29 Nisan 2010 Perşembe

n'oluyor yav...

Son günlerde yaşanan olaylar üst üste gelince insanın bi midesi bulanır oldu dünyadan. Seri katil çıktı İzmir de, üç günde üç kişiyi öldürdü, dördüncüsü için gittiği bodrumda yakalandı… sormuşlar niye öldürdün diye, cevap: “para için” yani bir çanta ve bir cep telefonu için… üç kişiyi öldürdü… daha önce hiç tanımadığı hiçbir husumetleri olmayan üç kişi… ne kadar basit oldu bir insanı öldürmek… bir çantadan ne kadar para çıkacaktı ki? Bir telefon kaç para ederdi ki? Silahı dayayıp sadece çanta ve parayı istesen vermez miydiler ki? Sormadın ki bilesin… öldürülen kızlardan birinin yakını konuşuyor “böyle fütursuzca cinayet işleyen biri yaşamamalı idam edilmeli, böyle suçlular için idam geri gelmeli… diğer kızın yakınıda aynı cümleyi kuruyor… üçüncü gün öldürülen travestinin yakını yok, yani en azından kameralar önünde görünmüyorlar, o da kendi seçimleri saygı duymak lazım…

Öteki tarafta Siirt de çocuklara yapılan taciz ve istismar olayları. İlköğretim çağında 7 kız çocuğuna okul müdürü, polis memuru, asker, sivil halk ve sınıf arkadaşlarından oluşan bir sapık gurubu tarafından senelerce tecavüz edilmiş… Kanım dondu …neredeyse o şehirde akıllı bir tane adam yokmuş, birde bu olayı herkes duymuş da Siirt’in adı kötüye çıkar diye susmuşlar… sonra bunların üzerine başbakan, aileden sorumlu devlet bakanı ve şimdi adını hatırlamadığım bir vekilden oluşan koro beraber ve solo şarkılar mırıldanıyor; neymiş bir buçuk yıl önce olan olayı neden haber yapıp çocuklara tekrar travma yaşatılıyormuş… bu ne yahuuu?travma mı? Bu çocukların yaşadığına travma mı diyorsunuz… hani derler ya kargalar güler diye, işte öyle kargalar güler ağlanacak halimize…

Bitti mi? Bitmedi… aynı il, yani Siirt… yine daha vahim bir olay; yetiştirme yurdunda kalan sekiz erkek çocuk yaşları ortalama 8, kendi yaşlarında bir kız çocuğunun uygunsuz fotoğrafını çekmişler sonra kıza şantaj yapmışlar kızın kendisine tecavüz etmemişler ondan çocuk bulmasını istemişler… kız uygunsuz fotoğrafları ortaya çıkınca töre denen zırvalık yüzünden sorgusuz sualsiz öldürüleceğini biliyor. Akrabalarının 3 yaşındaki çocuğunu getirip bu çocuklara veriyor … onlarda tecavüz edip öldürüyorlar… sonra iki buçuk yaşında bir tane daha ölümden dönüyor… 8 yaşında çocuklar bunu nerden biliyorlar? Kim öğretti onlara bu nu? neden küçük çocuk istiyorlar…? Benim aklıma gelen; bu çocuklara da yetiştirme yurdunda tecavüz etmişlerdir, onlarda bunu yaşadıktan sonra kendilerinden küçük insanlara aynısını yaptılar… bu ülkede yetiştirme yurtlarında ne tecavüzlerin olduğunu herkes biliyor… ve bu ülkede çocuklarına bakamadığı için yetiştirme yurduna verip sonra yeniden evlenip 3-4 çocuk daha yapan insanlar var… tüm bir toplum olarak çürümüşüz neresinden tutsak elimizde kalıyor…

Manisada küçük çocuklara zorla fuhuş yaptıran bir çete yakalanıyor nasıl mı? 16 yaşında bir kız zorla fuhuş yaptırılıyor 29 kişi o kızla birlikte oluyor… 30. adam kızın küçük olduğunu görünce polisi arıyor ve polis baskın yapıp kızı kurtarıyor… demek 30 kişiden 1 tane adam çıkıyor bu memlekette…

Bütün bunlar son dört gün içinde ortaya çıktı…
Nisan 2010, dünya her geçen gün daha bi kötüye gidiyor…

çocuktan al aklı...

Rodin

Ünlü heykeltıraş rodin evinde bir at heykeli yapmaktadır. Rodinin birde evini temizleyen bir yardımcısı var. Kadın her gün yanında küçük kızını da getiriyor çünkü Bırakacak yeri yoktur… küçük kız annesi evi temizlerken bir kenara oturup rodini seyreder.

Rodin sonunda bitirir heykeli ve çocuk heyecanla şöyle der;
“aaaaa! Taşın içinde at varmış))))
Ve heykelle ilgili soru soranlara rodin o ünlü cevabı verir
“ ben bişey yapmadım at zaten o taşın içinde vardı ben sadece fazlalıkları attım o kadar” Der…

28 Nisan 2010 Çarşamba

Hayal tamircisi…




Hayal kurmazsak hiçbir şey başaramayız. Her başarı birinin kurduğu hayalle başladı… hayal kurmasaydı Edison ampülü bulamazdı; hayal etmeseydi insan aya gidemezdi.

1919 yılının başlarında boğazdaki işgal kuvvetlerine bakıp “geldikleri gibi giderler” diye hayal kurmasaydı bir Mustafa, şimdi Türkiye olmazdı…

İnsan hayallerinin peşinden gider…

rüya...


gecenin bir yarısı aya bakıyorum. ay birden büyümeye başlıyor ve sonunda gelip dünyaya çarpıyor... ama dünyaya bişey olmadığı gibi aydan göz kamaştırıcı ışık yayılmaya devam ediyor bakamıyoruz... sonra biri ay dünyaya yavaş çarptı onun için bişey olmadı diye saçmalıyor :)))) uyanıyorum...

27 Nisan 2010 Salı

Sahnenin perdesi




Hayat sonsuza yolculuksa ki öyledir,
Ömür; hayatın bize ayrılan zaman dilimidir…
Der Ataol behramoğlu

Biz her şeyi bedenimiz için yapıyoruz. Her zevk beden için. Ruhumuz için bir şey yaptığımız yok. Gençlik sırları, gençlik hevesleri, gençlik özlemleri peşinde koşarken ruhumuzu unutuyoruz…

maya harabelerine araştır-
maya giden bir grup araştırmacıya rehberlik eden keşişler bir ara mola verirler. “zamanımız az neden durduk” diye soran araştırmacılara verdikleri cevap çok manidardır “ ruhumuzu bekliyoruz… çok hızlı yükseldik ruhumuz geride kaldı gelsinler devam ederiz”
biz de hayatı hızlı yaşıyoruz. Arada bir durup ruhumuzu beklememiz lazım…

sağlıklı beslenme, spor, meditasyon, taşlar,enerjiler, burçlar yıldızlar hepsi aslında beden için; beden içindeki beyin için… oysa dengelemek lazım. Ruh beden birlikteliğini sağlamak lazım…

ruhun ihtiyacı olan şey ise gerçekler… insan gerçeği aramıyor… gerçeği görmezlikten geliyor… gerçekten kaçıyor…
insan gerçeği arar mı?
Bir yerde okumuştum “insan gerçeği aramaz, çünkü insan gerçeği sevmez…” diyor.
“gerçek işten eve erken gelen adam için gardırobun içindedir. Bakarsa hayatı değişir, bakmazsa bilmediği şeylerle mutlu yaşamaya devam eder” ve yazının sonunda “ ben o dolabın kapağını mutlaka açarım” diyor…

Bana göre ise; dolabın kapağını açmak hiç sorun değil yanibende mutlaka açarım ceketimi asmak için buna mecburum zaten))) ama asıl sebep dolabın içinden çıkacak her şeye hazırlıklı olmamdır. Evet hayatım değişir başka bir yörüngesi olur o saatten sonra bu normaldir asıl gerçeklerde bunlar değildir…

“İçinden gelen sestir belki doğrusu… Herkesin içindeki ne söylüyorsa artık… Doğru odur! Herkesin doğrusu kendine aittir tamamen, içsel… Hatta çoğu dışarı bile çıkamaz, çoğu söylenemeyecek kadar doğrudur belki…”

Peki, gerçek midir?

Benim merak ettiğim Asıl gerçek; bir sahne olarak düşündüğümüz bu hayatın perdeleri açıldığında kime selam vereceğimizdir…

24 nisan 2010

26 Nisan 2010 Pazartesi

Fanatizm ve onur…




Fanatik fenerli

“ dün akşama kadar fanatik fenerliydim. Dün Galatasaray bursa maçını izlerken galatasarayın kazanmasını istedim ve dün akşam sahada gerçek bir futbol maçı izledim. Gerçek futbolu gördün, daha önce nefret ettiğim keitanın insan olduğunu gördüm, o yerde kıvranırken onun kadar canımın acıdığını gördüm. Barosun gol kaçırdığında guiza gibi üzüldüğünü gördüm. Hakemlerin Galatasaray aleyhine saçma sapan kararlar verdiğini gördüm. Fanatik gözlüklerimi çıkarınca futbolun daha güzel olduğunu gördüm…”

Fanatik g.saraylı

Bende maçtan önce ve maç esnasında değişik duygular yaşadım, maç berabere bitmesin öncelikle bursa kazansın olmazsa Galatasaray kazansın istedim. Hangi kalede olursa olsun her gol pozisyonunda heyecanlandım, kaçınca da üzüldüm. Hem bursa kalecisine hem g.saray kalecisine bütün hünerlelrinizi bu maça mı sakladınız diye kızdım. Hatta son dakikalarda ivan ergiçi son anda durduran m.topala bıraaaaaak bırak gitsin be adam o bir puanı bir tarafımına mı so..caksın diye bağırdım…
Ve maç 0-0 bitince kahroldum sağı solu yumrukladım temiz hava almak için dışarı attım kendimi… sakinleşince oturdum ve düşündüm. Ben sahada olsaydım kendi kaleme gol atabilirmiydim, yada yanımdan geçip giden sercana dokunmaz bırakırmıydım, fener şampiyon olmasın diye ahlaksızlık yapabilirmiydim. Sırf bunun için onurumuzu kaybetmeye değermiydi… değmezdi elbet dedim.

Ben değil miydim Galatasaraylılık skor tabelacılığı değildir diyen, galatasaraylılık onurlu bir biçimde ölene kadar sevme biçimidir, diye…

Ve maçtan birkaç dakika sonra sinirim geçince Galatasaraylı tüm futbolcularla gurur duydum; onurumuzu satmadıkları için…

ama yinede fenere sataşmadan edemeyecem:))
"bir gün herkes fenerli olacak" diyorlardı...
gün oldu devran döndü tüm fenerliler bir gün galatasaraylı oldu:))))

23 Nisan 2010 Cuma

80'ler...calimero


ama bu haksızlık değil mi arkadaşlar?

23 nisan...


yaa her sene 23 nisanda aynı yazıyı yazıyor olabilirim ama ben bu bayramı çok seviyorum içimde ölmeyen bi çocuk var hala ondan olabilir:)))

dünyada ki tek çocuk bayramı... atatürkün bize cumhuriyetten sonra bıraktığı en önemli şey... neden mi? bir gün tüm dünyayı bu ükeye 23 nisan da gelmiş ve dostluğu kardeşliği öğrenmiş çocuklar yönetecek dünyayı... umarım bu günü ve anlamını unutmayacaklar...

tecavüz kaçınılmazsa...


Tecavüz kaçınılmazsa kim etsin istersiniz:))
Nuri alço mu? Tecavüzcü coşkun mu?

Nuri alço kibar tecavüzcü ,hiç zorlama yok gayet kibar bi şekilde eve atar gazozuna ilaç katar ve kadın uyandığında çıplaktır çarşafa sarılarak çığlık atar…

T.C. ise parçalamaktan zevk alır o elbiseyi paramparça etsin yeter… başka bişey istemez hani… kahbe Bizans filminde bizanslılar nacar köyünü basar vebiri bir kadına tecavüz etmeye çalışır t. Coşkun çıkar çadırdan adamı itelerken heeeeyyyyt o benim karım ona ancak ben tecavüz ederim der ve saldırır:))

Alçoyla coşkun arasında şöyle bir fark var ikisinde de ameliyat oluyorsunuz ama biri narkozlu biri narkozsuz:)))

Kibarlık demişken aklıma bir filmden bir sahne geldi
Adam gazinoda tek başına oturur ve sahnede şarkı söyleyen kadından gözlerini ayırmadan gayet kibar bi şekilde içkisini içer, kadın sahnesi bitince masasına gelir ve aralarında şu konuşmalar geçer:

Müsaade var mı?
Lütfen …oturun…
Eeee anlat
Ne anlatayım
Geldin gözlerimin içine içine baktın… kibar adamsın… kibarlık aileden gelir
Öylemi?
Evet şu etraftaki adamlara bak hepsi beş dakika kibar olmak için neler yapıyorlar ama olmayınca olmuyor işte…

Sponsorluğun tadı kaçtı...

Voleybol bayanlar liginde Fenerbahçe acıbadem in Avrupa ikincisi olmasında büyük pay acıbademin diyorlar sponsorluk o kadar öne geçti mi?
Voleybol liginde neslihanıda transfer eden bi takım var adına dikkat;
Vakıfbank güneş sigorta türk Telekom
Kimseye sponsor bırakmamışlar pes)))
Basketbol liginde ise efespilsenin destekçisi samsung yaa bırakın efes kendi desteklesin beaaa
Basketbolda üç büyüklerin sponsorlarında ise daha bi kardeşlik kokuyu;
Galatasaray cafe crown
Fenerbahçe Ülker
Beşiktaş kola turka
Hepsi aynı ÜLKErin takımları ))

21 Nisan 2010 Çarşamba

samsun halkı kimmiş?


ben demiyorum
bakın samsun halkı neymiş kimmiş atadan öğrenin...

biz...bir terör olayı olduğunda yada her şehit haberinde bu olayı tüm kürt halkına mal edip onlara saldırmıyoruz... peki bir pkklıya atılan yumruk neden kürt halkına atılmış gibi tepki veriliyor... samsun halkı kime neden yumruk attığını bilir kurtuluş savaşı ateşi samsunda yakıldı ilk, şimdi pkk ya ilk yumrukda samsundan...

kimse martaval okumasın bana; bir yumruğa iki şehit verdik...

sırrı sakık bu yumruğun cevabını alacaksınız demişti şimdi kimse bunların eli kanlı değil, silahsız siyasi kanat, pkk ile aynı değil demesin... elleri kanlı işte, pkk ile aynılar işte...

o yumruğu atana günlerce hakaret eden medya karşılığında verdiğimiz iki şehite ses çıkarmadı... ne diyeyim başka ne kadar yazıklar oluyorsa o kadar olsun...

"kadının dili" yazısına benim yorumum...

kuzen ben tamda buna benzer bişeyler yazacaktıum sen yazmışsın...

kadın- seninkini bir kadınla gördüm...
kadına- benden güzel mi?
( ilk soru bu... benden güzel mi? kime tercih edildiğini merak ediyor)

erkek- moruk seninki evleniyormuş
erkeğe- herif zengin miymiş?( ilk soru bu... niye reddedildiğini merak ediyor)
erkek- evet
erkeğe- beni neden reddettiği belli oldu orospunun...:(((

ateş olmayan yerden duman çıkmaz
istisnalar kaideyi bozmaz kurallarına göre durum şudur:

erkek daha güzeli arar
kadın daha zengini

ve erkeğinki kadınınkine göre daha ulvidir...

bir önceki yazıya kuzenden cevap...

ben buna yorum yapacam...

Devamını Gören vazgeçemez. vazgeçmek karar vermenin sonucudur. Ki kadın hiçbir zaman net karar veremez, her zaman biraz tereddüt duyar, biraz şüphe çokça da acil çıkış kapısı yaratır kendine... yani kadın aslında karar vermediği bir aşktan tamamen emin olduğunda silebir herşeyi...

işte burda erkekle kadını ayıran en önemli etken göze çarpar... yazıda kadın tamemen etken dışıdır ve doğal olarak edilgen durumdadır... yani erkek kararları almış kadında sonuçlarından vazife çıkarmış olur... ama tüm kadınların farkında varamadığı şey karar almak yürekli insanların işidir. ve kadınlar asla bir vedanın kararını alamaz bu suçu hep paylaşmak ister erkekle, yönledirmeler sonucunda dayanılmaz olan ilişkide erkek gitme kararını alır ve uygular, ama kadın sadece sonuçlarından bahseder, oysa erdemli davranışı yapan erkek neden günah keçicisi olsunki... yani sizin bahsettiğiniz şey vazgeçmek değil kabullenmektir.

feministler tarafından tartaklanmadan sustum.....

çağlar şahin...

20 Nisan 2010 Salı

bir kadının dili...


• Kadın Vazgeçerse....

Peki bir kadın sevdiği kişiden ne zaman ve nasıl vazgeçer sizce? Bir kadının her şeyi ve tüm duygularını ardında bırakıp gitmesi hiç kolay değildir aslında! Kadınlar ilişkilerine ve sevdiklerine çok daha fazla bağlıdır. Sonuna kadar savaşır bir kadın aşkı ve erkeği için, her türlü fedakârlığı yapar. Çoğu zaman karşılık göremese de sevmeye devam eder. İçi acısa da, yüreği sızlasa da sevmekten vazgeçmez. Karşısındakine sevme güvenini o kadar hissettirmiştir ki, erkek kendinden emindir. Ne yaparsa yapsın kadının kendisini her daim seveceğini düşünür. Ama işte bu noktada yanılır. Bilmediği bir şey vardır kadınlar hakkında. O da bir kadının kendisine yapılan her şeyi biriktirdiği ve unutmadığıdır. Bir anda olmaz bu karar veriş, günün birinde tüm duygularını da yanına alıp çeker gider kadın usulca erkeğin hayatından! Nereye mi? Kendisine sevgiyle açılmış gerçek bir aşka tabii ki… Kadınların istediği sadece biraz ilgi ve şefkattir aslında! Siz hayata ne verirseniz o da size aynısını geri verir örneğinde olduğu gibi, karşınızdaki insana ne verirseniz ondan da o kadarını alırsınız.

Her şeyin tükendiği gibi, sevgiler de bir gün tükenir. Hiçbir şey vermeden sevilmeyi beklemek olmaz, olamaz! Ve bir gün gelir, sizi karşılıksız seven insan da yorulur artık. Beklemekten ve böylesi bir sevgiden usanmıştır. Şarkıda da dediği gibi denemiştir defalarca kadın erkekten arta kalanlarla! Kendisini yalnız ve onsuz bıraktığı anlarda bile ona dönmüştür hep! Ama sevmek ilgilenmektir, bağlılıktır, güvendir, özveridir. Sevgi paylaşılınca güzeldir. İşte bu duygular yok olmuştur kadında zamanla. Mantığı kalbinin önüne geçmiştir.. Bir kadın ne zaman gerçekten vazgeçer bilir misiniz dostlarım? Sevgisine karşılık alamadığını hissettiği zaman! Erkek kadının hala kendisini sevdiğini zannederken kadın çoktan sevgisini kalbine gömerek uzaklaşmıştır. Belki bu karar çok kolay olmamıştır, ikilemde kalmıştır uzun bir süre, amaçsızca sokaklarda dolaşmış ve düşünmüştür saatlerce! Aklı sarsıntılarla yorgun düşmüş, bilinci kamaşmış ve bir kaosun ortasında bulmuştur kendisini. Ama en sonunda vazgeçme kararını vermiştir zor olsa da, bunu yaparken de dönüşe dair tüm kelimeleri lügatinden çıkarmıştır.

Vazgeçmiştir belki kalbini arkada bırakarak, ama aklını yanına almıştır. O yüzden bu kadar kolay gidebilmiştir. Her seferinde bıraktığı açık kapılar artık kapalıdır sonuna kadar.. Ve bir sabah kalktığında gülümseyerek aynaya şöyle der kadın: "Günaydın, gittim ben.. Vazgeçme kararını verdiğinde fonda Sezen’den şu cümleler dökülmektedir: "Ben senin hayatından gittim oğlum, hadi yerime koy birini koyabilirsen"…

SEVMEKTEN NE ZAMAN VAZGEÇTİM?

Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak
olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere
gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
Tablolarımda artik kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden sen olduğun için vazgeçtim.

BENCİL OLDUĞUN İÇİN VAZGEÇTİM!!
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.

Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini
anladım. Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.
Bir erkek vazgeçmek istiyorsa tek bir neden yeterlidir ama biz kadınlar sevgimiz için mücadele ederiz,
çünkü biz kadınlar elimizdekiyle yetinmesini
ve mutlu olmasını biliriz.
Eğer sizin için mücadele edecek, sizi bir
kadının hak ettiği değerle süsleyecek, sizi hayatına dâhil edebilecek ve
gözlerinizin içine bakıp SENİ SEVİYORUM diyebilecek bir erkeğiniz varsa
dünyanın en şanslı kadınısınızdır demektir.

bu güzel yazı için teşekkürler çiğdem yaman...

hala yazıyom mu ben yaaa:)))

maç bitti internet geyikleri bitmedi:

-bilicaya iki kamyon tuğla indirelim de kale önüne duvar örsün :)))

-bilicayı kadıköy belediyesinde işe sokun kazma kürekçi olsun:))

-bir fenerli soruyor "abi şampiyonluğumuz çok mu zorunuza gitti" cevap: tüm adi şampiyonluklar zoruma gider ama görüyorum ki bu sizin zorunuza hiç gitmemiş çok kolay hazmetmişsiniz bu durumu, ama öyle kolay şampiyonluk yok bursa şampiyon olunca görcem sizi hem şampiyon olamayacaksınız hem yaptığınız şerefsizlik yanınıza leke kalacak...

ben bir fenerliye soruyorum
- bu maçı aziz yıldırım yönetseydi daha kötü yönetebilirmiydi?
kem kem ederken beşiktaşlı cevap veriyor
-zaten o yönetti:))))

19 Nisan 2010 Pazartesi

bir maç için bu kadar yazı yazılır mı? yazdırıyolar işte...


Fenerbahçe Beşiktaş maçının ayrıntıları:
Kırmızı kart raporu:
Beşiktaşlı fabien ernst ikili mücadele sırasında eli emrebölezoğlunun yüzüne çarpıyor, emre kendini acılar içinde yere atıyor hakem olay yerine beş metre mesafede oyunu devam ettiriyor. Pozisyonun devamında top taca çıkıyor. Bu sırada yardımcı hakem kulaklıktan bir şeyler söylüyor hakem olaya 70 metre uzaklıkta olan diğer yarı sahanın yan hakemine bakarak dinliyor ve ernst e kırmızı kart çıkarıyor… kendi beş metreden görememiş kartı çıkarırken ernste dirsek atmışsın diye işaret yapıyor…

Maçın sonlarına doğru vedersonla İbrahim toroman ikili mücadele sırasında düşüyorlar ayağa kalkarken dikleniyorlar birbirlerine ve aynı yan hakem olay yerine geliyor (s.gencerler) veorta hakeme ( Hüseyin göcek) bir şeyler söylüyor ve göcek yine kırmızı kartlarını çıkarırken vedersona kötü söz söyledin toromana da bastın diye işaret ederek gösteriyor …

Üç kırmızı kartın üçüde haksız yan hakemin telkinleriyle… eğer bunlar kırmızıysa fenerbahçenin maçı tamamlaması imkansızdı…
Bilicayı shadan üç kez atması gerekiyordu maçı tek sarı kartla tamamladı… bilica İbrahim toromanın saçını çekti, İbrahim kaşın kulağını çekti, penaltı yaptı, penaltıya sinirlenip penaltı noktasını eşeledi ve sahada kaldı akıl almıyor…
Emre belözoğlu hakemi aldatmaya yönelik hareketle penaltı bekledi, toromanın dizinin üstünde bir noktaya taban girdi tekmeledi,ernsti attıran harekette hakemi aldattı, İbrahim kaşa hafif şiddette vurdu, her kavganın içinde vardı ve maçı sarıkart bile görmeden tamamladı havsalam almıyor…
Mehmet topuz boboya taban girdi ayagına bastı hakem yine devam dedi…
Guiza İbrahim toromanı 10 saniye kadar formasından çekip durdurdu sarı kart görmedi, pozisyonun devamında formasının yakasını hala bırakmayan guizayı iterek kendini kurtaran toromanı itip kakarak üstüne yürüdü ikinci sarı kartıda görmedi, beşiktaşın kaçan penaltısından sonra hakeme dönüp yumruklarını sıktı kollarını dirseklerinden öne doğru büküp o kötü manaya gelen hareketi yaptı ama guizada sarı kart bile görmeden maçı tamamladı…
Birde beşiktaştan tello semihe çaktırmadan yumruk attı onuda görmedi, gördüyse bile artık o saatte veremzdi kırmızıyı neleri veremedikten sonra…
Göcek eğer normal kuralları uygulasaydı Fenerbahçe maçı tamamlayamazdı … fenerin bu maçı tamamlayabilmiş olmasını yüreksizlikten başka bişeyle açıklayamıyorum… tıpkı ilk yarıda bursa maçındaki gibi o maçın hakemide deniz çoban dı…

Penaltı ve ofsayt raporu:
- Lugano ceza sahası içinde, yerde kayarak topu elle kesiyor göcek devam diyor
- Yine lugano kale sahası içine ortalanan topta ferrariyi çekerek düşürüyor, devam diyor hakem. Pozisyonun devamında lugano ferrariyle birlikte kaleci volkanın önüne düşüyor ve zıplamasına engel oluyor hakem fenerli luganonun fenerin kalecisine yaptığı harekete faul veriyor fener serbest vuruşla oyuna başlıyor))
- 64. Dakika da verilen penaltıda bilica penaltı noktasını eşeledi ve orayı bir çukur haline getirdi. Beyaz nokta falan kalmıyor ortada. Oysa futbol kurallarına göre penaltı beyaz noktadan kullanılır. İki hafta önce bursanın penaltısının beyaz nokta dışından mı kullanıldığı konusunda saatlerce tartışan fener medyası şimdi önemli değil diyor… türkiyede ilk defa bir penaltı çukurdan atılıyor ve keçıyor… aşağılık bile demiyorum, çukur zihniyetin çukur stadında çukur futbolcu tarafından kazılan çukura gömüldü maçtan önce balonlarda hayal edilen kartalın lig şampiyonluğu hayalleri…
- Emre maçın başında kaleci rüştünün çok kolay topu kontrol ettiği pozisyonda omzundan çeken değil, omzuna dokunan İbrahim kaşın o dokunuşu ile iki takla atarak kaqlenin içine yuvarlanıp penaltı beklemesine de ben hayret ederken bazı fenerli yorumcularında bu penaltıydı demesine şaşkınlıktan diyecek bi laf bulamıyorum…
- Beşiktaşın iki fenerbahçenin bir pozisyonunuda yanlış bayrak çekerek kestiler…

Bu kadar hatanın rezaletin olduğu birkaç maç daha hatırlıyorum ama nedense hepsi fenerin lehine rezaletlerin olduğu maçlardı…


Ve kural hatası:

Futbol kuralları 17. Madde: saha çizgileri yada saha içindeki işaretler yada korner veya kale direkleri bir futbolcu tarafından tahrip edilir, değiştirilir yada ortadan kaldırılırsa yapan oyuncuya ihtar yani sarı kart verilir, verdiği tahrifat giderilmeden oyun devam ederse o oyuncunun takımı hükmen yenik sayılır…

Şimdi o beyaz nokta yoktu penaltı çukurdan kullanıldı… yüreğiniz varsa feneri hükmen yenik sayarsınız ve fener bahçenin lig boyunca şaibeli puanlarına bir ek daha yapmazsınız…

Ligin şaibeli puanları

Bursa spor: ankarasporun küme düşürülmesi ile bir içerde bir deplasmanda olmak üzere 6 puan, ve diyarbakırdeplasmanında hükmen alına 3 puan…

Fenerbahçe: ankaraspordan 6 puan, bursaspordan bursada hakemi tartaklayıp aldıkları üç puan, iki Galatasaray maçında ofsayttan atılan gol uyduruk penaltı ve ikinci maçın son dakkasında galatasaraya verilmeyen penaltı ile 6 puan, beşiktaşı kadıköyde yendikleri son maçtan 3 puan

Galatasaray: ankaraspor düşürüldüğünde deplasmanda ankaranın nağmağlup ünvanını bitirip 2-0 yenmişti zaten, o yüzden kendi sahasında hükmen kazandığı ankaraspor maçından 3 puan şaibeli…

Beşiktaş: iki ankaraspor maından 6 puan…
Kirli stad, kirli başkan ve şaibeli ligde kirli şampiyonluğunuz hayırlı olsun…

18 Nisan 2010 Pazar

Kuzen ben demiştim…


Şükrü saraçoğlu çukurunda boğdular kartalı… türkiyede ve dünyada ilk defa bir penaltı beyaz noktadan değil bir çukurdan kullanıldı… bilica penaltıdan sonra ayağıyla kazarak o noktayı çukur yaptı futbol kuralları 17. Maddeye göre bu maçı fener hükmen kaybetmeli ama nerde o yürek… kuzen ben demiştim demeyi sevmiyorum çünkü bu lafı ne zaman söylesem öngördüğüm kötü bir olay olmuş oluyor ama ben demiştim… ve sende bana inanmamıştın…

Rezalete bakın; beşiktaşın iki penaltısının verilmediği, uyduruk iki kırmızı kartın verildiği, eğer onlar kırmızıysa fenerin maçı tamamlamasının mümkün olmadığı bir maç… o stada hakemler bunu hep yapıyor … bilicaya topuza emreye guizaya verilmeyen kartlar eğer penaltı verilse luganonun görmesi gereken kart… hakem skandalları saymakla bitmeyecek bir maçtan galip ayrılan fener şampiyon olacak gibi… aziz amca sözünü tutacak demiştim…

Sadece şampiyonlukta rakipleri olan takımlarla yaptığı maçlara bakın diğer maçlardan bahsetmiyorum bile bursayı bursada hakemi tartaklayarak ve tek kırmızı kart görmeden yendiler , galatasarayı kadıköyde maçtan önce kafasına taş atılan hakemin çekemediği ofsayt bayrağı ve yüreksiz hakemin uydurduğu penaltıyla yendiler… ali samiyende iki takımında rezil oynadığı maç; fenerin şans golüne rağmen berabere bitebilirdi; son Dakka da dos santosun düşürülmesine penaltı çalamayan hakem sayesinde skor 0-1 oldu… o maçtan üç gün öncede aziz yıldırımın federasyonu ve hakemleri barkovizyon gösterili basın toplantısında topa tutması varki; olacak iş değil… o barkovizyonda gösterilen iki penaltının aynısı 90+3 de ali samiyende oldu lugano dos santosu omzundan çekip düşürdü ve sonuç aynı yüreksiz hakemin biri daha veremedi o penaltıyı… ve enson kadıköyde Beşiktaş maçı rezaletin son perdesi oldu…

Aziz amca üç yıl üst üste şampiyon olacaz demişti bu sözü verenin bir bildiği vardır elbet…

aya mesaj


1961 de Ruslar yury gagarini uzaya gönderip bir ilki gerçekleştirince başkan Kennedy nin isteği ile abd uzaya bir araç gönderip dünyanın etrafında bir tur attırdı 1962 de… Ruslarla Amerikalıların bu sidik yarışı devam ederken abd daha büyük bir zaferin peşine düştü aya gideceklerdi. Bunun için tüm hazırlıklar yapıldı bazı denemeler yapmaları gerekiyordu mesela aya inince astronotların nasıl yürüyeceklerinin provası için dünya üzerinde yer arandı… sonunda amerikada aya benzer bir yer buldular kıtanın asıl sahipleri Kızılderililerin yaşamaya mahkum edildikleri o yer aya benziyordu hayat yoktu yani… astronotlar orada bazı denemeler ve yürüyüş çalışmaları yaparken yaşlı bir Kızılderili ve torunu onları bir tepeden seyrediyordu bir ara tepeden indiler yaşlı adam İngilizce bilmiyordu ama torunu onu tercüme ediyordu…

-Ne yapıyorsunuz burada? Diye soruyor dedem dedi küçük çocuk
-Amerikalılar cevap verdiler aya gideceğiz onun için çalışma yapıyoruz

Bunun üzerine yaşlı adam aydakilere mesaj göndermek istediğini söyledi torununa torunuda Amerikalılara iletti onlarda kabul ettiler ve bir ses kayıt cihazı çıkardılar… yaşlı adam kısa bir şeyler söyledi ve arkasını dönüp gitti küçük çocuk mesajı tercüme etti

“dikkat edin beyaz adamlar topraklarınızı almaya geliyorlar”

bunu anlamak için o kadar yükseğe çıkmak mı lazım

Bir grup astronot uzaya çıkarken dünyayı seyrediyorlarmış yaşadıkları şehirleri gösterip bu benim şehrim diyorlarmış… biraz daha yükselince ülkelerini gösterip bu benim ülkem demeye başlamışlar biraz daha yükelince sadece kıtalar görünür olmuşatalarının geldiği kıtaları gösterip bu benim kıtam demişler biraz daha yükselince artık masmavi bve beyaz ağırlıkta olan dünya görünüyormuş artık sadece;

Ve bu bizim dünyamız demişler…

Buranın bizim dünyamız olduğunu söylemek için o kadar yükseğe çıkmaya gerek yok… bu bizim dünyamız…

sunay akından mimar sinan şifresi


İstanbulda iki tane cami var isimleri aynı, mihrimah sultan camii.
Bütün camilerin ismi ayrı ayrı ama bu iki cami kanuninin kızının ismini taşıyorlar.

Caminin biri üsküdarda biri Edirne kapıda... güneş her gün üsküdardaki minrimah sultan camisinin arkasından doğarken ay Edirne kapıdaki mihrimah sultan camisinin arkasından batıyor, tekrar akşam güneş Edirne kapıdan batarken üsküdardan ay doğar...

ve mihrimah da ay ve güneş demektir zaten…

yiyişme yeri:)))


Eskiden aynı işyerinde çalıştığım bir kız arkadaşımla karşılaştım. Orada bir banka oturup konuşuyorduk. birden bir erkek sesi ile irkildik. gençten bir çocuk telefonla konuşuyor:

“alooo, heee Necati Parkdayım ben gel… yav Yiyişme yeri var ya oradayım… hadi gel”

O sırada yanımdaki kız rahatsız oldu… isterse kalkabileceğimizi söyledim… o sırada kıyıda köşede ne kadar sevişen çift varsa ki sayıları bayağı vardı, hepsi rahatsız oldular ve kalkıp gitmeye başladılar. Hepsi aynı anda olunca komik de oldu… meğer ne çok çift varmış orada biz farkında değilmişiz…
Ve yılmaz erdoğanın bir şiirinden bir alıntı yapıyorum orada;

“Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu...
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim...
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak...
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu...”

Alıntının üzerine birde gülüşüyoruz…

Evet yiyişenleri rahatsız etmek fiiliydi bu düpedüz… peki yiyişmeyenler ikinci sınıf vatandaş mı ki? Hep yiyişenlerin olduğu mekanlardan uzak durmaları bekleniyor, acaba onlarda tek başına yada hemcinsleriyle oturanları rahatsız ettiklerini bir kere akıllarına getiriyorlar mı? Sanmıyorum onların akılları o an kafalarında değil diye düşünüyorum…

17 Nisan 2010 Cumartesi

80'ler... galatasaray


1982-83 sezonu, Özkan Sümer yönetiminde, ligin 50 golle en golcü takımı olan ama maalesef 3ncü sırada bitirdiğimiz; Haydar'lı, Fatih terimli, Mustafa'denizlilı, Ali Çoban'lı, Raşit'li, Sefer'li, Ahmet'li, Adnan'lı, Sejdiç'li, Bülent'li, Hociç'li,Metin'li, Cüneyt'li GALATASARAY'ımızın kadrosu...

80li yıllarda çocuk olmak başkadır galatasaraylı çocuk olmak daha bi başkadır... biz o yılarda 14 yıl üst üste şampiyon olamamış bir takıma gönül verdik... bizi şampiyonluklar cezbetmedi renklere gönül verdik galatasaraylı olmak böyle başka bişeydir...80lerin samimi, cesur ve yürekli çocuklarıydı galatasaraylı olanlar...
ve sonra şampiyonlukların kupaların ve efsane olma hikayelerini bizzat yaşadık 80 lerin ikinci yarısında iki şampiyonluk sonunda şampiyon kulüpler kupasında yarı final, 90ların tamamında 6 şampiyonluk şampiyonlar ligi zaferleri ve sonunda uefa kupası ve 2000 lerde süper kupa ve 3 şampiyonluk daha...

biz başkaydık herzaman
galatasarylı olmak başkadır herzaman...

16 Nisan 2010 Cuma

bitliste beş minare...


Bugünlerde Antalya sokakları hem yaz sıcaklarının başlaması hem de 23 nisan dolayısıyla hem çok kalabalık hem çok yabancı. Öyle ki ortalıkta Türk bulmak çok zor. her yer yabancılarla dolu… yolda yürürken sürekli yolumu kesip bana bir yerlerin yerini soruyorlar. Allahtan 28 dilde yol tarifi yapabiliyorum da:))) sorun olmuyor…

Sonunda caddelerin kalabalığından kendimi falezlere attım, kendimi falezlerden atasım da geldi ama ben geri gönderdim onu:)) kayalıklardan denize giren çocukları seyrederken birden arkamda bi gölge belirdi dönüp baktım kara kuru doğulu bi tip bana sırıtıyor. Bende sırıttım, “hello” dedi. Suratımı ekşiterek tekrar sırıttım çocukları seyretmeye devam ettim ama herif anlatmaya başladı… onun berbat bir İngilizceyle anlattıklarını ben Türkçe anlatacam…

-çok hoş bir yer burası… bu çocuklar yüzmede bilmiyorlar , sonra gulu gulu… sen almanmısın?

(kafamla hayır işareti yaparken anladım neden herkesin bana yol sorduğunu, beni kendilerinden sanıyorlar oysa bir şehri o şehre yabancı olan birine sormak çok mantıklıda değil. Öte yandan hiç yabancı dil bilmeyen yerlilere de sorup sorup cevap alamayınca ne yapsınlar…)

-Hollandalımısın
-(hemde uçan Hollandalıyım) hayır
-Nerelisin peki?
-Rusum
-Oooov ben seni alman sandım… Ruslar soğuk oluyorlar konuşmuyorlar sert suratlılar, sen sıcaksın sempatiksin, gülüyorsun, yakışıklısın …
(deli galiba:))))

-aşşağıda ayağıma deniz kestanesi battı …deniz kestanesi Türkçe, İngilizcesini bilmiyorum, şöyle uzun uzun siyah bişey… sen hangi otelde kalıyon? Falez? şeriton?
-hayır benim otel kemerde
- kemer güzeldir. Ben 4 sene Side’de çalıştım… Side de güzel hem ucuz… Bitlisliyim ben… kürdüm Kürtleri biliyormusun?
- ne Kürtleri biliyorum ne bitlisi…
-bitlis bizim orası, zamanında Ruslar işgal etmiş Ermenilerle beraber, Atatürk asker… Atatürkü biliyor musun?( aynen onun kuramadığı cümleleri kuramıyorum burada bende))) Atatürk askerleriyle hepsine zafer kazandı yunanlılar İtalyanlar Fransızlar ( bunlarıda aynen Türkçe gibi söylüyor grece falan demiyo :)))
daha bir sürü şey daha anlattı ama dinlemedim … sonunda bira içmeye gidelim mi dedi ve derdi anlaşıldı o yakışıklısın diye çektiği yağların sebebi de anlaşıldı…

ben gitmeliyim dedim ve uzaklaştım…

konyaaltı plajına bakan yüksek bir yerde bir banka oturdum gün batımını fotoğraflıyorum… yanıma bu sefer bir alman bayan geldi almanca konuştuğundan anladım:))oturabilir miyim dedi … naturlich dedim benim Almancamda bu kadar yani:)) kadın bir süre oturdu konyaaltı plajını ve gün batımını beraber seyrettik arkamızda çimlere oturmuş üç gençte gitar çalıp şarkı söylüyorlar… offf keyfime diyecek yok… bir süre sonra kız gitti, gitarcılar sustu benimde dilime takıldı bi türkü söylüyorum



bitlisdeeee beş minare…beri gel canan beri gel…

biri omzuma dokundu dönüp baktım bizim Bitlisli, hemen şarkıyı ruscaya çevirdim , yine İngilizce olarak:
-Nerden biliyon sen bizim türküyü dedi
-Anlamadım
-Şarkı şarkı bizim oraların şarkısı
-Haaa bilmiyorum bizdede böyle bi şarkı var müzik aynı herhalde
(bunuda yedi:)) ve anlatmaya başladı yine
-yanındaki kız kimdi o gidene kadar gelmedim yanına
-bilmiyorum almandı hamileydi hiç konuşmadık
-adın ne senin
-artur
-vayyy kral artur he hehe
-senin adın ne ?
-ahmet
-ikinci Ahmet mi?:)))
-ne?
-Ahmet türk ismi mi diyorum?
-evet evet…Ruslar geldiği zaman Atatürk… ( diye yine başladı ben gitmeliyim dedim ve kaçtım:))

ve yılmaz özdil de benden kopya çekiyor:))


TARİHTE BUGÜN
Bugün, 02:04 benden kopya çekiyor bu adam... işte hükümet bu, muhalefet bu, sistem bu hepsi aynı bok diyor yani...benim siyaset oyunu yazıma ne kadar benziyor...


Koca koca profesörlerden oluşan ÖSYM’nin bir sene çalışıp, üniversite sınavında yanlış soru sorduğu ortaya çıktı...

Dershane taksidini ödeyemediği
için evine haciz gönderilip, içeri tıkılan
ve oğlu intihar eden anneye, hapisten çıkar çıkmaz makarna bulgur kolisi verildi!

Eğitim, bu.

Kendisini Maliye Bakanlığı Müsteşarı olarak tanıtan biri, banka kredisi çekmeye hazırlanan çiftçilere yanaştı, faiz haramdır, almayın, ben size faizsiz AB kredisi bulayım dedi, 10 bin lira rüşvet istedi. Faiz haramdır, günaha girmeyelim diye düşünen çiftçiler, rüşvet vermekte sakınca görmedi! Faizsiz krediden haber çıkmayınca, maliye müsteşarı sanılan arkadaşın dolandırıcı olduğu, Bursa’nın yanı sıra İstanbul, İzmit, Balıkesir ve Yalova’yı tokatladığı ortaya çıktı.

Vatandaş, bu.

MHP, iktidar partisi AKP’yi bırakıp MHP’ye geçen Adana belediye başkanını MHP’den attı. AKP, kendisini bırakıp MHP’ye geçen belediye başkanını
zart diye görevden aldı. CHP de, MHP’yle
işbirliği yapacağım deyip, MHP
yerine AKP adayını destekledi. AKP’nin
adayı bu sayede başkanlığa oturdu.

Muhalefet, bu.

İzmirli öğretmen, makine mühendisi arkadaşıyla birlikte, yatalak hastaların hayatını kolaylaştıracak robot geliştirdi. Sanayi Bakanlığı’na bağlı Kosgeb’e başvurdu. Kosgeb, projeye destek için para vereceğine, 200 bin lira teminat, 40 bin lira da nakit istedi! Bunun üzerine, Sağlık Bakanlığı’na başvurdu. Sağlık Bakanlığı, valiye gönderdi. Vali, kaymakama yönlendirdi. Kaymakam projeyi inceledi ve mucit öğretmene
bir ton kömür yardımında bulundu!

Hükümet, bu.

40 sene önce bugün, ilk elektronik hesap makinesi icat edilmişti...
Varın siz hesap edin artık.

Unutmadan...
15 Nisan’da bi şey daha oldu.
Titanic battı.

alpin günlükleri

Bloguma yazdığım yazıları sanki kimse okumayacakmış gibi yazıyorum sonra bana geri dönüşü olduğunda bir anlık bi telaş düşüyor içime sanki günlüğümü biri okumuş gibi bi telaş…

Sonra yazdıklarımı tekrar kontrolden geçiriyorum ama değiştirmiyorum yazdıklarımı. İnternette yazmaya başlamadan önce günlük tutuyordum ama öyle seyir defteri gibi bişey değil.

Çocukken:
“Oğlum günlük bugün mehmetin bilyelerinin hepsini üttüm”
Ergenlikte:
“kanki ne haber bugün ayşegülü gördüm çoooook güzeldiiiiii yaaaaa!”
Üniversitede:
“lan günlük napıyon , bak iki dakka dinle sana bişey anlatcam seyahat finalinden kaldım lan uzadı okul…”

Gibi şeyler yazmıyordum… içimden şehirlerarası bir otobüs gibi geçenleri anlatıyordum sonra kalırsa sayfanın boş kısmına güne dair notlar düşüyordum… internet icat edilince blog açtım kendime ve oraya yazmaya başladım işte blogda ne yazıyorsam onlara benzer şeyler yazıyordum günlüklerimede…

Yani tabiî ki halka açık olunca bazen isimleri bazen markaları bazen kimlikleri sakladığım oluyor ama anlattıklarım değişmiyor, düşüncelerim zamanla değişiyor yazdıklarımda…

help durumu...

Tv’de bir kadın değişik bir spor dalı üzerine yaptıkları çalışmayı anlatıyor: “ yaaa öyle bi help durumumuz yok sadece tanıtım amaçlıyoruz relaxız yani…”

Galiba anlaşılmamaya çalışıyoruz … çünkü insanlar aynı dili konuşurken bile birbirini anlamakta zorlanıyor. Dinlemiyoruz çünkü kimseyi … birde bunun üzerine konuştuğumuz dile Fransızca, İngilizce, İspanyolca kelimeler ekleyip sözüm ona bir halt ettiğimizi sanıyoruz… ayyy ay ay ne kültürlü kadın help durumu yokmuş çok relax mış yahu desinler…daha ne olsun…

Yabancı dil öğren konuş kimsenin ona bişey dediği yok, ama Türkçe konuşuyorsan içine katma yabani bişeyler; yaban otlarını neden ayıklarlar bahçelerden bilirsin asıl yetiştirmek istediğimiz bitkinin suyuna, güneşine, gübresine ortak olmasın diye… gün olur “help” oturur diline “yardım” “imdat” kelimelerini unutursun…

üniversitede bir hocamız vardı branşı değildi ama İngilizce derslerine girerdi. bazen bize şöyle derdi “hımm unuttum nasıl diyorlardı sizin dilde” duyan kendisini İngiliz zanneder sizin dil dediği kendi ana dili …

neyse diyeceğim o ki; “help durumumuz yok” diye bi söylem varmı yaaahu…
Help durumu var kafalarımızda…

Başka dilde babaanne…

Yaaa babaynem bir başkadır yaaa! Neredeyse tüm Türkçe kelimeleri yanlış kullanır adeta başka bir dilde konuşur gibi ama ben en iyi onu anlarım bu hayatta… babaynem ve büyükbabamın arasına oturup Karadeniz’i seyrederek büyüdüm ben… ve ne öğrendiysem, ne biliyorsam , onlar öğretti bana, adam olmaya dair ne varsa…

Köfte yapıyordum aklıma geldi, babaynem gibi söyledim “ne yapıyorsun” diye sorunca annem “küfte dedim… kapiyi kapat dedim sonra))) oğuz han’ın ismini koyma tartışmaları yapılırken babam “Sancar” olsun dediğinde “ben Sencer pencer diyemem” demişti ve diyemediği açık ve seçik biçimde ortadaydı))

Gider dizlerine yatardım ve her şeyi anlatırdım ona, kulakları iyi duymuyor ya nasıl olsa anlatıp rahatlıyorum, o da saçlarımı okşayıp alakasız cevaplar veriyordu bana )))) yani o başka dilde dinliyor ben başka dilde anlatıyordum…

14 Nisan 2010 Çarşamba

alt yazı. kavanoz kafa



Saçlarımı Amerikan tarzı kestirdim önce bazı sağlık sorunlarım yüzünden kazıttım sonra biraz uzayınca yanları kazıttım üstleri bıraktım tam bu haldeyken film seyretmek için dvd arşivine baktım... seyretmediğim filmler arasından “jar head” isimli bir film buldum;

evet “kavanoz kafa” bir Amerikan filmi 1. Körfez savaşı sırasında Suudi arabistana gönderilen ve tek kurşun atmadan savaştan dönen bir grup deniz piyadesinin hikayesi onlara benimkiyle aynı olan saçları yüzünden kavanoz kafa diyorlar :)))

Filmden alt yazı:

Ve tüfeğini teslim etti. Tüfeğiyle işi bitti zannediyordu ama hayatı boyunca elleriyle yaptığı her şeyde; bir kadını okşarken, bir binayı onarırken, oğlunun altını değiştirirken hep tüfeğini hatırladı elleri…

“Jar head “ filminden

Siyaset oyunu…

Türkler ikiye ayrılır( tarihin her döneminde hemen her konuda)

Birileri orduya, yargıya kendi adamlarını yerleştirip kendi hegemonyalarını kurmaya çalışıyor; birileri de kendi hegemonyaları yıkılıyor diye yırtınıyor…

Şimdi bu yazıyı okuyan herkes ister akp’li olsun ister chp’li bana kızacak… çünkü ona göre kendi gibi düşünenlerin belli kadrolara sahip olması demokrasiye aykırı değil, demokrasiye aykırı olan şey kendi gibi düşünmeyenlerin belli kadrolara sahip olması…

Kendi gibi düşünenlerin çalıp çırpması sorun değil, sorun olan şey düşman gördüğü kendi gibi düşünmeyenlerin çalıp çırpması devleti talan etmesi. Bu yüzden kendi gibi düşünen adamlarla ilgili yolsuzluk iddialarına kulaklarını tıkar, iktidar başkalarının eline geçince devleti soydunuz sattınız demeye başlar… devlet millet kimsenin gerçekten umurunda değildir…

Kendi gibi düşünenlerin anti demokratik davranışları belli ulvi amaçlar için meşru sayılır, oysa yanlış olan demokrasiye uymayan şey kendi gibi düşünmeyenlerin anti demokratik davranmasıdır…

Özgürlükler, insan hakları, hak hukuk, hepsi kendi gibi düşünenler içindir başka türlü düşünenler özgürlüğü hak edemezler, insan hakları onlar için geçerli değildir. Kendi gibi düşünenlerin arzu ettiği hak hukuktan başka hak hukuk yoktur onlar için…

Bu şuna benzer: Bir kesim Yahudiler için 10 emrin farklı yorumu geçerlidir. Buna göre hırsızlık yapmak günahtır ama sadece bir yahudinin malını çalmak günah… adam öldürmek günahtır ama sadece bir yahudiyi öldürmek günahtır Yahudi olmayan birine her şeyi yapmak mubahtır…

Siyaset diye bir oyun var
Ben küçüklüğümde hiç oynamadım böyle bi oyun
Kim nereden nasıl oynatıyor bu oyunu…bilmem…

din bilimdir...

Albert einstein’ın hocası ile söz düellosu…

-Eğer tanrı varsa, kötüdür… çünkü tanrı yaratılmış her şeyi yaratansa kötülüğü de o yaratmıştır… bu da demek oluyor ki eğer tanrı varsa kötüdür…
-Profesör soğuk gerçekte var mıdır?
-Ne tür bir soru bu tabii ki var…
-Aslında efendim soğuk diye bir şey yoktur. Fizik kanunlarına göre gerçekte soğuğu bize düşündüren şey ısının yokluğudur… peki profesör gerçekte karanlık var mıdır?
-Tabii ki vardır…
-Hayır profesör karanlıkta gerçekte yoktur… karanlık dediğimiz şey gerçekte ışığın yokluğudur… ışık üzerinde çalışabileceğimiz bir konudur ancak karanlık değil… ve profesör kötülük diye bişey yoktur tıpkı soğuk ve karanlık gibi; kötülük gerçekte iyiliğin yokluğudur… tanrı kötülüğü yaratmadı… kötülük insanın içinde tanrı sevgisi olmadan yaptığı şeylerden ibarettir…



Dinde bir bilimdir
Din eğitimi bilimsel eğitim almış din adamları tarafından verilmeli

Albert Einstein 1879-1955

yaşadığımız dini bilmiyoruz...

İslama iftira atıyorlar
İslamı yaşamayı bilmeyen Müslümanlar yüzünden

Adının anlamı barış olan bir dini, terörizmle bir araya getirenlerden bahsediyorum… anlamı hukuk olan bir düzeni yani şeraiti yanlış anlatıp yanlış uygulayıp bir numaralı düşmanımız olmasına sebep olanlardan bahsediyorum şeriat istemek hukuk istemektir ve yaşadığınız yerin kanunlarıdır hukuk şeriat isteyen ne istediğini bilmiyor, istemeyen neye karşı olduğunu bilmiyor, islamın barış dini olduğunu bilmeyenler insan öldürüyor sebepli sebepsiz masum kadın çoluk çocuk ayırmadan…

Bir Yahudi “Recm var diyor sizin dininizde zina yapan zaniye ceza yokta zaniyeyi taşlayarak öldürüyorsunuz diyor. Kadını böyle gören bir zihniyetteki dinin neyini savunuyorsun” diyor…

Bende diyorum ki; kuranda recm diye bişey yok. Zina yapmak hem erkeğe hem kadına aynı günah ve cezası öteki dünyada verilecek diyor. Bu dünyadaki ceza yaşanan o toplumun kendi kanunlarına göre verilir… kuranda recm yok taşlayarak öldürme cezası tevratta …Yahudi tevratı bilmiyor Müslüman tevrattaki cezayı islamın şartı sanıyor…

“Kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapıyor sizin dininiz” diyor bir başkası

Kuran hep anadan bahsediyor hiç babadan bahsettiğini görmedim ben… birinden çok bahsediyorsan onu daha çok seviyor koruyor kolluyorsun demektir…

“ eeee o zamanda erkeğe haksızlık ediyor demektir” diye mantık yürütüyor.

Bu dünya bi sınav yeri herkes başka konulardan sınavda ve belkide sınav koşullarını biz dünyaya gelmeden önce kendimiz seçtik perde bir gün açılır ve gerçekleri görürüz…

“ eee dört kadın alma hakkı ne oluyor”

- o ayette o işin şartları belli; onu okumadan bu iftira nasıl atılır… eskiden savaş hali erkeklerin sayısı hep azalıyor ki bugün bile bazı toplumlarda böyle bir durum var … Rusya da kadın nüfusu 10 milyon fazla, Mogolistan da 6 kadına bir erkek düşüyor… yani böyle bir durumda gereklilik varsa ve ilk eşinin gönlü razı olursa ve adaletli davranabilirsen ikinci evlilik yapabilirsin üçüncü için 2 eşinde razı olması lazım çok zor yani erkeğin istemesiyle olacak bişey değil bu…
Kadın kadınlığından şikayetçi erkek erkekliğinden…

Dubai’de 800 metre gökdelen yapıyorlar,dünyanın en yüksek binası… her yeri altın kaplama 7 yıldızlı otel yaptılar. Diğer tarafta Müslümanlar aç sefil… zekat kültürü bu mu? Kuranda böyle mi yazıyor?

Her şeyi işimize geldiği gibi uyguluyoruz… bu memlekette 3 kişinin yapacağı işi tek kişiye asgari ücretle yaptıran Müslümanlar var beee… her şeyi işimize geldiği gibi anlıyoruz bu eskiden de böyleydi şimdide böyle… kuranda bi ayet var deyip namazdan uzaklaşanlar olmuş zamanında ayet şöyle diyor: “namazdan uzak durun” evet gerçektende böyle yazıyor ama adam akıllıya gerisine bakmıyor, okusana devamını: “ namazdan uzak durun, sarhoşluk halinizde; ta ki ne söylediğinizi bilene kadar”

Bu ayetten bi şey daha öğreniyoruz: namaz kılarken ne söylediğimizi bileceğiz yani sadece sarhoşluk manasında söylemiyor eğer öğrenebiliyorsan Arapça öğreneceksin, yok öğrenmeyecem dersen duanın Türkçesini okuyacaksın… ne söylediğimi bilince daha anlamlı oluyor daha çok etkileniyorum ben…

“Kul euzü bi rabbil felak min şerri ma halak” diye okuyunca hiçbir şey ifade etmiyordu bana okuyup geçiyordum ama anlamını öğrendim “yarattığın her şeyin şerrinden sana sığınırım” bunu böyle okuyunca müthiş bir güven doluyor içim…

Biz islamı yanlış yaşıyorsak islamın suçu ne?
yaşadığımız dini bilmiyoruz...
inandığımız şeyler gerçekten doğrumu araştırmıyoruz...

suç kimde?

13 Nisan 2010 Salı

kölelik devam mı ediyor?


"İnsanlık geçmişte de olduğu gibi köleler ve özgürler diye ikiye ayrılır. İster devlet adamı olsun, ister tüccar, memur ya da akademisyen, kendine gününün üçte ikisinden azını ayıran herkes bir köledir." Nietzsche

Aşk kırıntıları 2


Karşıdan bir kız geliyor. Esmer düz saçlı, alımlı, düzgün fizikli, yüzü güzel. Göz göze geliyoruz gözlerimizi ayırmadan birbirimize bakarak geçiyoruz yanımızdan… sonra arkama çevirip kafamı tekrar bakıyorum oda dönüp bakıyor aynı anda. Bu defa yolumu değiştirip dönüyorum ve kıza doğru ilerliyorum mesafeyi kapatırken kız yol kenarında bekleyen bir otomobile yöneliyor… ön kapıyı açarken beni görüyor tekrar… yolumu onun için değiştirdiğimi anlıyor gibi gülümsüyor. Otomobildeki adama bişeyler söylüyor ve otomobil hızla uzaklaşıyor. Kız yürümeye devam ediyor bende mesafeyi koruyarak takip etmeye… ben mesafeyi kapatmayınca o duruyor bana dönüp gözlerimin içine bakarak beklemeye başlıyor. karşı karşıya gelince bende duruyorum kaç saniye sürdü bilmiyorum ama hiç konuşmuyoruz sadece bakışıyoruz ve hafif tebessümler saçıyoruz. Sonunda sessizliği ilk ben bozuyorum:

- Ne diyeceğimi bilmiyorum… az önce seninle göz göze geldiğimiz andan itibaren kontrolümü beynimden devraldı yüreğim ve neyi neden yaptığımı bilmeden geldim işte buradayız…
- Şiir gibi konuşuyorsun

Bir kalem çıkardı arka cebinden ve elimi tuttu, avucumu açtı bir telefon numarası yazdı ve hızla uzaklaştı…

Sonra ne mi oldu terden elimdeki numaranın bazı rakamları silindi deneme yanılma yöntemi ile ona ulaşmak zor oldu…

11 Nisan 2010 Pazar

öss kalkmış...


Başbakan olsaydınız ilk ne yapardınız?

Yıllardır liseli çocuklara sorarlardı bu soruyu, onlarda hep aynı cevabı verirlerdi: “öss”yi kaldırırdım…))) bende hep düşünürdüm “öss” kaldırılsa ne olacak ki, diye…

Sonunda birileri kaldırmış “öss”yi

Bu sene küçük kardeşim üniversite sınavına girdi ve ben “öss” nin kaldırıldığını öğrendim)) kaldırılmış da ne olmuş “YGS” olmuş bide abisi var “LYS” şimdi buların manası da vardır

YGS: Yetişkin Galatasaraylılar
LYS: lisede yetişmiş saraylılar.

Başbakan olsaydım önce parayı icat eden Lidyalılara lanet heykeli dikerdim)) üniversiteler para sahibi olma merkezleri olduğu için bu savaş var, bu yarış hep daha iyi para kazandıran meslekler için. Oysa üniversiteler bilim merkezleri olmalı ve insanlar gönüllü olarak, o bilimi öğrenip o bilimde faydalı olmak için gitmeliydiler üniversitelere…
Diyeceğim o ki; öss gider lgs gelir
Ama dünya durdukça para,
Para durdukça bu savaşlar bitmez…

9 Nisan 2010 Cuma

Sen hiç ofsayda düştün mü keriiim?


Hani mutluluktan ayaklarınız yerden kesilmiş, hani mutluluğunuzu sevdiklerinizle paylaşmaya koşarken birdenbire tribünlerden bir uğultu duyulur…dönüp bakıyorsunuz yan hakem ofsayt bayrağını çekmiş…
İşte böyle bişey ölümün geleceğini bilmek
Ve hayatın içinde ofsayda düşmek…

Onun gözünde
bir değerimin olmadığını bilerek gitmek daha kolay

adam şikayetçi...

Yolda yürürken arkamdan gelen bir sesle irkildim bir adam telefon görüşmesi yapıyor öyle gür bi sesi varki normal konuşurken bağırıyormuş gibi ses çıkıyor adamdan. (Üniversiteden Mustafa kayabaşı gibi o da hocaya heyecanlı heyecanlı bişeyler anlatırken hoca “tamamda evladım niye bağırıyosun” demişti ; ben de durumu “hocam arkadaşın 4 oktav sesi var normal konuşması böyle” diye açıklamıştım. Şimdi düşünüyorum da mustafa’dan iyi bir eğitimle , opera sanatçısı olabilirdi. Şimdi bunu söyleyince aklıma geldi bizim memlekette tüm yetenekler böyle harcanıyor aslında kimse çocuklardaki yetenekleri keşfedip onu yönlendirmiyor sonra bizden neden pavarotti çıkmıyor neden maradonamız yok, neden dünyaca tanınan bir müzisyen yada ressamımız yok diyoruz. Eğitim sistemimiz buna uygun değil, herkes üniversiteyi kazanacakmış gibi eğitiliyor. Matematik dehası bi adam matematikçi olmuyor da, daha iyi parası olan tıbbı seçiyor.

Nerden girdik biz bu konuya yahu…)) ne diyorduk operacı olacaktı adam telefonla görüşüyor.aynen aktarıyorum konuşmasını:
“efendim iyi günler diliyorum ilk önce, rahatsız ediyorum kusura bakmayın. Eminim benim gibi bir çok insan sizi bütün gün boyunca böyle arayıp rahatsız ediyordur ; işinizin çok zor olduğunuda vurgulamadan geçemeyeceğim bunun için tekrar özür diliyorum… efendim bugün size bağlı minibüs hatlarında çalışan 07…………. Plakalı 31 nolu , 49 seri numaralı minibüsü kullanan arkadaş hakkında bi şikayet de bulunmak istiyorum”
Ehhhh adam girişi tamamladı şimdiden 10 kontür gitmiş olmalı pardon artık kuruş hesabına geçtik dimi ortalama 4 tl falan yapıyo herhalde))))
“efendim öncelikle bu arkadaşlara balık istifi değil insan taşıdıklarını birilerinin hatırlatması gerekiyor tam özdilekin önündeki durakta durdu içerde adım atacak yer yok hala müşteri binsin diye bekliyor bayanlar var ayakta tıkış tepiş zor ayakta duruyoruz o halde ilerlerken ani bi fren yapmazmı herkes bir yerlere yıkılacak yıkılacak yer bile yok efendim. Ben sizin bu uyarımı dikkate alacağınızdan eminim ve bu gibi insanlar yerine daha aklı başında birilerini bunların yerine getireceğinizden de eminim ve ben bu işin takipciside olacağım….”
Daha konuşmaya devam ediyorduk ki yollarımız nihayet ayrıldı…))))

aşk kırıntıları...


Sevgilisini bi kızla basan kız…

Birdenbire köşeden fırladı hızla bana doğru yürüyor, suratını bir darağacında asmış ağlamaklı, her bir mimiğinden başka bir acı fışkırıyor… karşısına geçip “sevdiğini bir kızla gördün dimi” dedim. Suratına birde şaşkınlık maskesini ekleyip “ne oluyor yaaa şaka gibi” dedi… kolundan tutup çekiştirmeye başladım “gel benimle” dedim… biraz itiraz etti ama sevdiği çocuğun olduğu yere kadar gittik. Çocuk bizi görünce “bu mu?” dedim “bu” deyince dudağından öptüm, öyle uzun uzun değil kuş gagalaması kadar kısa da değil. Çocuk bize şaşkınlık içinde kaybolarak bakarken, kıza “şimdi daha iyi hissediyorsun değil mi? Dedim... onaylarcasına kafasını sallarken dudaklarını ağzının içine doğru kıvırıp dudaklarında kalan tadı hisseder gibi iç geçirdi… olay yerinden uzaklaşırken ben, kız arkamdan seslendi:

-teşekkür ederim şimdi gerçekten kendimi iyi hissediyorum
-biliyorum (biliyorum… sizin aslında bu aldatılma olayında asıl zorunuza gidenin erkeği paylaşamamak olmadığını... sadece başka bir kadına tercih edilmektir sizin asıl dert edindiğiniz şey… biliyorum)
-nereye gidiyorsun
-seninle karşılaşmadan önceki hayatıma geri dönüyorum
-şey…tekrar görüşebilirmiyiz acaba…telefonumu versem ben…
-ben senin telefonunu almak için yapmadım bunu… sadece o suratındaki ifade sana hiç yakışmamıştı değiştirdim o kadar…
-ama…
-sus bişey söyleme eğer şimdi birbirimize telefonlarımızı verip bir birlikteliğe başlarsak sen hep şüpheleneceksin bunu yaparken samimi olup olmadığım konusunda ve bende hep kendime soracağım acaba yüreğindeki yaradan mı sızdım içeri diye…eğer kader diye bişey varsa ve biz aynı sayfada aynı satırda yazılmışsak birbirimize bir gün bir yerde yeniden karşılaşırız, o zaman sen benim samimiyetimden ben senin yaralarından şüphe etmeden başlayabiliriz yeni bir yürüyüşe…
-adını söyle bari
-adımdan tarayıp fotoğrafımdan tanıyıp facebookta bulacaksın beni bu kader değil
-bütün facebook u tarayıp fotoğrafından bulurum
-o zaman kader olur bak, o kadar kişi arasından beni sadece hatırladığın yüzümden bulursan eğer kaderi kendin yazmış olursun
(ben uzaklaşırken arkamdan bağırdı)
-adım yasemiiiiiiiin
(soyadını duymamak için kulaklarımı kapattım… bir süre yürüdükten sonra takip edildiğimi fark ettim taksi durağında tek taksi vardı hemen atladım beni yakalaması imkansızdı artık... yanından geçerken camı açtım ve şöyle dedim)
-Gerçekten istiyorsak yine karşılaşacağız merak etme…
(sonra ne mi oldu bir daha hiç karşılaşmadık…hayat filmlerdeki gibi olmuyor her zaman)

mevlana hazretleri...


Ne Arıyorsan Kendinde Ara"...

Kişinin değeri nedir?
- Aradığı şeydir!

Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.
Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.
Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki
Aradığın ancak sensin, sen.

Madendeki inciyi aradıkça madensin.
Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.
Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;
Neyi arıyorsun, sen osun.

Senin canın içinde bir can var, o canı ara!
Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!
A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.

Hz.MEVLANA

kadın beyni

Kitap tavsiyesi : louan brizendine’nin “kadın beyni” kitabı

Kadın ve erkeğin genetik kodunun %99’u aynıdır. Ve tüm farklılıklarımız o geri kalan %1 dedir. Kadın beyni erkeğinkine göre %9 daha küçüktür. Bunu alıp kadının aklının erkekten geri olduğunu söylediler hep; oysa büyüklükleri farklı olmasına rağmen kadın ve erkek beyni eşit sayıda hücreye sahip…yani kapasite aynı. Kadın beyni dar alanda aynı hücre sayısı ile daha yoğun dar alanda kısa paslaşmalar, erkek beyni daha yaygın ,geniş alanda uzun paslarla sonuca gidiyor. İşte kadınla erkek beyni arasındaki bütün fark bu ve bu fark bile çok şeyi değiştiriyor ama kimseye üstünlük sağlamıyor.

Anne karnında İlk bir ay tüm bebeklerin beyni aynı oluyor, bir aydan sonra “y” kromozomuna sahip erkek çocuklarda aşırı salgılanan testosteron beyni de erkekleştiriyor, beynin duygu, iletişim ve endişe merkezi gerileyip,aksiyon agresyon ve sex merkezi büyüyor…

Beynin belli bölümleri dişi ve erkekte farklılık gösteriyor. Mesela iletişim merkezi kadında erkeğinkinden iki kat fazla, yani kadınlar daha rahat iletişim kurabiliyorlar. Bu gerçek varken neden hep kadına yaklaşmak ve iletişimi hep erkek başlatmak zorunda ki?:)))
Erkek beyninde ise hareket bölümü kadının üç katı, bu hayata birebir geçmiş durumda zaten ben inşaatta çalışan kadın görmedim mesela… Rusya da kadınlar inşaatta bile çalışıyormuş ama onlar bile iş makinelerinde çalışıp, puantörlük falan yapıyorlar…

Burası önemli!!!!!!!!
Kız çocukları beyin yapıları ve salgıladıkları hormonlardan dolayı bir radar gibi karşılarındakinin her hareketini gözlemler ve illaki bi karşılık almak istermiş…!!!
Karşılıksız bırakmak bir kız çocuğuna yapılacak en büyük kötülük…!!! Diyor
İfadesiz bi surat kız çocuğunun kabusudur.karşılık alıp karşısındaki çözmek istiyor, çözemezse sorunu kendinde arıyor.
Çocukluğu karşılıksız iletişimsiz ve ifadesiz geçen kızlar büyüdüklerinde karşılığı gördükleri erkeklere aşık oluyorlar… erkek yanlış olsa bile… yani kızınızla kurduğunuz iletişim onun hayatını etkiliyor… sonra
Erkek çocuk ise neredeyse her şeyi kasları ile öğreniyor…yani bir erkek çocuğa bebek verin bir kız çocuğunada bir oyuncak araba erkek çocuk oyuncak bebeği tekmeler top gibi, kız çocuk ise oyuncak arabayı uyutur üzerini örter…)))
Kitapta sadece bunlar yok
Aşkın kimyasal bi salgılama olduğunu
Ve bazı erkeklerin tek eşlilik genine sahip olduğunu ve çoğunun o genden mahrum olduğunu da öğreneceksiniz…)))

yılmaz özdil yazısı...

Satış tamam memleket süt’liman


“Duydun mu lan, Rıdvan Tanju’yu dinletmiş, şeytanekon olmuş” filan derken, öbürü de “vay be, n’oluyo lan memlekette” diye şaşırırken, Samsun Limanı’nı sattılar iyi mi!
*

(Diyeceksiniz ki, o liman zaten iki sene önce satılmamış mıydı? Satılmıştı ama, ah o Danıştay yok mu Danıştay, durduruyordu... Anca iki sene durdurabildi. İttir kaktır sattılar.)

*

Mustafa Samsun’a bi varacak ki “özel mülkiyettir” levhası, girilmez... “Madem öyle, Ordu Limanı’na yanaşalım” dese... Satıldı. “Çek Trabzon’a” dese, satıldı. Rize? Gitti. Hopa? Çoktan. Dön Sinop’a? Satıldı. Peki ya Ereğli? Geçmiş olsun. “Yarımca da mı yoksa?” Yarımca da.

*

“Bana millete ait liman bulun kardeşim” dese, Anadolu’ya Karadeniz üzerinden ayak basabilmesi mümkün değil maalesef... “Öbür tarafa giderim anasını satayım, Tekirdağ Limanı’na çıkarım, oradan yüze yüze karşıya geçerim” dese... Satıldı.

*

“Kır dümeni Ege’ye” dese... Dikili, İzmir, Kuşadası, Marmaris’ten haberi yok tabii garibimin, komple.

*

“İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” dese... Antalya gitti, Alanya gitti, Mersin gitti, İskenderun gitti, boydan boya... “Ana olmuyorsa, yavruya çıkayım” dese, Talat itiraz eder, BM filan der.

*

Demem o ki... İsmet araya girip “illa millete ait olsun diye tutturma, liman limandır, çıkalım gitsin işte” diye ikna etmezse, Mustafa’nın işi zor.
---------------------------------------
NOT:
“Bir numara” belli oldu...
Ergenekon’un bir numarası.
Taraf’a baktım, yok.
Sabah’a baktım, yok.
Atlamışlar haberi...
İhbar edeyim bari.
Çarşamba günü Adana’da 4 yaşlı Arap taylarının katıldığı Ergenekon Koşusu yapıldı... Kim “birinci” oldu biliyor musunuz?
Özdil :)

blogcunun notu: ...aziz vatanın tüm kaleleri zaptedilmiş, tüm tersanelerine girilmiş ordusu dağıtılmış ve memleketin heryeri bir fiil işgal edişmiş olabilir...

8 Nisan 2010 Perşembe

di'li geçmiş zamanlar...


-Abi sen neden Pop müzik dinlemiyorsun? Diye sordu küçük kardeşim. Küçük dediğime bakmayın kazık kadar oldu aynı ben))) (“Abi” kelimesini yanlış yazdığımı da biliyorum ama “ağabey” yazmayı hiç sevmiyorum. bende Türkçeyi bozmamak için özen gösteren biriyim ama “ağabey” kelimesini ben okunduğu gibi yazacağım bu bir istisnam olsun benim. Birde bir arkadaşım “Allahım yaaa!” ünlemini “allam yaaa!” diye yazıyor bende hiç düzeltmiyorum onu da o haliyle sevdim bu ikisi dışında istisnam yok)+(bu blog da yazılarımda bir sürü imla ve yazım hatasına rastlayabilirsiniz o çoğu zaman hızlı yazıp kontrolden geçirmeden paylaşmaktan oluyor bunun için özür dilerim)

-Pop müzik: popüler müzik demek. Popüler müzikse o dönem gençliğinin en çok rağbet gösterdiği müzik demektir, en azından bana göre öyle… şimdiki zamanın gençleri en çok rap müzik dinliyorsa popüler müzik o dur.insanlar gençliklerinde hangi müziği dinlerlerse 30 dan sonra da ,40’lı yaşlarında da o müziği dinlerler. Gençlerin dinlediği müziği gürültü olarak görürler, gençlerde sezen aksu için “kocakarı ağıtı” yakıştırması yapmaktan çekinmezler mesela. Şimdiki zamanın müziğini gençler dinler sonraları dinlediğimiz di’li geçmiş zamanın müziğidir Ve bize gençliğimizi hatırlattığı için onları dinlemeye devam ederiz . şarkılar en güçlü hafızadır. hafızası en zayıf insana bile bir şarkı çok şey anlatır, insan aynı müziğin peşinden gider hep ona gençliğini hatırlattığı için…
Ve genç adam sende 30’undan sonra hala şimdiki zamanda dinlediğin şarkıları dinleyeceksin ve senden sonra gelen kuşak muhtemelen senin hoşuna gitmeyecek sana göre gürültüden farksız bir müzik dinleyecekler, o zamanın şimdiki zamanında; sen di’li geçmiş zaman müziği dinleyeceksin ve sana soracaklar “ abi sen neden popüler müzik dinlemiyorsun ?” diye…

-Abi şimdiki zamanda bir söz var gençliğin sık kullandığı “sordun soruyu……”

-“aldın boruyu” dimi… Yok yok o şimdiki zamanın değil dili geçmiş zamanın gençlerinin de kullandığı bi sözdü… biz her nesil değişiminde kısaltıyoruz aktardıklarımızı… uzun uzun dinlemeyi sevmiyor hep yeni nesil, çünkü eski nesil hep di’li geçmiş zamandan bahsediyor…

Annemin listesi…

Yok öyle schildlerin listesi gibi bir liste değil.:))))

Süt
Şeker
3 bira roda

-Anne bu ne ? bu akşam kafayımı çekecen 3 bira yeter mi? Bu roda ne? Soda gibi bişey mi?
-Üçü bir arada o…
-:))))
-gülme gülme anneyle dalga geçilmez…

çocuklar babaları hakkında ne düşünür...

Çocuklar babaları hakkında ne düşünür…

6 yaşında: babam her şeyi biliyor

10 yaşında: babam her şeyi biliyor ama bilmediği bişeyler de varmış.

15 yaşında: bende babam kadar biliyorum.

20 yaşında: şu muhakkak ki babamın öyle pek bişey bildiği falan yok.

30 yaşında: bir kerede babamın fikrini sorsam fena olmayacak.

40 yaşında: nede olsa babam bazı şeyleri biliyor.

60 yaşında: ahh! Babam hayatta olsaydıda kendisine bi danışabilseydim…

- Abi “dünyanın kaç bucak olduğunu görürsün” diye bi laf varya orada bahsedilen burdurun bucak ilçesi mi?
- Hayır bucak nahiye demek
- Nahiye derken?
- Yani ilçeden daha küçük yerleşim birimi, yani o lafta diyor ki , dünyanın kaç ilçeden daha küçük yerleşim biriminden oluştuğunu anlarsın:)))
- :))
-abi sende herşeyi biliyon yaaaa...

6 Nisan 2010 Salı

ne demek "artık gs'li değilim"


bir arkadaşım şampiyonluğunda kaybedilmesinden sonra "artık galatasaraylı dedğilim" dedi

Galatasaraylı olmak öyle bırakılacak bişey değil, titanic batarken orkestrası hala çalıyordu, her sene şampiyon olma garantisi istersin futboldan oysa Galatasaraylılık skor tabelasında bitmez o uzun ince meşakkatli bir yol da ölene kadar sevme biçimidir... Galatasaraylılık bitmez , o bazen bir susma biçimidir ; soğuk bir stadın uğultusunda...:(


Giden her sevgilinin ardından hep biz olduk el sallayan,
haykırsak duyarlar mı sesimizi hangi sevdadan galip çıktık ki…


yürüyoruz sessiz ve kederli nevizade geceleri
inletiyoruz her çıkışında istiklal caddesini…


boşuna çekilmedi bunca çile, içiyoruz gündüz gece,
haykırdık ama duymadı hiç kimse, peşindeyiz heryerde…


zaten aşklar hep yalan dolan sonu hep acı hüsran,
bize her sevdadan geriye kalan sadece Galatasaray…

cim bom bomum cim bom bomum canım feda olsun sana
hiçbir şeye değişilmez senin sevdan bu dünyada…

5 Nisan 2010 Pazartesi

ne kavgam bitti ne sevdam...


aşık oldum, şiir yazdım ve kavgam insanlık içindi...
bence aşkı, şiiri ve kavga etmeyi
bilmeyen insandan bir şey olmazdı...
çünkü
dünyada aşık olunacak o kadar güzel,
şiir yazılacak o kadar duygu
ve uğruna kavga edilecek o kadar güzellik
karşısına geçilip dur denecek
o kadar çirkinlik var ki...

boynum eğiktir
dolu başak eğik durur derler ama
benim eğikliğim
eksikliktendir...

ne kavgam bitti ne sevdam
ömür biter
bu aşk bitmez

nusret kaya... kitaplarını tavsiye ederim


Geçen gün bir program seyrettim bir adam kutsal kaseden bahsediyor… ne diyor bu adam diye takıldım ve özetle yani benim anladığım kadarıyla,

Doç.doktor nusret kaya der ki; bir çocuğun adam olması birkaç kuşak önceden atalarının ne kadar adam olduğu ile alakalıdır tabiî ki yaşam şartları ve yetiştirilme şekli de etkili ama insanda iki beyin var alt beyin ve üst beyin alt beyin bize genlerimizle taşınan her şeyi içinde barındırır… ve çocuk daha anne karnında ilk haftalardan itibaren annenin yaşadığı her şeyi kaydetmeye başlar ve çocuk anne karnında hatta genlerle taşınan kayıtlarla dolu alt beyninde yaşamadığı bir çok şeyi rüyasında görür… herkes her gece bir çok rüya görür ama hatırlamaz tam rem uykusundayken uyandırılırsa rüyaları hatırlar…uyuduktan 45 dakika sonra rem uykusuna dalar insan ve kalp atışları ve tüm sistemleri daha hızlı çalışmaya başlar her 45 dakikada bir 15 dakika reme girer insan aksi takdirde ölüme yakın fonksiyonlarla sabaha kadar uyusak bi daha kalkamayabiliriz…

Çatık kaşlar görerek büyüyen çocuk hayatı boyunca insanların gözlerine direkt bakamaz…

Asıl cinsel ayrımcılık kadında vardır… ya Kibele olup erkeği yüceltir, ya amazon olur aşağılar…

Okumak ve el yazısı ile yazmak (yani klavyede yazmak değil,) hücreler arası etkileşimi arttırır…

Çocuğa annesi bakacak, özellikle anneden başka birinin apışarası bölgesine dokunması çocukta cinsel sorunlar yaratıyor. Anne tenini yabancı ten gibi görmüyor çocuk … bu güdüyü yıllarca biriken genlerinden alıyor… çocuğun altını annenin değiştirmesi şart…

Delta frekansları (telapati) adı verilen Uzun dalgaları hissetmek : amerikadaki oğlunun hasta olduğunu rüyasında görüyor ve telefon açıyor oğlu hasta, birbirini çok seven insanlar o kadar uzak mesafelerden bile bu delta dalgalarını hisseder ve rüyasında görür…korteks yani üst beyinin günlük olan şeyleri algılaması kısa dalgadır…

Biz beyin zarındaki titreşimlerle yaparız her şeyi beynin içini kullanamayız…

Mutlu düşün mutlu ol yanlış bi sözdür… alt beyin kan ağlarken korteksde yani üst beyinde mutlu olduğunu söyle kendi kendine ne işe yarar…

kodumuz bozuk...


-aslında erkeği kadını yok bu işin,ruhlarımızın cinsiyeti yok
ve bizi biz yapan ruhlarımız
-olabilir ama erkekler bence daha duygusuz yada
duygusuz değilde sert canlılar yani şartlandırmışlar
kendilerini erkekler ağlamaz erkekler herseyi bilir...

-suç onların değil sadece,ilk insan dan bu yana; sen erkeksin git avlan evine bak ölüme meydan oku, aileni koru dediler erkek bu kodlarla sürdürdü hayatını
titanic bile batarken önce kadınlar ve çocuklar denildi
- :))

-değişmedi dünya hep bu döngü sürdü geldi şimdi beş bin yıl sonra falan
erkeğe diyorlarki sen kadınla eşitsin... nasıl yaaaa
durun bi dakka nasıl eşitiz o zaman niye titanicde filikalara önce kadınlar bindi erkek seert olacak savaşcı olacak ağlamayacak ölüm varsa ilk o ölecek sonra birileri çıkıp diyecekki siz eşitsiniz... yok öyle değil işte bu hemen olmayacak
bir süre daha bu böyle devam edecek... erkeklerin bu koddan çıkmaları biraz zaman alacak ama size söylüyorum öyle bi dünya oluştuğunda bu günleri mumla arayacaksınız...

şiirce...

B i r b e n b i l i y o r u m
yorgun gözlerinin altındaki halkaların
ebem kuşağı olduğunu ve
İstediğinde yedi renk bakabileceğini

siyah saçlarındaki akların aslında
hırçın dalgaların gelgitlerinden oluşan
köpüklerin bulaşığı olduğunu

b i r b e n b i l i y o r u m
yüreğinin severken,
ölmekten değil de öldürmekten korktuğu için
tir tir titrediğini

kayboluşlarında kendini bulup
her şeye yeniden başlama hevesini
yalnızlığının nasıl kursağında bıraktığını

b i r b e n b i l i y o r u m
dağların eteklerine ziller takıp
hızla doruklara kaçışından olduğunu
ruhunun serin esintisinin

hayatın çarmıhına
yalpalarda çürüyen tahtaların
paslı çivileriyle gerildiğini


b i r b e n b i l i y o r u m
her kundaklama sonrası
ormanlarının zehrini
bir hışımla genzine çektiğini

bu yangınlarla
ciğerinin de yandığını
yine de hiç ağlamadığını


b i r b e n b i l i y o r u m
bu şehrin goncalarını bile sevmediğini
inim inim inleyen gecelerinde
demlenemediğini
bir ben tanıyorum
ve bir ben seviyorum adamım seni bu şehirde adam gibi? .

LOU SALOME

Gerçeğin düşmanı yalanlar değil, inançlardır! Gerçek ise onsuz yaşayamayacağımız bir yanlıştır

lou'nun f.nietzsche' ye yazdığı şiir

cezalılar...


karatahtada Ceza alacaklar:

Engin sezgin, Serpil tatar, Alper ışık, Figen karaaslan, deniz akkaya, ayşe tunç sezer,Mehmet göktepe, Mehmet Türkkuşu, Mustafa kayabaşı,Merve yavuzyolcu ışık, bengül ışık, elif Sabri kaya,meral yiğit karaböcek,çağlar şahin, atice güzel, Zehra alagöz, Yusuf açık, elif ay,anastasija hramova,barış değirmen,neşe karayel,özlem atasoy,marina timer, gözde deniz, güleyse Kansu,Ahmet ışık, nazlı tunalı,oğuzhan ışık,gülistan ışık...

4 Nisan 2010 Pazar

alt yazı...direniş filminden...


“Direniş” filmi ikinci dünya savaşında alman işgali sırasında Sovyetlerin belarus bölgesinde yaşayan Yahudilerin bir ormana saklanıp orada açlık soğuk ve Almanlara karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Yaşanmış bir olayı anlatan filme göre, Bilevski kardeşlerin liderliğinde savaş sonunda 1200 yahudi hayatta kalmayı başarmış.

Filmden notlarım ise şöyle: film boyunca her şeyin sıkıntısı çekildi ama votka bulmakta hiç zorluk çekmediler herkesin elinde her daim bir votka şişesi vardı. Rusların atasözü aklıma geldi filmi seyrederken “çirkin kadın yoktur az votka vardır” ben bu atasözünün manasına tam eremedim aslında bir fikrim var; eğer yeterince votka varsa başka hiçbir şey sorun olmaz manasında olabilir.

Filmden bir alt notum daha var: bir rus kadın bilevski kardeşlerden birine “bana nasıl baktığını gördüm eğer ailemi alıp buraya getirirsen sana istediğin şeyi veririm” diyor oda kurtarıyor ailesini… buna benzer bi cümleyi baltacı Mehmet paşaya katherina söylemiş ve rus ordusu kurtulmuş… ve sene 2000’ler rus kadınlar hala aynı; otelde bir rus kadın resepsiyona geliyor “benden ne istediğini biliyorum eğer bana deniz gören oda verirsen istediğin şey senin olur” diyor)))

2 Nisan 2010 Cuma

gönderilmemiş mektuplar...




bİzim aydıncıkta yaşadıklarımız, zamanın ötesinde bişey değildi. Zamanın içinde her zaman bu tatlar var. Bu tatları bulmak için doğru zaman, doğru yer ve doğru insanı bulmak önemli olan… bunun zamanımızdan ilerde yaşamakla bir alakası yok, biz belki alışılmışın dışındaydık…

Biz ayrılırken “seni özleyeceğim” demedik birbirimize… çünkü eğer dostluğumuz zaman ve uzaklıkla sınırlı olsaydı dostluğumuz yok demekti…
Biz zaman ve uzaklıkla sınırlı olmayanı yaşıyorduk ve halen yaşıyoruz…

Bir mektupla zamanı yenince aynı yerde oluyoruz, bir telefonla zamanı altedince aynı anın içinde var oluyoruz, her an beraberiz aslında ve olacağız…

Enginleri aş kardeşim, seni, sınırlandıran her şeyden kaç. Her insanda gerçek insanı bulmaya çalış, her birinin içindeki iyiyi bul çıkar ve bunu onlara da göster tıpkı bana yaptığın gibi… gerçek sevgi budur işte gözlerinle gördüğünle yetinme onunla gördüklerin yalnızca sınırlı olandır yüzeyde olandır, unutma herkes bir buz dağıdır… gördüklerinle yetinme sezginle bak hayata…
Sahip olduklarının bilincine var, hayatın tadı orda… sağlıklı mutlu başarılı sevgi dolu nice yıllara canım kardeşim…))

17aralık 1998 samsun

1 Nisan 2010 Perşembe

Sinema ve sevişme sahneleri…


Amerikan filmlerinde sevişme sahneleri çok sanatsal, öyle bir estetik sevişiyorlarki, çarşaflar falan havada uçuşuyor sanki yer çekimi yok uzaydalar gibi. Sevişmek öyle bişey değil. Ben sevişirken hiç çarşafların uçtuğunu görmedim :)) sonra sabah oluyor bütün gece adamla sevişmiş kadın sabah göğüslerini göstermemek için uğraş veriyor, çarşafa sarılıp ayağa kalkmalar, hem de en telaşlı anlarda bile…

yani sharon Stone bile bir filminde evde yalnız uyanıyor, çıplak, evde kimse yok, ama çarşafa sarılıp öyle gidiyor banyoya, başkası yapsa neyse biz temel içgüdü filminden onun tüm vucut hatlarını ezbere bilen bi kuşağız neyi saklıyorsa artık:)) hayır anlatmak istediğim bi soyunsalar da filmden zevk alsak değil, hiç koyma o sahneyi , eğer orayı bi şekilde doldurmak gerekiyorsa yataktayken kes banyoda arkadan sırtını göster… samimi olsun…

Türk filmlerinde durum biraz daha vahim adam takım elbiseyle sevişiyor sonra sabah sahnesinde yine takımla uyanıyor yatakta:)) birde Amerikan filmlerinde ne kadar sanatsalsa türk filmlerinde o kadar hayvansaldır sevişme sahneleri… benim tecavüzcü coşkuna hayran arkadaşlarım vardı, yani en büyük fantazileride birine tecavüz etmekti, belki bi gün yapmış olabilirler de hani… türk filmlerinde son yıllarda çekilen filmlerde sanki erkek 30 yıldır yapmamış gibi saldıyor kadına misal “ ejder kapanı Kenan imirzalioğlu, berrak tüzünataç yada başak dilde aşk mert Fırat ve saadet ışıl Aksoy”...

şiircell...

Yalnızlık en cesur haliyle otururken gözbebeklerime
Kendi kalabalığından kaçan bir kent gibiydim
Notası kırık şarkılar okşuyordu saçlarımı
Bir şimşek bir gök gürüldüyor
Bir yürek dağılıyordu orta yerinden…
…………………………………………………………………………
Kısa mesafeli bir nefeslik yollarda
Uzun yıllar damla damla damlar ardınızdan
Ve her adımdan sonra
Gitmek gitmemek arası görünmez prangalar
Bağlanır yüreklere
Ve sonu felaketle bitecek bir senaryonun
Solo performansını sunmaya
Hazırlanıyordu hayat…

Futbol kuralları değişsin…


Ofsayt adaletsiz bi kural, oyunun pasif bölümündeki hücum oyuncusu ofsayt olmuyor, ama taç çizgisindeki oyuna o an müdahalesi mümkün olmayan savunma oyuncusu ofsaytı bozuyor… defans oyuncuları içinde pasif ofsayt kuralı olmalı…

Penaltı da adaletsiz, ceza alanı yan çizgisi ile aut çizgisinin birleştiği yerde kaleye sırtı dönük oyuncuya faul yapınca penaltı oluyor, oysa bi kontra atakda kaleye 35 metre mesafede son adam tarafından düşürülen oyuncunun gol atma şansı daha yüksekti ama o faul için serbest vuruş kararı çıkıyor… bence bariz gol şansı olan her yerde yani son adam kuralından kırmızı kartın çıktığı her yerde penaltı kararı verilmeli… bariz gol şansı yoksa ceza sahası içinde yapılan faullere penaltı değil serbest vuruş kararı verilmeli …ceza sahası içinden faul atışları kullanılmalı…

Taç atışları yerden ayakla kullanılsın gol sayısı artar…

Cezalı takımın seyircisi alınmıyor maçlara, bu normal, rakip takım seyircisine neden ceza veriliyor rakip takım gelip seyretsin…

Basketboldaki gibi saha kenarında bir masa hakemi olsun önünde monitör olsun, tereddütlü pozisyonlarda pozisyon yeniden izlensin , basketbolda bu yapılıyor ve oyunu hiç de soğutmuyor…

Hakem sayısı artırılsın ne kadar çok hakem olursa o kadar zorlaşır hakemleri baskı altına almak korkutmak satın almak… şikenin maliyeti artar şikeyi azaltır…

Hakemi aldattığı bariz olan oyunculara 3 ila 5 maç ceza verilsin…kendi takımımın oyuncusu yapsa bile iğreniyorum ve maçı terk ediyorum…

Türkiye kupasında finale çıkan iki takımada kupa verilsin, yoksa Fenerbahçe daha çok yıllar hasret kalacak bu kupaya…:))))

galatasaray fenerbahçe maçlarına galatasaray 1-0 galip başlasın yoksa yenemeyecez biz hu feneri:)))
………………………………………………………………………..
Voleybol:

Voleybol maçları set set değil de belli bir sürede devreler halinde aynı kurallarla oynansın, basketbol gibi skorlarla bitsin 77-63 gibi…daha heyecanlı olur… kendin servis kullanırken aldığın sayı 2 puan olsun, rakibin servisinden alınan sayı 1 puan, direk servisten alınan sayı 3 puan…
…………………………………………………………………………………………

Basketbolda puanlama sistemi değişsin kazanan üç puan alsın, kaybeden sıfır, maçlar berabere bitince uzamasın iki takımada bir puan verilsin…

İki kaza…


Bir kaza oluyor, 23 yaşında özlem gürses isimli bir kadın kazadan kurtuluyor …ölümden dönmüş hayatın her an bitebileceğini görmüş…bu ölümle temas hayatı sorgulamasına sebep oluyor genç kadının… tek ve müstakil bir hayat var elimizde dünyaya bi daha gelmeyeceğiz o halde en iyi şekilde yaşamalıyız diye donk ediyor beynine… bu da sevdiğimiz şeyleri yaparak mümkün, sevdiğimiz şehirde sevdiğimiz işi yapıp sevdiğimiz insanlarla beraber olmak formül… yaşadığı şehri, ailesini, kocasını terk edip istanbula yerleşiyor, amacı medya sektöründe bir yer edinmektir ancak edinemez, sonunda bir siyaset meydanı programına seyirci olarak katılır ve ali kırcadan teklif alıp muhabirlikle işe başlar…

Başka bir yerde başka bir adam 30 yaşında bir kaza geçirir. Öyle ölümcül yaralar almamış ama görenler “ bu arabadan burnu kanamadan çıktı hayret, öldürmeyen Allah öldürmüyor” demişler. Kazada ölümcül yaralar almamış adam ama kaza öyle geliyorum demişki defalarca engel olamamış hiç biri…beş arkadaş önce votka içmişler üçü içmiş ikisi içmemiş, biri sızmış, dördü çorbacıya gitmiş çorbalar kafaları açmayınca, haydi denize girelim demişler gecenin bir yarısı eve dönüp üzerlerine sadece mayolarını giyinip sahile doğru gidecekken haydi arabaya atlayın demiş sarhoşlardan biri, iki adımlık yol ne gerek var demekle ikna edilememiş, arabaya binince 30km mesafedeki olimposa gidelim orda girelim diye tutturmuş, yolda biralar alınmış arabayı kullanan tüm ikazlara rağmen sarhoş olmayanlara vermemiş direksiyonu olimpos’da denize girilmiş arabayı kullanan arkadaş sızsın diye iyice bira içirilmiş ama yinede arabanın direksiyonunu kimselere vermemiş… sabah güneş doğarken çıralının virajlı yollarını kazasız atlatmanın rahatlığıyla artık önümüz düz ve çift şeritli yol bişe olmaz diyerek arka koltuktakiler uyuyakalmış… bizimkide arabayı kullananı kontrol etmeyi ihmal etmiyor uyumasın diye konuşuyor… sonunda bir an gözleri kapanıyor ve gözünü tam açtığında orta refüje çarpıyorlar bir anda her yer kararıyor hızla bir yerlere doğru sarsılarak gidiyorlar ama ne olduğu anlaşılamıyor…

araba sonunda durunca herkes kendini dışarı atıyor ama sıcağından hissedilmeyen kırıklar fazla uzaklaşmalarına izin vermiyor yere bırakıyorlar kendilerini çevreden gelenler yardım ediyor gözlerini açıp etrafa bakınıyor araç benzin istasyonuna bodoslama girmiş bahçe düzenlemesi alanını dağıtmış pompalara çarpmadan geçip durmuş… bir çok defa aracı terk edip bu kazadan kurtulma şansları varken her fırsatı elinin tersiyle iterek adeta basireti bağlanan adamın kafasında da bazı sorular oluşmuş hayatı sorgulamaya karar vermiş o da… ölüm anidende gelebilir bağıra bağırada gelebilir eğer gelecekse sen göz göre göre gelen hiçbir şeyi göremeyebiliyorsun… adam için hayat anlamını yitirmiş uğruna neler yaptığımız onca dünya malını elde edersin bir saniyede ölür gidersin başkalarına kalır, bu dünyada kalır hepsi yani bu dünya malı için kimseyi üzmeye değmez, hele savaşlar vermek çok anlamsız, dünyayı yaşamak lazım nimetlerine aşık olmadan, dünyayı yaşamak lazım ölümün aniden gelip her şeyinizle aranıza gireceğini bilerek…

İki kaza iki insana başka şeyler anlatmış…biri bu dünyaya daha sıkı sarılmış, ne kadarsa sürem en iyi şekilde yaşamalıyım demiş… diğeri adeta bu dünyadan kopmuş, asgari şartlara küçültmüş hayatını elindekiler ona yetmiş ,fazlasından gözünü çekmiş…
Belki ikisi de yanlış, belki biraz ondan biraz ondan alıp yeni bir hayat karışımı yapılabilir…o herkesin kendi bileceği iş…