değil yüreğimle konuşurum)
sen yoksan, ben noksan...

bunu farketmedin, bari terk ETME...

alp


duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme...
başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme...
ey ay, felek harap olmuş ziyan olmuş senin için
bizi öyle harap, öyle ziyan ediyorsun, etme...
ey makamı var ile yokun üstünde olan
sen varlık sahasını terk ediyorsun, etme...
sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
sen ayında evini yıkmaya kastediyorsun, etme...
şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
sen zehri şeker, şekeri zehrediyorsun, etme...
harama bulaşan gözün güzelliğinin hırsızı
ey hırsızlığa değen, hırsızlık ediyorsun, etme...

aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
aşka ne diye hayret ediyorsun, etme...

isyan et ey (yolumda tek yoldaşım)
söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme...

MEVLANA

erkek kalbi değil beyni...


geçenlerde bir arkadaşımla aldatma konusunda konuşurken bu konudan bahsetmiştim, sonra bu resmi gördüm...
erkekler ergenlik döneminde ogün gördükleri ve sürekli gördükleri bütün kadınlarla yatmak isteği ile yanıp kavrulurlar. öyleki adını bile bilmez bir eczanede görmüştür sadece, ergen dönemde bu kontrol edilemez ve normal karşılanır, çünkü o dönem erkekğin aklı beyninde değil bacak arasına kadar düşmüştür, seviye budur yani:))) sorun şuki bir çok erkek bu ergen dönemden bir türlü çıkamaz, evlense bile çıkamaz erkeğin beyninde hep bir aldatma fikri dönüp dolaşır...

ama bütün erkekler böyle değildir
level atlamış, ve ergen dönemden çıkmış, beyni yeniden kafasında çalışmaya başlamış erkekler sayılarıda az da olsa var...

8 Eylül 2010 Çarşamba

hani n'olduuuu:))))


burda beslediğim bir köpek vardı ben taşınınca onu kaybetmiştim sonunda yeni yerimi bulmuş. şimdi apartmanın önünde yatıyor. annem geçen gün kemikleri ona dördüncü kattan attı... sağına soluna bakıp kemiklerin nerden geldiğini anlayamayan köpekde ki ifade şu:

" hani n'oldu köpeğin duası kabul olsa gökten kemik yağardı deyip dururdunuz n'ooooolduuuuuu gördünüzmü yağdı işte:)))))

ramazan bayramı...

ramazan ayını bitirdik, artık bayram yapabiliriz:)))
ağlasunda
bayram namazının ardından yaşlılar imamın yanına diziliyor diğerleride sıraya girip teker teker bayramlaşıyorlar, bende kuyruğa girdim ve tüm ağlasunla bayramlaştım yaşlıları gıyabında:)))

ramazan bayramınız mübarek olsun

dörtlükleri sevmem aslında:)))


O gece sen gidiyordun
Yıldızlar bir bir düşüyordu
Günlerden bir yaz gecesi
Ama kalbim üşüyordu


O gece sen gidiyordun
Bir aşk daha bitiyordu
Buz gibiydi ellerin
Ayakların titriyordu

O gece sen gidiyordun
İçimde dağlar yıkılıyordu
Sanki bütün mermiler
Üzerime sıkılıyordu

O gece sen gidiyordun
Yollar sana küsüyordu
Yüreğimde bir ihtilal
Dudaklarım susuyordu


O gece sen gidiyordun
Oysa gölgen duruyordu
Kimsesizdim pencereme
Binlerce sen vuruyordu ....

yusuf ile züleyha:))))


bu şiiri google da ararken yusuf ile züleyha diye aradım:)) allahım bir türlü bulamıyorum sonra başka sözler yadım da doğrusu çıktı karşıma tahir ile zühre:)))böylece yusuf ile züleyha aşkının detaylarını öğrenmiş oldum:)))

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet

7 Eylül 2010 Salı

"eğer"leri "ise" leri kaldırdım şarkıdan...


kan ter içinde uykularımdan uyanıyorum her gece...

yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyor koynuma...

olur olmaz yere ıslanıyor kirpiklerim artık herşeye...

annemi daha sık anımsıyorum hatta anlıyorum...

kalbimi bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış,

kendimi kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorum...



içimdeki çocuğa sarıldım,

bana insanı anlattı...

ellerim günahkar

dillerim günahkar

bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkar,

masum değilim...

...

beynim günahkar, kalbim günahkar...

fotoğraf: kazım balıkçıoğlu

4 Eylül 2010 Cumartesi

o gün adamın geç saatte toplantısı olmuş...


adam iş yerine varır varmaz evini arar. kadın telefonu açarken içinden şunlar geçiyormuş ( kocam beni hemen özledi 1 saat bile geçemden arıyor) diye mutlu bir şekilde telefona cevap vermiş.

adam- sen beni sevmiyorsun
kadın- neeee?
adam- iş yerine gelir gelmez gamzeyle karşılaştım günaydın dedim oda gülümseyerek günaydın dedi ve ekledi "murat bey traş olurken çenenizin altında sakal bırakmışsınız" oysa ben traş olduktan sonra seninle beraber kahvaltı yaptık sonra beni yolcu ederken yanağımdan öptün ama çenemin altında kalan sakalımı farketmedin, sen beni sevmiyorsun...

ve o gün nedense adamın geç vakitte toplantısı olmuş... aldatmanın mazereti olmaz ama belki bazen tetiğe kendimiz basıyoruzdur...

hem savaşcı hem şair padişah...


"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır
Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi"


Kanuni, sarayının önündeki bir bahçeye kendisine hediye edilen bir armut ağacını diker. Zaman zaman onun büyüyüp büyümediğini kontrol eder. Her nasılsa karıncalar armut ağacına musallat olmuş, kabuklarını kemirerek ağaca zarar vermekteler. Kudretli Sultan, çok önem verdiği armut fidanının gözünün önünde sararıp solmasına daha fazla razı olmaz ve bir çare aramaya koyulur. Sonunda Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den karıncaları bertaraf etmek için yazdığı şu beyitle fetva ister:

“Drahta ger ziyan etse karınca

Zarar var mıdır anı kırınca”

Ebussuud Efendi de bir beyitle Kanuni’ye şu tarihi cevabı verir:

“Yarın Hakk’ın divanına varınca

Süleyman’dan hakkın alır karınca”

vahdet ne demek?

Vahdet, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmaya denir. Değişik ideoloji ve inançlara sahip olanların ortak noktalarda birleşmeleri, müşterek noktalarda aynı görüş ve strstejiyı takip etmek için birlik olmalarina denir. Vahdet bazılarının algıladığı gibi insanın kendı görüşünü terk edip başkasının görüşünü kabul etmesi değildir. Bir grubun kendisini yok edip başka bir gruba ilhak olması da değildir. Bir mezhebin, bir ideolojinin kendi inancından vazgeçip başka bir inanç ve ideolojiyi kabullenmesi hiç değildir. Dünyada, bir ülkede veya bir bölgede birkaç kuruluş, inanç olabilir; onların ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl oluştukları vahdeti oluşturmak açısından önemli değildir. Her toplumda bazı islami hareketler ve mezhep ve inançlar tarihsel olarak bazılarından önce oluşmuştur aynı günümüzdeki siyasi partiler gibi, bu zamansal farklılık hiçbir zaman haklılık ölçüsü olamaz. Hiç bir kuruluş, hareket ve mezhep ben diğerlerinden önce kuruldum öyleyse ben doğru yoldayım, ben hakkım benim dışımdakiler batıldır diyemez. Aynı şekilde bir hareketin, bir fikri akımın ve bir mezhebin bünyesinde barındırdığı kitlenin sayısal niteliği de hak ölçüsü değildir.

hesap vermek zor iş olmalı...

Karınca diplomasisinin üzerinden uzun yıllar geçmişti. Kanuni rahat döşeğinde ölümü hazmedememiş, Hakkın emanetini harp meydanında teslim etmek istemiş ve öyle de olmuştur. Son "Sefer-i Hümayun'da" ordu Zigetvar kalesi önlerindeyken top, tüfek sesleri, kılıç şakırtıları arasında teslim-i ruh etmiştir. Vefatının akabinde de kale fethedilmiştir.

Mekân, dostun-düşmanın yüzyıllardan beri hayranlıkla seyretmeye doyamadığı, medeniyetimizin eşsiz sembollerinden Süleymaniye Camii. Muhteşem mabedin ibadete açılışının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken, Süleymaniye Camii’nin banisi Kanuni Sultan Süleyman Han avludaki musalla taşına boylu boyunca uzatılmış ve mübarek gözlerini ebedi âleme çoktan çevirmiştir…

Cenaze namazını doğal olarak Şeyhülislam Ebussuud Efendi kıldıracaktır. Tüm hazırlıklar yapılır. Saf bağlanır. İmam yüksek sesle niyet eder: “Er kişi niyetine!”

Cihana hükmeden Kanuni Sultan Süleyman Han’ının hükümdarlığı oracıkta son bulmuştur! Namaz ve dualar biter. Haklar, hıçkırıklar arasında helal edilir. Ve cenaze, şimdiki mezarının olduğu yere getirilir.

Tam perdeler kapatılmak üzereyken, mezar başına nefes nefese gelen bir saraylı, desturla mezara atlayıp getirdiği kutuyu özenle mezara yerleştirmeye çalışır.

Böyle şey şimdiye kadar ne görülmüş ne duyulmuştur. Müslüman mezarına eşya koymak caiz değildir. Ebussuud Efendi hemen müdahale eder:

“Geri dur bre adam, ne yapıyorsun?”

Saraylı, sımsıkı tuttuğu kutuya bakarak konuşur “ Vasiyeti yerine getiriyorum.”

“Ne vasiyeti?”

“Padişah vasiyeti... Öldüğünde kabrine koymam şartıyla bu kutuyu bana emanet etmişti. Filanla falan da şahittir.”

Gösterdiği şahitler de bunu doğrularlar. Ancak Ebussuud Efendi’yi ikna edemezler. “Olmaz öyle şey, caiz değil!” diye diretir.

Kutu’yu adamın elinden almak için uzanır. Adam da vermek istemeyince hafiften bir çekiştirme yaşanır. O arada kutunun kapağı açılır. Bir sürü kâğıt saçılır etrafa. Ebussuud Efendi kâğıtlardan birini alıp okuyunca kıpkırmızı kesilir. Sultan Süleyman Han’ının mezarına bakarak şöyle mırıldanır:

“Ah Süleyman! Sen kendini kurtardın bakalım Ebussuud ne yapacak?”

Kutu’nun içinde, Sultan Süleyman’ın sağlığında yaptığı icraatlara Ebussuud Efendi’nin verdiği uygunluk fetvaları vardı. Padişah, bütün yaptıklarını “Fetva”ya bağlamış, böylece kendini bir bakıma garantiye almıştı ama fetvayı veren Şeyhülislam Ebussud Efendi ne yapacaktı? Bu yüzden kahırlanıyordu. Evet, bir yanda ağacına zarar veren karıncaları öldürmek için bile fetva isteyen ölmüş, ince ruhlu cihan padişahı. Diğer yanda karıncaların bile öldürülmesine fetva vermeyen adaletli, dirayetli ve şefkatli bir Şeyhülislam... Onlar yine de kendilerinden emin değillerdi. Zira hesap vermek gerçekten de çok çetin bir iş olmalıydı! Çünkü onlar; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (**) emri fermanını kendilerine düstur edinmişlerdi.

ebusuud efendi kimdir?

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli olduğu bir dönemde otuz yıla yakın Şeyhülislâmlık yapmış büyük bir İslam âlimidir. İslam Hukuku’nun tatbikatında büyük hizmetler görmüş, Tefsir, Fıkıh ve diğer ilimlere olan derin vukufiyeti onu haklı olarak Osmanlı âlimlerinin en meşhurları arasında zirveye taşımıştır. Şanlı adı asırlardan beri halk dilinde bir ilim ve adalet timsali şeklinde yaşamıştır. Ebussuud Efendi'nin Türkçe, Farsça ve Arapça 20'den fazla eseri vardır. Arapça yazdığı İrşâdü'l-Akli's-Selîm ala Mezâyâ'I-Kur'ani'l-Azîm isimli Tefsiri ile Fetvaları(*) meşhurdur. Ebussuud Efendi şiir de yazmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı Arapça kaside en çok bilinenidir.

26 Ağustos 2010 Perşembe

şövalyeler ve prensesler...


"bazı kadınların şövalye sandıkları adamların aslında alüminyum folyo ile kaplanmış denyo olduklarını görmeleri biraz zaman alır" diyor bir hatun kişi:)))

doğrudur ama prensi bulana kadar bütün kurbağaları öpeceksiniz:))) hayat bu başka yolu yok... bizim o şansımızda yok prensesi bulana kadar tüm kirpileri öpecek olsak razıyız çünkü prenseslerin nesli tükenmiş...

hanginiz prensessiniz ki sövalye arıyorsunuz, bu kafayla bulacağınız tek şey klavyenin ucunda bir kavalye...


fotoğraf: alparaslan ışık

25 Ağustos 2010 Çarşamba

çiçekci kız, aastayım ona:))))


sana çiçek almayacağım, daha çok beklersin... seni istemeye geldiğimizde bile elimde çiçek olmayacak... sevgililer gününde patates püresinden kalp yapmayacağım hiç...kimselerin olmadığı bir sahilde kısa bacaklı üstü külle kaplanmış bir masanın üzerinde şarap içmeyeceğiz...ben böyle bi adamım beni böyle kabul edersen böyle edeceksin değiştirmeye çalışmayacak benden yapamayacağım şeylerin beklentisi içine girmeyeceksin... belki o mavi iri güzel gözlü çingene kızı yanımıza geldiğinde ondan çiçek alacağım ama çiçek almış olmak için değil onun gözlerinin hatırına...

canlı çiçak alacağım pembe menekşe mesela, almak gerektiği zaman, yada kafama estikçe...duvara asıp kurutmak yerine sulayıp yaşat diye, o yaşadıkça aşkımız yaşasın diye...

ölü çiçek almayacağım sana hiç... çünkü çiçek kültürü erkeklerin sahtekarlık kültürüne dönüştü diye... erkek evlenmeden önce çiçek alıyorsa daha hala kafalayamamıştır kızı...ki sahte kibarlıklar peşindedir hala... kadın evlenmeden önce restaurantta sandalyesini çeken kibar adamın evlendikten sonra nasıl bir hanzoya dönüştüğünün şaşkınlığını atmakta zorlanır başta... evlendikten sonra bir adam çiçek alıyorsa yüzde doksan bir kabahati vardır, vijdan azabı duyduğu... kibar adamdan eser kalmamıştır zira bayram değildir seyran değildir kocam bana neden çiçek aldı der kadın...

kadınlar çiçek sahtekarlıktır bu kadar önem vermeyin, bir çiçeğe kanmayın... biliyorum çok seviyorsunuz çiçeği ozaman çiçek yetiştirin, yada evlilik yıl dönümünüzde çiçek yerine kocanızdan bir fidan isteyin tema vakfına sizin adınıza bağışlasın...

çiçekçiler açmı kalsın, kalmasın tabiki onlarda fidan işine girsinler, hem beni kim takar yahuuu çiçekçilerin ekmeğiyle oynamak kim ben kim beni kim takar... eeee neden yazıyorum bunları: içimde birikenleri dışa vurmak için, bakmayın böyle yazdıklarıma içimden döktüklerim sadece yazdıklarım değil sizin göremediğiniz şeyler var.
yazarken tadilat yapıyorum kendime,
kimi dökülen sıvalarıma alçı çekiyorum
kimi duvarlarıma badana
kimi menteşelerime yağ döküyorum ses çıkarmasın diye
kimi çeşmelerimin contalarını değiştiriyorum
kimi eksik tahtalarımın yerine parçalar koyup çivi ile çakıyorum

kimi çiçekçilere sardırıyorum ama amacım bağcıyıdövmek üzüm yemek değil...


fotoğraf: alparslan ışık

20 Ağustos 2010 Cuma

eğer...

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...

Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!

Can Yücel

16 Ağustos 2010 Pazartesi

işime geliyorsa demaokrasiye aykırı değildir...

bu lafı sevdim

"başbakan diyorki; benimle aynı şeyleri düşünüyorsanız sizinle aynı fikirdeyim"

müjdat gezen

bende diyorum ki; doğrudur, ama bütün Türk halkı özelliklede siyasetin içinde olanların hepsi böyle demiyor mu?

7 Ağustos 2010 Cumartesi

çatağıl köyü...


dağ başında geziniyordum yine, tarlaların arasından geçiyorum... artık acıktığımda yada canım çay istediğinde yolu buldum tarlada çalışırken mola vermiş köylülere selam verip "kolay gelsin" diyorum hemen davet ediyorlar ısrar ediyorlar yediriyorlar içiriyorlar:))) çok kötüyüm ben yaaaa...:)

hıdır dayı da öyle yaptı:))) gel bi çay iç gidersin dedi... aramızda şu konuşmalar geçti;
hıdır- adın ne?
ben- alp
hıdır- doğrudur
ben- ben eğrimi duruyorum
hıdır- istediğin gibi otur rahat ol
ben- peki...:)
...
hıdır- insanoğğğğmalsaaaaaamülsaaaahaniiiiiiiibunnnnnn ilkkksaaaaaab
ben -(bön bön bakıyorum)
tekrar etti yine aynı bön bakışlara devam ediyorum
üçüncüdede anlamıyorum ama anlamış gibi yapmak için kibarca gülümsüyoruuuum
hıdır- cevap verseneeeeee adam türkçe bilmiyonmu seeeen
ben- anlamıyorum ben bana soru mu sordun dayııı
hıdır-sordum tabiiii türkçe anlatıyom hemde ,senin anadil türkçe değil galibaa ey insan oğlu deyom mal sahabı mülk sahabı hani bunun ilk sahabı söle bakem deyom...:)
...
hıdır- sen okumuş birine benziyon, ben ilkokul beşten terkim, söyle bakalım evet mi diycez hayır mı?
(bir kaç saniye içinde refarandum için sorduğunu anladım:)
ben- abi ne dersen de onu ben bilmem senin paşa gönlün bilir. ama neye evet diyeceğini yada neden hayır diyeceğini bil...hem bu iş üniversite mezunu olmakla olmuyor, benim ne üniversite mezunu arkaaşlarım var refarandumda sırf hükümete karşı olduğu için hayır diyecek, yada hükümet yanlısı olduğu için evet, ama senin gibi o maddelerden hiç birini bilmeden diyecek... bu anayasa maddelerinin hepsi birden kötü değil hepsi iyide değil...hepsine birden tek bir evet yada tek bir hayır verilemez bu yüzden oy kullanmayacağım ben... sen biliyormusun o maddelerin ne olduğunu?
hıdırdayı- bilmiyom açıklamıyorlar ki
ben- açıkladılar mecliste görüşmeler sırasında anlattılar tv de yayımlandı, "yandaş" medya tüm maddeleri çarşaf çarşaf anlattı gazeterinde:)))
hıdır dayı- ben hiç görmedim gazete gelmez buralara tv yede bakıyoz bakıyoz kavga ediyolar:)))
ben- tamam ben internetten indirip size getircem
hıdır dayı- neee?
ben- türkçe bilmiyonmu sen yaaaw niye anlamıyon ben arapçamı konuşuyom burda:)))

velhasıl 12 eylülde ister evet deyin ister hayır deyin ama neye ne için ne dediğinizi bilin yeter...hıdır dayı ısrar etti biraz anlattım maddeleri sırf bir parti taraftarı olduğu için vereceği oyu bilinçli (yada benim etkimde kalarak desek daha iyi) oyunu değiştirdi...refarandum için kulis çalışmalarına başladım haaadi hayırlısı:))))


fotoğraf: alparslan ışık

6 Ağustos 2010 Cuma

:))))


rakı kadehinde balık olmaktan bahseder şairin biri, ıyhkkkkk anason kokusundan nefret ederim:)))
ben çay bardağında telveyim
ağustos da
ağlasun'da...

15 Temmuz 2010 Perşembe

mutluluk


mutluluk mu?
bak anlatayım sana; bugün bir albeni aldım kendime tam paketini açıp yiyecektim plastik yiyen geldi, bacağıma çarptı, albeni elimden düştü hemen kaptı kaçtı... arkasından koştum çünkü markete tekrar gitmek istemiyordum sonunda yakaladım, kulağından tuttum bırak dedim bırakmadı gözlerinde onu bana vermeyeceğini anlatan kesin bir ifade vardı bıraktım ve albeniyi kemik gibi önayaklarının arasına aldı ve hepsini yedi hemde paketiyle beraber:)))

ben markete bir kez daha yürüdüm ama içimde mutluluğu yavru bir köpeğin gözlerinde görmenin huzuru vardı...

8 Temmuz 2010 Perşembe

sen fenerlisin dimi:))))


dünya kupası ikinci yarı final maçını seyrediyoruz... babam almanyayı tutuyor mesutun yani bir türkün ellerinde dünya kupasını görmek istiyor, oğuz ispanyayı tutuyor barcelona hayranlığından olsa gerek... birde türkü tutturmuş "neler oluyor hayatta bir de messi ispanyada olsa olsa"diye:)))

ispanya puyolun golü ile öne geçti... maçın sonlarına doğru almanya bir korner kullanacak korneri beklerken reji ispanyanın kornerden attığı golü tekrar gösterdi... babam "ahaaaaa gol 1-1 oldu" diye bağırarak ayağa kalktı, ben dönüp lafı yapıştırdım "baba sen fenerlisin di mi?:)))))