27 Şubat 2010 Cumartesi

kül kedisi...


son karesi gibi RET KİT'in,
batan güneşe doğru sürerken atımı;
gitme kal demeni bekliyorum.
ama yalnızca rüzgar çekiştiriyor atkımı...

biri yazıyor muş...

bir ingiliz yazar bu dünyanın bi oyun sahnesi olduğunu, ve yaşadığımız herşeyin önceden yazılmış senaryolar olduğunu söylemiş...

kesinlikle katılmamakla birlikte bi tesbit yapma ihtiyacı duydum. velevki biri yazıyor olsun. bazı filmler seyrediyorum bir oyuncu bir karakteri canlandırıyor, başka bir filmde başka bir karakteri canlandırırken bu filmle alakası olmayan ilk filmdeki karakter gibi oynuyor onun gibi konuşuyor. anlıyorum ki; oyuncu rol yapmamış yazılanı kendi gibi, yazıldığı gibi oynamış, birşey katmamış,

hayatın senaryosunu biri yazıyormu bilmiyorum, ama yazılsa bile kendimizce yorumlayıp oynayabiliriz...
bazıları sadece yazılanı oynuyormuş gibi yaşıyor...

bazı oyuncular var, yazılmış senaryolarda oynarken hayran kalıyorsun sahnede büyüyor devleşiyor, sonra bir tv programında bakıyorsun iki lafı bir araya getiremiyor, kendini ifade edemiyor.

bize biçilmiş senaryolarla gayet güzel idame ettiriyoruz,
ama kendi istediğimiz hayatı yaşamaktan çok uzaklarda seyrediyoruz ahan bu hayatı...

yalancııııııııı...

yalan söyleyemeyene yalancı diyorlar... söyleyen zaten söylüyor ve yalan söylediğini anlamıyorsun... oyüzden erkekler yalancıdır, kadınlar...:)

erkek küçüklüğünden beri herşeyi ortada yaşar,yalana hiç ihtiyacı olmamıştır, "bey oğlun böyle böyle yaptı bugün" "yapsın oğlum o benim bi daha yap aq..." kız ise hep takiptedir izlenir her yaptığı olay olacaktır kızda bunu bilir ve her daim gemisini yüzdürür...

bu kızlarla bu erkekler gün gelir evlenirler, ve artık babası yoktur erkeğin ve yalan söylemesi gerekir ve o zamana kadar kullanmadığı beyninin bu bölümünde acemilik çeker:)))

dünya kurulduğundan beri erkek hep sen güçlüsün sen en iyisin diye gazlanıp ava gönderildi bütün bu yıllar böyle yaşadık şimdi son yüzyılın son çeyreğinde eşitiz diyorlar :))) yok yaa bunca zaman emeğimiz var kıdem tazminatımızı almadan bi yere gitmeyiz...

25 Şubat 2010 Perşembe

kandil gecesi...

bu gece mevlid kandili...Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimizin doğum günü...

ben sizin için, yine başka bir penceresinden bakacağım mevlid kandiline. bir hristiyan gürcistan asıllı tc vatandaşı bir bayan, maddi durumu iyi olmayan bir müslüman ailenin kapısını çalıyor.elindeki paketi uzatıyor, "bugün kandil bunu sizin için aldım akşama yersiniz banada dua edersiniz" diyor...

hristiyan müslümandan dua istiyor, aslında bunun manası o sizin anladığınız şey değil, allah aynı allah inandıkları aynı ama gidiş yolları farklı, demek istediğim hiç bir müslüman bir hristiyandan dua etmesini istemez kendisi için, ona göre hristiyanın duası kabul olmazdır zaten, ve bu en büyük kibirlerden biri, ve şeytanın en sevdiği günah kibirdir...kibiri yenip gerçek müslüman olduğumuzda belki bizde bi gün şükran gününde noel de bir hristiyan komşumuzun kapısını çalar ve ona hindi verir, bizim için dua etmesini isteriz...:(

kandiliniz kutlu olsun...

eflatuna sormuşlar...

Eflatun''a iki soru sormuslar.
Birincisi ; "Insanoglunun sizi en çok sasirtan davranislari nedir ? "...
Eflatun tek tek siralamis :

-... Çocukluktan sikilirlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarini özlerler...
- Para kazanmak için sagliklarini yitirirler. Ama sagliklarini geri almak için de para öderler...
- Yarindan endise ederken bugünü unuturlar.Dolayisiyla ne bugünü ne de yarini yasarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yasarlar. Ancak hiç yasamamis gibi ölürler...

Sira gelmis ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"

Bilge yine siralamis ;

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayin! Yapilmasi gereken tek sey, sadece kendinizi "sevilmeye" birakmaktir...
- Önemli olan; hayatta "en çok seye sahip olmak" degil, "en az seye ihtiyaç duymaktir"..

24 Şubat 2010 Çarşamba

bizim çocukluğumuz bi başkaydı...

bizim çocukluğumuzda gdo lu mısır, hormonlu domates yoktu, salçamızı kendimiz yapardık konservemizi, turşumuzu, reçelimizi kendimiz yapardık. o domatesin kokusu sinmiş rengi kırmızı melemenin tadını nerden bilecek şimdikiler...

bizim zamanımızda okula giderken her sabah 8-9 km yürürdük, kar kış kıyamet farketmezdi. normaldi herkes öyle yapardı... ana haber bültenleri bu çocuklar bu kar kış kıyamette bu kadar yolu yürüyorlar diye hayret verici haberler yapmazdı...

bizim küçüklüğümüzde mahallemiz vardı.sıkıyorsa biri gelsin bizden birini mahalleden kaçırsındı...mahhalenin abileri kızların namuslarından sorumluydular erkeklerinde yakın korumasıydılar...benim için aşşağı mahalleye gidip "bu çocuğa bi daha dokunan olursa hepinizi yakarım" diye kükreyen abim vardı bana kim dokunabilirdi...

Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta Babamın bile anahtarı yoktu.
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.....

En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. internette takılmak, internette kız bulmak diye bişey yoktu...
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya,zıplaya yürüyerek gelirdik.

Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar,hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine gidip gelen (...ki;sadece çişi gelen giderdi evine)elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. şimdi Çok garip geliyor size ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.

Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..

Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye
hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında 'vale'lerin, 'bady'lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.

Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
Yoksa birileri mi böyle istedi?..
'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ?

sokak futbolunun 41 kere maşallahı var...

1. Iyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almamasına dikkat edilirdi.o iki kişi aldım verdim oyunu oynayıp tek tek adam seçerdi…

2. Maçlar minyatür kalede oynanıyorsa, penaltı boş kaleye ters şekilde topukla vurulurdu. Bakmadan…

3. Maçların hayali kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gereken yerler iki taş ile işaretlenirdi.üst direk ise kalecinin boyuna göre gözkararı belirlenirdi, tv deki yorumcular kadar tartışmazdık bile…

4. Hava kararınca, ezan okununca, anne-baba çağırınca maça ara verilir... ama mutlaka devam edilirdi…

5 Uç korner bir penaltıydı. Penaltıda abanmak etik değildi…

6. Topu patlatan parasını öder, patlak top ikiye kesilip kafaya takılırdı. bahçelerine topumuz kaçınca Topumuzu kesen yaşlı teyzeler vardı , bu nasıl bi suçsa artık cezamız buydu…

7. `Frikiklerde açıl biraz` denince `Burası Ali Sami Yen mi` şeklinde cevap verilirdi.

8. Taç çizgileri kalelere çok yakın olduğu için taç atışından direk gol olmazdı, taç atışı gol olmadan birine dokunmalıydı…

9. Kaleci topu 3 kere sektirirse rakibe `Açılsana 3 kere sektirdim` sende sektir git demekti )), rakip açılırdı; efendilik vardı.

10. Top insanın pek münasip olmayan bir tarafına gelirse herkes `işe işe!` diye bağırırdı.

11. Penaltılarda kaleci değiştirilirse 2 penaltı atılırdı. Eğer ilk penaltı gol olursa ikincisi atılmazdı.

12. Abanma ve burun vurmak yoktu, vurulursa eleştirilip kınanırdı.

13. Tanju, Rıdvan, Metin, Ali, Feyyaz, Hagi, Hakan, Hami gibi dönemin popüler futbolcularının adı alınırdı. Hatta bizim mahalle Galatasaray dı yan mahalle Fenerbahçe, üniversitede de hakan şükür macaristana ensesi ile gol attı diye düz vurabileceği topa arkasını dönüp ensesi ile gol atmaya çalışan bir arkadaşımız vardı))

14. Topun sahibi her zaman futboldan anlamayan biri olurdu mecburen oyuna almak zorunda kalırdık her mevkide dener bize en zaarrı olacak mevkiyi bulmaya çalışırdık, sen biraz dinlen dediğimizde topunu alır giderdi)

15. Klişe laflar vardı: `At bakayim abinin kıllı göğsüne!`

16. Elin avantajı olmazdı. Top ele ne sebeple deyse serbest vuruş kullanılırdı hatta çift vuruş genel bi kanıydı…

17. Minyatür kalede Bel üstü gol sayılmazdı. Japon kalede pas vermek yasaktı. Tek kalede kaleciden taca çıkan topu alan başlardı…

18. Taçtan kendi önüne atıp başlatılınca, taç değişirdi.

19. Maçı izleyen küçük bir grup varsa, penaltı olup olmadığına onlar karar verirdi, saygı vardı.

20. Maçlarda eğer iddia varsa ödüller genel olarak Algida Max, eskimo, meybuz, 2,5 litrelik kola vb. ürünlerden oluşurdu.

21. Kaleler birbirine yakın olduğu için kalecinin elle gönderdiği top gol olursa sayılmazdı…

22. Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin koca bir zıplayışının akabinde 3 koca adım atmasıyla belirlenirdi... Büyük atılan adıma karşılık olarak rakip takım "sen tuvalete de mi böyle gidiyon?" diyerek ortalığı kızıştırırdı.

23. Top, oyun alanı içerisindeki herhangi bir arabanın altına kaçarsa büyük bir şevkle arabanın altına yatılıp top alınırdı. Topu ilk kim kaparsa o takımda başlardı.

24. Gol olduktan sonra eğer tartışmalar olursa ve golü yiyen takımın bir oyucusu golü kabullenirse rakip takım direk o kişiyi yüceltip "adamın gol diyo" diyerek golü alırlardı. Golü kabullenen kişi de kaleye veya defansa alınırdı.

25. Varsa hakeme yapılan en dolu dizgin hakaret: "hakeme gözlük, eline de sözlük" tü.

26. Oynayacakların sayısı eğer tek ise gönüllü birisi ki hep ben olurdum devre arası takımdeğiştirerek oynardı.

27. Penaltılarda eğer takımınız açık ara farkla öndeyse kaleciye vurdurulurdu. Ama en güçlü forvetiniz penaltıyı kullanacaksa, hemen rakip kalecinin gönlü alınırdı: "Merak etme olm, teknik vuracam."

28. Sabit bir kaleci yoksa 2 golde bir veya dakika usulü oyuncular aralarında değişirdi. Kalecilik sırası "Sonum bir Allah" diye kim başlarsa o kişiden geriye sayılırdı.

29. Dizde veya ayak ucunda top sektirerek de sıra belirlendiği olurdu (genellikle 9 aylık veya 21 aylık gibi oyunlarda). Bu durumlarda ilk sektirmek isteyen "Birim bir Allah, kırmızı bayrak, yeşil kitap" derdi.

30. Kaleci oyuncu kavramı vardı. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı.

31. Eğer son adam olarak senden faulle top alındıysa ve rakip faul yapmadığının ısrarını oyuna devam ederek yapıyorsa kaleciye kaleyi boşaltması talimatı verilirdi kaleci kaleyi boşaltmazda golü yerse adamın devam etti gol geçerli denirdi…

32. Milli ruhumuz vardı, okulun yanında ki sahada top oynarken tam gole gittiğim anda istiklal marşı okunmaya başladı ve topu bırakıp hazırolda istiklal marşını okudum arkadaşlarım beni taşa tuttu))

33. Atan alır spor vardı. Eğer top oynana sahanın yakınlarında bir rampa yada topun kaçacağı bir bahçe köpekli bir alan varsa topu kim kaçırdıysa o alırdı.

34. Mahallenin abileri kaleci alıştırırlardı. Ben takımın penaltıcısıydım mahallenin abisi bana penaltı attırırdı gol olursa kaleciyi, olmazsa beni fırçalardı))

35. Altın gol uygulamasını ilk sokaklar yaptı, uzun süre beraberlik bozulmayınca, akşam olmuşsa,"Golü atan kazanır." kuralı işlerdi.

36. Maçlardan sonra su sırasına girmek ayrı bir davaydı ve mutlaka koşa koşa gidilirdi. Genellikle yaşlı amca veya teyzeler, zemin katta oturanlar bu işin acımasız kurbanlarıydı.

37. El kasti değilse o top direkt kaleye kullanılmaz, "kasti değilki oğlum, gol olmaz." denirdi...

38. Eğer kaleci dahil herkes çalımlanmışsa; o top çizgiye kadar götürülür ya popo dürtmesi yada yere yatıp kafa, burun, alın gibi vucut kısımlarının dürtmesi ile gol atılırdı.

39. Eğer uzaktan bi gol atılırsa “la haburaya bi boru hattı döşemişler ne hattıdır o” diye dalga geçen laz taraftarlar vardı

40. Para o zamanlar kolay bulunmadığından maçın hangi takım tarafından başlatılacağına; bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı,kuru mu seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi.

41.Kaleler taştan olduğu için atılan şut önce defansa çarpıp sonra taşın üstünden geçtiyse şutu atan takım gooll diye yaygara çıkarırdı.Rakip takımın gol değil kale üstü cevabına,gol yoksa korner o zaman ver topu diyerek racon kesilirdi.

21 Şubat 2010 Pazar

"lazım" ne demek kazım?


bazı günler var, o günlerde bişeyler yapmak lazım... o gün geldiğinde kendine söylediğin ilk şey bu: bugün bişey yapmam lazım... lazım kelimesinin kapağını kaldırıp baktığınızda altından mecburiyet çıkıyor. mecburen yapılan hiç bir şeyin bi anlamı yoktur benim için... mecburen saygı duymak ta buna dahil...

birisi bulunduğumuz mekana geldiğinde ayağa kalmamız gerektiğinde o kişiye gerçekten saygı duymuyoruzdur mecburiyetten saygı duyuyormuş gibi yapıyoruzdur... bir özel günde birine bir hediye almamız lazım olduğunda hiç bir mana ifade etmesede bişeyler alıp, o da güzel görünsün diye paket yapılıp ilgili kişiye verme işlemine dostluk diyoruz kazım, bilmem "lazım" ne demek anlatabildim mi kazım?

16 Şubat 2010 Salı

doğum günü ekmek ve köfte

benim yılbaşı, doğum günleri, sevgililer günü, kabotaj bayramı gibi günlerle aram pek yok, beni bilenler bilir...diğerlerini sonra anlatırım şimdi doğum günlerini neden sevmem onu anlatacam...

doğum günleri bi kere kutlanması saçma bi gün, bu aralar ölümle ilgili çok yazıyorum ama doğum günü ölüme bir adım daha yaklaştık demek benim için... kutlamak şart değil...
bu dünyaya geldiğim günü kutlayacak kadar aşkla sevmedim bu dünyayı...

doğum günleri bir "ne kadar ekmek o kadar köfte" meselesi
doğum günleri bir "tükür elime süreyim suratına" misillemesi

bu yüzden denemeler yaptım dostlarım üzerindeve samimi olanları böyle anladım;
birinin doğum gününü hatırlıyorsam o da benimkini hatırlıyor,
birine doğum günü hediyesi alıyorsam o da benimki geldiğinde alıyor,
özellikle bir gün sonra kutluyorum doğum gününü birinin, o da benimkini bir gün sonra kutluyor...
hatırladığım halde hiç arayıp sormuyorum hersene doğum günümü kutlayanı doğum gününde, o da o sene hatırlamıyormuş gibi yapıyor benim doğum günüm geldiğinde:)))hani yaparlarya onlar bizim düğünde bi çeyrek altın taktılar bizde onlara çeyrek takacaz :))))

yani doğum günü kutlamak güzel bişey tabiki, samimi olunca anlamlı oluyor benim için, gerçekten samimi duygularla kutlandığında, "dostlarım hatırladı beni" hissi güzeldir herzaman, güzel olurdu böyle çeyrek takacaz anlayışı şeklinde vukubulmasaydı:((((

şimdi dostlarım bana kızacaklar bu yazıyı okuyunca
ama kızmayın hala samimi olanlar var onların doğum günlerini aynı samimiyetle kutluyorum... bu benim yaptığım da "çeyrek takacaz" anlayışı ile aynı mantık aslında
samimi olanlara samimiyim:)))))

15 Şubat 2010 Pazartesi

doğum günüm bugün...

bugün doğum günüm...
bir tuhaflık var gibi,içimde bir yerlerde.
bir his var sanki bana ait değil,
bir sızı var sanki bana düşman,
bir ben var içimde galiba onun doğum günü değil bugün...

herşeyle vedalaşan bir halim var bugün, ve geçti gitti doğduğum günü sonkez görüyormuşum gibi bir hüzünle...film şeridi gibi geçti derlerya benim film yavaş ve çok uzun metrajlı geçiyor gibi...

ve bir söz bugünkü ruh halimi çok iyi anlatıyor
"Yaşadıklarını kâr sayma... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün..."

14 Şubat 2010 Pazar

eve dönün 2

Böyle tek kelime ile cevap olmaz, şu şu şu sebepten onların derdi para değil onur mücadelesidir diye anlatman lazım… evet itaat etmiyorlar, kime? hükümete… kimse itaat etmeyecek zaten ne hükümete ne muhalefete onlar bizim oyumuzla bizi temsil edecekler bu kadar büyütmeyin onları… itaat deyince benim bu tartışmanın içine girmeme sebeb olan cümleye dikkat çekmek istiyorum, “onurlu bi mücadele olması için akp’ ye karşı yapılması yeterlidir” bence itaat budur “muhalefete itaat”…

Ancak asıl meselede bu değil, asıl itaat etmememiz gereken yer abd, biz özgür bi milletiz ama özgür bi devlet değiliz. Bizim ikinci bir kurtuluş savaşı vermemiz gerekiyor ve ikinci bir Atatürk’ümüz yok… ve bu abd adı altında bahsettiğim dış gücün sadece hükümet üzerinde etkisi yok, muhalefetin de meydanın da, ordunun da, yargının da üzerinde etkisi var her yerde onlara itaat eden adamları var. Onlar muhalefete medyaya ve yargıya her fırsatta hükümete saldırın emri veriyor, muhalefetin sorgulamadan itaat eden koyun gibi takipçileri de aynı şekilde hareket ediyor, (hükümete karşı olsunda ne olursa olsun anlayışı). Hükümeti ordunun üstüne salıyor, orduyu içten karıştırıyor, akıl almaz yargı kararları aldırıyor ve her daim iç karışıklık yaşamamıza sebep oluyorlar. Çünkü biz iç meselelerimizi çözersek amerika’nın güdümünden kurtulma çalışmalarına da başlarız , buna asla izin vermeyecekler anlasanıza…
Ben her konuda bi orta yol bulmaktan yanayım… benim itiraz ettiğim bu zihniyet. ben hiçbir partinin savunucusu değilim, mesele; hangi partiden olursanız olun meselelere, karşı tarafa çamur atma davası olarak bakmama meselesi…

Ben diyorum ki: itaatsizlik yapma zamanıdır... bunun için önce birlik olmamız gerekiyor,sağduyulu olmak gerekiyor, sorunun aslında ne olduğunu bilmek gerekiyor. Sorun daha büyük ama siz sorunumuzun sadece hükümet olduğunu sanıyorsunuz… tut ki hükümet gitti yerine senin desteklediğin parti geldi, aynı boku yiyecek… bu sefer tekel işcileri yerine başka figüranlar koyacaklar onların karşısına ve sen tekel işcilerine gösterdiğin hassasiyeti bu sefer onlara göstermeyeceksin, başka sorunlar çıkaracaklar ve her daim hükümet abd nin istediğini yapacak ve her daim muhalefette olanlar sorgusuz sualsiz muhalif olacaklar, her şeye…hep başka karışıklıklar başka ayrışmalar yaratacaklar ve sonuç değişmeyecek, abd nin tüketicisi olacağız, itaat edeceğiz ve bu şekilde yaşayıp öleceğiz, yaşamak denirse buna…

13 Şubat 2010 Cumartesi

eve dönün...


para için onur mücadelesi olmaz ...kazanılmış hak diye bi haksızlıkta yok...hiç iş yapmadan para aldıklarında biz bunu haketmiyoruz devletin başka kademesine alın bizi demedi kimse...şimdi kimse kendi parası için verdiği mücadeleye onurlu savaşımız demesin...biz onurunun başına çuval geçirilmiş bi milletiz...onur kimde varki tekelcilerde olsun...

bir chp linin bu sözü ne kadar iyi anlatıyor halimizi:"hem de bana göre eylemin onurlu olması için akp hükümetine karşı yapılmış olması yeterli nedendir..." yok yahu biz bu ülkeyi bu zihniyetlemi kurtarcaz? yazık... diyorlar ki:" akp makarna kömürle oy topluyor, doğrudur sırf bunun için oy verenler var biliyorum, ama ben bişey daha biliyorum, bir chp'liye neden chp ye oyverdin diye soruyorum cevaba bakın "ben babadan chp liyim, dedemde chpliymiş" bu insanların sayısıda makarna için oy verenler yaklaşık aynıdır...yani ülkede demokrasi diye bişey yok aslında, kendimizi kandırıyoruz...ben oy kullanmıyorum diye bana akp liside chp liside koyun olma oy kullan diyor. koyun olmak bu mu? bence koyun olmak bir lideri peşinden sorgusuz sualsiz gidip o nereye giderse oraya gitmektir...

Arkadaş gel pkk konusunda akpnin karşısına beraber geçelim...ama tekel işcileri meselesini başka işlerle karıştırmayın her meseleye kendi içinde yargı verin ön yargısız...sırf görüşün farklı diye düşünmeden karar vermeyin...benim istediğim düşünen ve her şeye kendi karar veren bir millet olalım, sen kötüsün ben haklıyım diyerek hiç bir şey çözülmez...yanlışının karşısında beraber duralım doğrusunu görmemezlikten gelmeyelim...mesele oy meselesi değil mesele bir lider yada grupun arkasından koyun sürüsü gibi gidip düşünmeden sorgulamadan ön yargı edinmek meselesi mesele fikri hür vijdanı hür bi millet olma meselesi...koyun olmamak lazım iradenizle düşünün ve hak hukuk onur kavramlarını kendinize göre yorumlamayın... onurlu mücadelesi nedir biliyormusun, haksız para kazanırken ben bunu haketmiyorum diyebilmektir onur...hiç mi münir özkul filmi seyretmediniz hiç mi bişeyler kapmadınız o filmlerden onurlu yaşamak üzerine, haketmediğin tek kuruşa bile tama etmemeyi hiçmi öğrenmediniz...filmlerden bişeyler kapmayacaksanız neden seyrediyorsunuz?

cevaba bakın: "ben türk filmlerinde değil, gerçek dünyada yaşıyorum"

o zaman sana bi haberim var... bu dünya yalan...
sana gerçek dünyayı anlatayım mı: consume+obey+die dedikleri işte bu dünya... yani tüket, itaatet ve öl...senin burda tükettiğin herşey amerikan malı, giyimden gıdaya kadar. adamlar kayseriden kumaşı alıyor çorluda dikiyor, sonra amerikan malı diye sen onu alıyorsun. içtiğin her kola yediğin her hamburgerle amerikanın tüketicisi oluyorsun, sonra sen bir yandan amerikaya karşı söylemler edinip, amerikanın istediği gibi bir vatandaş oluyorsun, yani abd ye itaat ediyorsun ve amerikanın istemediği hiç bir şeyi yemiyorsun, amerikanın istemediği hiç bir şeyi içmiyorsun, amerikanın istemediği hiç bir şeyi giymiyorsun, amerikanın istemediği hiç kimseyi birinci parti yapamıyorsun...amerikaya kazandırdığın her kuruş kurşun olarak sana geri dönüyor belki direkt sana dönmüyor ondan böyle rahatsın...abd nin tüketicisi ve itaatkarı olarak yaşayıp ölüyorsun... sen gerçek dünyada yaşıyorsun dimi bir saniye sonra ölür gidersin gerçek dünyayı o zaman görürsün...

ben öyle fabrikalar biliyorum ki 100 kişi ile rahat bi şekilde üretim yapabiliyor ama fabrikada 3000 kişi çalışıyor, pardon yüz kişi çalışıyor 2900 kişi hiç iş yapmadan maaş alıyor, bu kadar adam neden alınmış peki, her hükümet seçim zamanı kendisi için çalışan yandaşlarını kadrolu olarak işe almış...işte kazanılmış hak dediğiniz bu. sen orda beleşe maaş alırken iyi, ben bunu haketmiyorum demiyosun, sonra özlük haklarım diye tutturuyorsun, tamam hükümette bu konuda yanlış yaptı tekeli özelleştirirken madde koyduracaktı öncelikle tekel işcilerini çalıştırsın tekeli alan zatı muhterem, yada başka bi formul bulunurdu...ama kimse bana tekel işcilerinin onur mücadelesinden bahsetmesin... dediğim gibi onurlu olmak haketmediğini almamaktır öncelikle, sonra haketmediğini haksız yere verilmiş hakkını savunmak onurlu bi davranış değildir...

ve çok acı bişey var pkk nın çocukları kullandığı gibi, herkes her yerde çocukları acitasyon malzemesi yapıyor, çocukları kullananlardan nefret ediyorum...

sevgililer günü yyalnızlığı...

14 şubat lanetli bi gün, benim hiç bir zaman 14 şubatta sevgililer gününü kutlayacağım bir sevgilim olmadı...ya 12 şubatta ya 13 şubatta yada bazen bir hafta öncesinde sevgilimden ayrılırım hep ya tamamen biter 14 şubatı yalnız geçiririm, ya 14 şubattan önce ayrılır sonra bir hafta sonra yeniden barışırız:))))

14 şubatları hiç sevmem...
lanetli bir gündür benim için...

12 Şubat 2010 Cuma

bu kadar güzel mi anlatılır hayat...


Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin at...tığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün,

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kâr sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün...

bu kadar güzelmi anlatılır hayat aşk olsun Can Yücel usta bize bişey bırakmamışsın anlatacak...:)

11 Şubat 2010 Perşembe

dizi dizi hayat...


bir "yaprak dökümü"dür hayat
bizim başımıza gelmez dediğimiz herşey bir gün başımıza gelir,
asla dökülmez dediğimiz yapraklarımız gün gelir bir bir dökülür...

bir "aşk-ı memnu"dur hayat
yasak aşktır yani,
yasak olan herşey bizi çeker
yasak olan her şeye aşığızdır...

hayat "ezel"den beri bi başkadır
ne zaman ne olacağını bilemezsin yeğen,
mesele ne olacağını bilmekte değildir
mesele olduğunda nerde duracağını bilmektir...

bir pusu dur hayat "kurtlar vadisinde,
şerefsizler ordusuna karşı tek başına ayakta kalırsın
"iskender büyük senden büyük allah var" diye bağırırsın
cevap gelir
"duydunmu cevherim adamın ne diiiii"

hayat "kavak yelleri"dir eser
hep zordur aşkı yaşamak
sanki zor olan yolda hep tercih edilir bile isteye,
hep bişeyleri oldurcam deyipte oldurmadığı görülmemiş biri vardır EFElenir, DENİZ kıyısında, GÜVENsizdir ASLInda...

hayat "geniş" bir "aile"dir
anneler babalar, dedeler nineler, isyaneden ergenler, hoop enişteler, koyu karanlıklar, komşu kızlar, hayatı taze tüketmeden,yarına bırakan ulviler, ulvi düşğnemeyen müfikler, sevgilisine 13 yıldır menkul kıymetlim demeyi akıl edemeyen borsacılar,hayatın dimağına yapışan sıcak helva tadında aşklar...


bi dizi espirisi yapim mi size

dizimde oynatacam seni...

5 Şubat 2010 Cuma

kim anlatacak?


biri bu gençlere bişeyleri anlatmak zorunda...

17 yaşında bir gençle onur akının şarkısını dinliyoruz

"seviyorum seni, ekmeği tuza banıp banıp yer gibi" diyor...

genç " ahaaaahahaha hiç ekmek tuza banılırmı o ne biçim mide" diyor... ekmeği tuza banmanın ne manaya geldiğini birinin bu gençlere anlatması lazım, onun bir zevk olmadığını, bir mecburiyet ve o mecburiyetin zul olmadığını anlatması gerekiyor, o ekmeğin ve tuzun beyazı, saflığı, temizliği anlattığını...

bu gençlere okuldan kaçtıklarında birinin anlatması gerek, çanakkale şehitleri dediğimiz insanların bir çoğunun okuldan kaçıp cepheye gittiklerini ve onlarla aynı yaşta olduklarını...onlarla aynı yaşta bu vatan için öldüklerini...

efendim kitap okumuyorlar facebookta takılıyorlar... o zaman facebooka yaz bir kişiye ulaşsan kar cebinde... facebookta hangi dalton karakterisiniz anketinde "jo" çıkınca sevinmemesi gerektiğini biri onlara anlatmalı, neden avarel çıktığında üzülüyorsun o onların içinde kötü olmayan tek karakter, saf ama temiz olan tek karakter, o onların içinde insan olan tek karakter diye anlatmalı...

biri bu gençlere bişeyleri anlatmalı...
kim anlatacak?

büyüt memeli...


ben gözlerindeki ışığı yanlış mı görmüşüm?
o ışığı fazla mı büyütmüşüm?
yok yok anladım
hiç bir şeyi büyütmemeli,
ben içimdekileri boşa büyütmüşüm...

ne demiş şair
kimseyi çok sevmeyeceksin
o daha az severse üzülürsün
ki hep daha az sever...

1 Şubat 2010 Pazartesi

pep guardiola...

barcelona osasuna maçını seyrediyoruz, kamera pep guardiolaya zoom yapıyor, guardiola dalmış düşüncelere oturduğu yerden çimlere bakıyor. ben "maçı bırakmış nereye bakıyor lan bu adam" diye soruyorum, kardeşim espiriyi patlatıyor;

"ayyyy bu böceklere bakiyeeeee buuuuu...ayyy bu böceklere yicek gibi bakiyeeee buuuu...ayyy bu hastanede karıştı buuuu messiye çince bişeyler söyleyecek gibi bakiyeeeee buuuuu:))))

futbol maçları çok sıkıcı olduğunda bile biz böyle mutlu anlar yaşayacak bişeyler bulabiliyoruz, yani buda diyor ya "mutluluk içimizde" evet mutluluk içimizde,futbol sadece vesile:))))

pep guardiola kim: sene geçen sene, 2008 2009 sezonundatam altı kupayı birden kazanan barcelona takımının teknik direktörü... ispanya lig kupası, kral kupası, ispanya süper kupası, şampiyonlar ligi kupası, avrupa süper kupası ve dünya futbol kulüpleri kupası...

buna benzer bi başarıyı galatasaray 2000 yılında yakalamıştı, tsyd kupası, türkiye kupası, lig kupası, cumhurbaşkanlığı kupası, uefa kupası ve avrupa süper kupası olmak üzere sezonu altı kupayla tamamlamıştı ve hatta o sene iptal edilen dünya kulupler kupasını alıp 7 kupayla rekor kırabilirdik... barcelona ile galatasarayın başarıları arasındaki farklar şöyleydi; barcelona şampiyonlar ligini kazandı galatasaray uefayı, barcelona finalde ingiliz ekiplerinden manchester unitedı yendi, galatasaray arsenali; barcelona ispanya liginde real madrid, valencia gibi güçlü ekipleri geride bıraktı, galatasaray beşiktaş, fenerbahçe...:)))

hz buda aleyhisselam...

buda ne?
uzakdoğu'da bir tapınma şekli...

buda belkide bir peygamberdir, kimbilir belki onun getirdiği dini sonradan çok tanrılı dine çevirmişler değiştirmişlerdir.şimdilerde de daha çok bir felsefi akım dinden daha ziyade... kuranda her kavme bir peygamber gönderdik yazıyor, bütün peygamberler sadece ortadoğu halklarına gönderilmedi ve her peygamberin ismi arap yada israiloğullarına ait isimden değil, öteki dünyada şöyle bi anons duyarsanız şaşırmayın diye yazıyorum bu yazıyı
"hz buda aleyhisselam cennet giriş kapısında bekleniyorsunuz...:))