28 Haziran 2010 Pazartesi

dünya kupası 2.tur notları...


gana-abd
119. dakika gana 2-1 önde amerikanın kaleciside korner için rakip kalede ortalanan topa iki kalecide yumruğuyla çıktı kingston vurdu de amerikanın kalecisi neden yumruk uzattı rakipde olsa ceza sahası ceza sahasıdır dedi galiba:))))




uruguay-g.kore
g.korelilerin oyun anlayışına hasta oldum...hiç bir şeye itiraz etmiyorlar, kasti faul yapmıyorlar,zaman geçirmiyorlar, rakip sert faul yapınca bile yerde kalıp hakeme bakmıyorlar düdük sesini duymazsa ayağa kalkıp devam ediyorlar,kendilerini yere atmıyorlar,son düdüğe kadar skor ne olursa olsun mücadele etmeye devam ediyorlar...ama futbol bu kadar masum bi oyun değil...bu yüzden uruguaya elendiler...masum masum evlerine döndüler...




almanya- ingiltere
almanlar fırtına gibi başladı 2-0 öne geçtiler o fırtınadan kurtulan ingilizler fırtınayı arkalrına alıp 2-1 yaptılar, lampart'ın attığı şut önce üst direğe sonra30-40 santim içeri çarptı dışarı çıktı,tıpkı 1966da ki gibi...ama bu goldü hakemler vermedi, 1966da ki gol değildi hakemler golü vermişti ve ingilizler o golle dünya şampiyonu olmuştular 44 yıl sonra adalet yerini buldu ama maçı 4-1 kaybeden ingiltere elenmeyi haketmedi...:)



arjantin -meksika
arjantinde meksikayı 3-0 yendi ama ilk golde 1 metreden fazla ofsayt vardı hakemler görmedi...ve dünya futbol otoriteleri teknolojiden faydalanmayı konuşmaya başladılar, pozisyonları saha kenarında videodan tekrar izlemek, topun içine ve direklere çip takma gibi...



25 Haziran 2010 Cuma

dünya kupası notları..


vuvuzelayı telaffuz etmeyi başardık...
jabulaninin ne olduğunu öğrendik...
de bu "genaaaaa kooooo" ne demek yahu öğrenemeden ölürsem gözüm açık gidecem:))))

palasios kardeşler honduras takımının yarısı:)
boateng kardeşlerin biri gana biri alman milli takımında:)))
fransa ötemeden döndü:)))henry nin eliyle gelmişlerdi zaten
pizzacılar son şampiyon italya hakacıların (yeni zellanda) bile altında kaldı
ispanya ilk maçı kaybetti ama şampiyon olurum sinyali verdi
ilk maçta ispanyayı yenen isviçrede eren gökhan ve hakanın güzel oyunları diğer maçları kurtarmaya yetmedi...
almanyayı ikinci tura mesut özil çıkardı...
arjantin firesiz ikinci tura çıktı ama messi gol atamadı...
cristian ronaldo tek gol attı komik bi goldü k.koreye...
galatasarayın temsilcileri keita, ve brezilyada gol ve asistleriyle yıldızlaşan elano devam ediyor lucas neil ve kewell ın takımı avusturya elendi...

15 Haziran 2010 Salı

akla zarar dialoglar...

ağlasunda dünya kupasına başka gözle bakıyor insanlar her konuya baktıkları gibi değişik bir bakış açıları var...mesela dünya kupasından bi haber insanlar var hatta bizzat dünyadan bihaber:))) aziz abi var burda birlikte almanya avustralya maçını seyredeceğiz maç öncesi trt nin johannesburgdan canlı yayını var. feyyaz uçar 70 lerden kalma yeşil kapişonlu bi parka giyinmiş, erdoğan arıkanda boynuna atkı sarmış. aziz abi şöyle bi baktı:

aziz- benmi yanlış görüyom bu adamlar atkı gocuk mu giymişler bu sıcakta
ben- evet abi doğru. şu an güney yarım kürede sobahar kışa girmek üzereler
aziz- orası nere lan?
ben- dünyanın güneyi abi
aziz- getlan olumu öyle şey
ben- abi sizin coğrafya dersine bedencimi giriyodu
aziz- coğrafya ne lan?
ben- aziz abi şimdi sana kutuplara yakın yerlerde altı ay gündüz altı ay gece yaşıyorlar desem onada inanmazsın
aziz- bak o iyiymiş senede sadece beş vakit namaz kılarsın altı ay gecede boş geçmesin diye gece namazı kılarsın sevabına...
ben- abi sen türksün di mi ? :))))))

burdur/ ağlasun

11 Haziran 2010 Cuma

dünya kupası notları...


açılış maçı g.afrika - meksika

vuvuzela sesleri çıldırttı, 54 dakika meksika oynadı goller kaçırdı, 55 de şabalala g. afrikayı 1-0 öne geçirdi...sonrasında hep g.afrika oynadı, goller kaçırdı 81 de meksika barcelona savunma oyuncusu marquezle 1-1 yaptı durumu... son 10 dakika ise baskılı oynayan meksika ama iki net gol kaçıran g.afrikaydı...

afrika dansları ve tınılarıyla şakira nın klibide çok hoşdu...

1 Haziran 2010 Salı

bir köşe yazısı...

Mutsuzluk tehlikelidir

Tehlikelidir mutsuzluk.

İnsanı şaşırtır.

Telaşlandırır.

Öç duygusuna sürükler.

Yalnızlık korkularıyla yakar.

Geçmişin hatıralarıyla hırpalar.

Yabancılara muhtaç eder.

Ve, birçok insan mutlu olduğunu bilmediğinden mutsuzluğa düşer.

Bir kere mutsuzluk nehrine düştün mü de çıkması zordur.

Bilirim o suları, oralarda yıkandım.

"Birçok insan" diyor Dostoyevski, "mutlu olduğunu bilmediği için mutsuzdur."

Şaşırtıcı hatta kızdırıcı bir cümle bu.

Ama düşündürücü de.

Düşündükçe de bu büyük yazarın haklı olabileceğini hissediyorsunuz.

Ben, kendini mutsuz sanan çok insan gördüm.

Mutluluklarıyla kendileri arasındaki en büyük engel kafalarındaki "mutluluk" tarifiydi.

Çocukken seyrettikleri bir filmden, okudukları bir kitaptan, büyüklerinin anlattığı bir hikayeden insanların aklına bir "mutluluk resmi" yerleşiyor ve bu resme benzemeyen hiçbir görüntünün mutluluk olabileceğine daha sonra inanmıyordu.

Ellerinde tek bir mutluluk kalıbıyla dolaşıyorlar, bir başkasının kendine dar gelen ayakkabısını giymeye çalışır gibi kendi mutluluklarını bu kalıbın içine sokmaya uğraşıyorlardı.

Eğer mutlulukları o kalıba sığmazsa mutsuz olduklarını düşünüyorlardı.

Başka bir biçimde de mutlu olunabileceği ihtimali onlara inandırıcı gelmiyordu.

Akıllarındaki mutluluk tarifine uymadığı için sahip oldukları mutluluğu değiştirmeye uğraşıyorlar...

Ve mutsuz oluyorlardı.

O insanlar, bir zamanlar aslında mutlu olduklarını ancak mutluluklarını kaybettiklerinde anlayabiliyorlardı.

Bunlar, insanlık aleminin içindeki en büyük duygusal nehirlerden biri olan mutsuzluğun içine diğer talihsizlerle birlikte akıyorlardı.

Orada gerçek mutsuzlarla, terk edilmişlerle, sevilmemişlerle, sevdiğini yitirmişlerle, hayallerine ulaşamamışlarla buluşuyorlardı.

Birbirinden çok değişik maceralardan, hayatlardan, kırgınlıklardan bu nehre akmış insanlar, burada zamanla birbirilerine benziyorlardı.

Onları bakışlarından, seslerinden, bazen başkalarını çok şaşırtan bir cüretkarlığa dönüşen telaşlarından tanıyordunuz.

Hemen hemen hepsi de ümitlerinin çoğunu kaybetmişlerdi.

Ellerinde kalan çok küçük bir ümit kırıntısıydı.

Mutsuzluğu onlar için çok tehlikeli kılan da ellerindeki bu küçücük umut parçasıydı.

Bu umuda yapıştırılmış öfkeli bir intikam isteği de bulunuyordu dağarcıklarında.

O çok ünlü "Mutlu aileler birbirlerine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır" cümlesiyle başlayan kitabının girişine Tolstoy'un önsöz yerine yazdığı tek satırlık alıntı, birçok mutsuzun duygusunu da dile getiriyordu:

"İçim nefretle dolu, öcümü alacağım."

Geçmişe ve geçmişte kalan birilerine karşı nefretle ve intikam isteğiyle dolu oluyordu mutsuzların çoğu.

Geçmişten öç almak istiyorlardı.

Geleceğe dair ise çok küçük bir umutları vardı.

Gelecekle ilgili ümit, içinde geçmişten öç alma isteğini de barındırıyordu.

O minicik ümidin titrek ışığını her yerde, her insanda arıyorlar, bunu bulduklarını düşündüklerinde ise hiçbir mutlu insanda görünmeyen telaş dolu bir çabayla ileri doğru atılıyorlardı.

Bu mutluluk ümidini gerçekleştirebilmek ve geçmişle hesaplaşabilmek için her yöne, her insana doğru neredeyse hiç düşünmeden kendilerini fırlatıyorlardı.

İnsanlar daha sonra pişman oldukları birçok şeyi böyle bir ruh halinde yapıyorlardı.

İçine düştüğü uğultulu sularla bir felakete doğru sürüklendiğinden korkan insanların kurtulmak için neler yapabileceğini daha önceden tahmin etmek bile mümkün olamıyordu.

Özellikle mutsuzluk nehrine yeni düşenler, timsahlarla dolu bir sudan geçmeye çalışan karacalar gibi kurtulmak için canhıraş bir şekilde çırpınıyorlardı.

Neredeyse bir tür kişilik değişiminden geçildiği bir dönemdi bu.

Mutsuzluk, vahşi bir biçer döver gibi insanın ruhunu parçalıyordu.

Bütün güvenini yok ediyordu.

Mutsuz insanlar, hep bir uçuruma düşüyormuş duygusuyla her karşılaştıkları yeni insana, içine girdikleri her yeni çevreye "Acaba tutunabileceğim dal burada mı" diye bakıyorlardı.

İnsanlar hayatlarındaki en şaşırtıcı ilişkileri de bu mutsuzluk krizinde yaşıyorlardı.

Hayatın bir daha asla "güzel" olmayabileceği endişesi ruhlarını öylesine kuvvetli bir biçimde sarıyordu ki yeniden "mutlu" insanların arasına dönebilmek, bu korkulardan, yalnızlıklardan, güvensizliklerden, acılardan sıyrılabilmek için her ihtimali, en anlamsızlarını bile deniyorlardı.

Hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken derin bir yalnızlıkla, yeniden hayatla barışabileceğini söyleyen minicik umut arasında sanki başdöndürücü bir tahtıravallide iner çıkar gibi sürekli bir dalgalanma yaşayan mutsuz insanların, tek başlarınayken kederli bir yorgunlukla bir kenara oturup, başkalarıyla karşılaştıklarında irkiltici bir enerjiyle ayaklanmaları, bu yıpratıcı değişimleri sürekli yaşamaları bütün ruhsal dengelerini de altüst ediyordu.

Sükuneti unutuyorlardı.

Hep çırpınıyorlardı.

Onları yeniden mutlu edecek birini bulabilmek, geçmişten öç alabilmek, kendilerine olan güvenlerini tazeleyebilmek için, aklını ıssız dağlarda kaybetmiş şanssız bir altın arayıcısı gibi her yeri kazmaya çalışıyorlardı.

Gülünç olmaya bile aldırmıyorlardı.

Bazen, ruhlarını kaplayan kasırga aniden duruverdiğinde, bir anlığına, "ben ne yapıyorum" diye kendilerine soruyorlardı ama bu sadece bir andı, kasırga biraz sonra yeniden başlayıp onların kendilerine dönük gözlerini karartıyordu.

Yeniden kör oluyorlardı.

O mutsuzluk nehrine bir kere düşmeyegörsün insan...

Oraya düşmenin kolay ama çıkmanın çok zor olduğunu ancak o zaman anlar.

Cömert bir dilenci gibi yaşar ondan sonra, biraz umut dilenir ve karşılığında her şeyi vermeye razı olur.

Verdikleri gözükmez, herkesin aklında dilenişi kalır.

O umudu bulduklarını, aradıkları insanla karşılaştıklarını sandıkları anda hissettikleri kurtuluşu ve mutluluğu, hiçbir mutlu insan kavrayamaz.

Ama mutsuzlar yanıldıklarını çabuk anlarlar.

Daha derin bir acıyla düşerler mutsuzluklarının içine.

Öç istekleri daha da artar.

Öyle zamanlar olur ki bütün insanları yabancı ve düşman görürler.

Sonra o yabancılara sığınmaya çalışırlar.

Çok mutsuz insan gördüm.

Seslerini tanırım onların, bakışlarını tanırım.

Abartılı neşelerini tanırım.

En neşeli konuşmanın bir yerinde kararıveren yüzlerini tanırım.

Hikayelerini dinlerim.

Çoğu Dostoyevski'nin sözlerini hatırlatır.

Mutlu olduklarını bilmedikleri için mutsuz olduklarını sanmış, sahte bir mutsuzluktan kurtulmaya çalışırken gerçek bir mutsuzluğa düşmüşlerdir.

Kahkahalarla dolu bir geceden sonra onları izlerseniz hızla başlayan adımlarının gitgide yavaşladığını, her yavaşlayan adımla bir başkasına dönüştüklerini, omuzlarının çöktüğünü, ruhlarında taşıdıkları yorgunluklarının onları esir aldığını görürsünüz.

O anda karşılarına çıkıveren biri onları en çılgın şeyleri yapmaya ikna edebilir.

Aniden evlenebilirler.

Ertesi sabah dudaklarında bir plastik tadıyla uyanmak üzere hiç sevmedikleri hatta hoşlanmadıkları biriyle sevişebilirler.

Varlığıyla kendilerini utandıracak birileriyle kalabalıkların önüne çıkarak poz verebilirler.

Tehlikelidir mutsuzluk.

İnsanı şaşırtır.

Telaşlandırır.

Öç duygusuna sürükler.

Yalnızlık korkularıyla yakar.

Geçmişin hatıralarıyla hırpalar.

Yabancılara muhtaç eder.

Ve, birçok insan mutlu olduğunu bilmediğinden mutsuzluğa düşer.

Bir kere mutsuzluk nehrine düştün mü de çıkması zordur.

Bilirim o suları, oralarda yıkandım.

O sularda ıslananları onun için hemen tanırım.

Her mutsuzla karşılaştığımda aynı sözleri söylemek isterim.

"Sakin ol, sükunet kurtaracak seni."

Her seferinde de sakin olamayacağını bilirim.

Mutsuzluk telaşlandırır çünkü insanı.

Telaşıyla tehlikelidir zaten, elindeki o küçük ümidi de kaybetmemek için çırpınmasıyla tehlikelidir mutsuzluk.

Pişmanlıklarımızı telaş yaratır çünkü, telaşımızla utanılacak hareketler yaparız, bazen önümüzde kaderin açtığı geniş yollarda mutsuzken tökezlememiz telaşımızdandır.

Gördüğümüz her insana, boğulmakta olan bir insanın kurtulma hırsıyla sarılır ve onları korkuturuz, biz onları kendimize doğru çekmeye uğraştıkça onlar bizim korkularımızı çoğaltarak kaçarlar.

Yalnızlıktan korktukları için yalnızlaşır mutsuzlar.

Ve yalnızlaştıkça yalnızlıktan daha çok korkarlar.

Mutluluk topraklarına açılan o "sükunet kapısından" geçmeyi bir türlü beceremezler.

Sonra bir gün, o küçücük ümitlerini de kaybedip artık yokluğa yaklaştıklarını sandıklarında aniden o sükunet kapısı açılıverir önlerinde.

Ümitleri yoktur artık ama mutluluk şansı onlara sezdirmeden belirivermiştir.

Ümitsizce dururken bulurlar mutluluğu.

Kimse sonsuza dek o mutsuzluk nehrinde sürüklenmez çünkü...

Bir gün herkes kurtulur.