31 Mart 2010 Çarşamba

İki soru…

Bir soru sorun çocuk okuldan gelince, “bugün neler öğrendin” ve cevabını beklemenize bile gerek yok zaten siz bu soruyu sorduğunuzda çocuğun beyni o gün öğrendiklerini bi tekrar eder o an beyninde.

Bir soru daha sorun sonra “bugün dünden farklı ne yaptın” dünle bugün arasında fark yaratma isteği çocuğu kendi kendiyle yarışa sokar aliyle veliyle değil… çünkü ali başarısız bi çocuksa onu geçmek yeterli olur ona oysa hayat ona başka sürprizler hazırlamaktadır ona; kendiyle fark yaratan çocuk o sürprizlere hazır olur…

nefis: insanın öz benliği

-ben iyi bi insanım; kötülükte yapıyorum ama kimselere söylemiyorum

-herkes yapar ve kimselere söylemez… Nefis var ya, insana her şeyi yaptırır…Kendine öyle güzel yalanlar söylersin ki; öyle güzel mazeretler bulursun ki kötülüklerine, kendini bile kandırırsın…aslında en kolay şey kendini kandırmaktır zira kanmaya hazırsındır …yalan söyleyende sensin inananda, kananda…

-bile bile… ne korkuncuz…

-bi fıkra var bilir misin, iki adam hesap ödeme meselesinden tartışıyor. Biri der ki “bak sana bi soru soracağım bilirsen ben öderim bilemezsen sen ödersin hesabı…” “sor” demiş öteki”

-damda gezer miyavlar
-timsah
-bildin

kartal tüyü okka ve mürekkeple...

-Nasıl yazıyorsun bunları

-kalemle ve q klavye ile :)) On sene önce yazdıklarıma bakıyorum da olmamışım daha… beğenmiyorum yazdıklarımı, basit geliyor bana… on sene işlemiş zaman, on sene işlemiş beni hayat, kendime doğru yola çıkmışım, daha bulamamışım ama yaklaşmışım ve on sene sonra dönüp hayata bakınca başka bişeyler görmüşüm… insan kendini tanıdıkça hayatı anlıyor… önce kendine gelmek lazım….
Böyle diyorum ben ama eksik diyorum, hala söylenmemiş sözlerim var, söyleyeceklerim var daha… on sene sonra dönüp baktığımda da bu yazdıklarım bana basit gelecek, beğenmeyeceğim eksik bulacağım ve muhtemelende o zaman bugünkünden başka pencerelerinden bakacağım hayatın içine…

düzen...

-ben bu düzeninde…bu düzende düzeninde… taaaaa anasını avradını….

-düzene küfredeceğine otur bi düşün… düzenin dışına çıkmak için ne yaptın… hatta hiç çaba gösterdin mi ? yada aklının ucundan geçti mi?
Kendine kız…
mazeret arama başarısızlığına…

30 Mart 2010 Salı

ben böyle biri değilim yaaa....

-Sen var ya suya götürür susuz getirirsin adamı

-Yok beaaa suya gider susuz gelirim genelde, öyle saf değilimdir aslında çoğu zaman bile bile giderim… dünya malı için neler yapıyor insanlar. Belki bir isyandır bu, doğru yada yanlış bulabilirsiniz ama bir tepkidir bu “alın ulan istediğiniz bumuydu der gibi…”

29 Mart 2010 Pazartesi

Fener bize karşı,


fener bize karşı
Başka bir haleti ruhiye de, başka bir güçle,
Başka bir tılsımla, başka bir büyüyle, başka bir rüyayla,
Başka bir mantık, başka bir psikoloji, başka bir boyutta oynuyor.
Hatta hiçbir şey oynamasa bile yetiyor…

Eğer fenerin takımı Galatasaray dan daha iyi oynuyorsa fener kazanıyor…
Eğer fenerin takımı galatasarayla eşit seviyede oynuyorsa fener kazanıyor…
Eğer fener takımı Galatasaray dan daha kötü oynuyorsa maçı ya Galatasaray kazanıyor ya berabere bitiyor ya fener kazanıyor…

Genelde fb- gs maçlarında şu oluyor, fb nin maçta bulduğu tek pozisyon olsa bile o gol oluyor, hatta hiç pozisyon bulamasada bir şeyler o topu evirip çevirip gs kalesine gönderiyor. Gs nin kalecisi mutlaka hiçbir maçta yapmayacağı hataları fb maçında yapıyor, fb kalecisi başka maçlarda abuk subuk goller yediği için kovulma noktasına geliyor ama gs maçında goool diye bağırılan bir çok pozisyonda elleri uzuyor ışınlanıyor yine kurtarıyor. Maçtan önce bizim mutlaka sakat ve cezalımız oluyor ve biz onun yokluğunu çok arıyoruz, fenerde ise maçtan önce yorumcular alex yok fener zorlanır, emre oynamazsa fener kazanamaz, maçtan sonra alexin oynamaması fenere yaradı alex olsaydı orta saha bu kadar dirençli olmazdı, ermenin olmadığı fenere yaradı eğer emre oynsaydı bu maçta kesin kırmızı kart görürdü oyun gerilirdi ve Galatasaray daha agresif saldırırdı… maçtan önce dos santos keitayı durduramaz dediler , maçtan sonra dos santosu hiçbir maçta beğenmedim ama bugün görevini yaptı keitaya geçit vermedi… acayip bi şekilde her durum fenerin lehine çalışıyor, özhan canaydın maçtan önce vefat ediyor diyoruz ki özhan abi için oynayıp canımızı dişimize takıp bu maçı alırız, yok öyle olmuyor sanki üzerimize özhanabinin toprağı örtülmüş gibi tatsız tuzsuz oynuyoruz, maçı kazanmak için hiçbir şey yapmıyoruz, tersi durum fenerde olsa parçalayacak gibi çıkıyor sahaya, hatta özellikle kadıköyde fenerin böyle oynaması için sebep gerekmiyor…

28 mart 2010 gs fb maçında özhan abi için saygı duruşu vardı fener takımı sahaya taziye pankartı ile çıkınca gs seğircisi ilk defa fener takımını alkışladı,ve fener seğirciside gs takımı karşılıklı alkışladı, maç boyunca da bu barış havası sürdü hatta maçta 0-0 bitecekti selçukun 40 metreden hafif şiddet şutu yerde sekip gol olmasaydı yada 1-1 bitecekti keitanın doksana giden volesini volkan parmaklarının ucuyla çıkarmasaydı, bide 90+3 verilmeyen penaltımız verilseydi… maçta iki çirkinlik vardı biri alexe pet su atan bir gs taraftarı ve son saniyede fb kalecisi volkanın kendisine gelen topu poposuyla durdurması… ben asıl orda volkan pres yapmayıp topu öyle durdurmasına izin veren gs li futbolculara kızdım((
Özhan abiyi uğurladık biz bu maçta, ahhh bide cimbomum fenere yenilmeseydi…

fenerbahçeyi rekabet olsun diye kuran galatasaraylılar bugünleri bilselerdi hiç kurmazlardı herhalde:)))

Ahhh bu fener bize karşı
Başka bir şekil oynuyor ben bilebilmirem
Döşümde bir sızı dindirebilmirem…

cehalet...

-Biç klap nasıl yazılıyor ))) benim için ne cahil bir insan diyorsundur dimi?

-Cahil mi? Beach club nasıl yazılır bilmemek cahillik değildir, bilmek de marifet değil, Türkçe olsa bile değildir … ben insanları böyle sınıflara ayırmam, cahillik kelimesinin kullanım şekli bana saçma gelir hatta, bişeyleri bilmemek cehalet değildir. Mesela katil balinalara orka dediklerini, “orka”nın Yunancada ölüm getiren manasına geldiğini, aslında katil balinaların bal,na değil bir yunus türü olduğunu ve balina avladıkları için onlara balina katili anlamına gelen bu ismi verdiklerini bilmemek seni cahil yapmaz bende biliyorum diye başım göğe ermedi zaten…

Asıl cehalet insanlıktan yoksun olmaktır. Aynı fakirliğin parasızlık olmadığı gibi insanlıktan ne kadar eksiğiniz varsa o kadar fakirsiniz o kadar cahilsiniz…
Bilmekte mesele değil, ateş yakar herkes bilir ama ne kadar acıttığını yanan bilir, bazı şeyler yaşamadan öğrenilmiyor…
Ve okumak bilgisizliği alır eşeklik baki kalır…

28 Mart 2010 Pazar

şiircello...

Benden kısadır boyun
Bir köy otobüsünün dağa tırmanması gibi
Uzanırsın dudaklarıma
Katılmaz oldu nicedir
Yolumun tozu dumanına…
s.akın
Duracağım burada, gidişini seyredeceğim
Kıpırtısız sakin gibi görüneceğim
Kavgasız olacak, fırtınasız olacak, saçma sapan olacak,
Organlarım birbirine vuracak
Arkandan sessiz bakacağım,
Ben yine salağı oynayacağım…
o.bayülgen

fark… bence insanı hayvandan ayıran fark,
ne konuşması,
ne düşünmesi,
ne gülebilmesi,
bence insanı hayvandan ayıran fark,
sevmesi, sevmeyi bilmesi…
kafası kızdığında çekip gidebilmesi,
bence insanı hayvandan ayıran fark
bilebilmesi…
m.gezen

dans edememek...


Dans etmek bir yetenek “aman ne var canım müziğe göre sallıyorsun kendini” değil.bidiğin bir yetenek… ben beceremem mesela, ayağım hiç kırık değildir, karadenizde büyüdüm horon tepemem, kolbastı oynayamam…

Bir gün,İlk okulda , müzik dersinde, misket oynamayı öğreniyorduk. 6 kişilik gruplar halinde karatahtanın önüne çıkıp oynamaya başladılar, sıra bizim gruba geldi; karatahtanın önünde hiç bu kadar zorlanmamıştım. Bizim grupta tesadüfen sınıfın en kazmalarından oluştu. En uzun ve en kısalar bizim gruptaydı en çirkinler ve en yontulmamış odunlardan oluşuyordu. Biz oynamaya başlayınca sınıf koptu herkes yerlerde, gülmekten kırılıyorlar, biz neden bu kadar güldüklerine anlam veremediğimiz gibi müzik susana kadar oynamakta zorundayız, gülme krizlerinin arasından bazı seslerde duymaya başladık “ gökmene bak karikatür gibi kaldı orda, hahahaa seyfullaha bak kazık yutmuş gibi, alparaslana bak hele puhahahahah” neyse müzik durdu zulümde bitti…bitti sandık sınıf “bi daha bi daha” diye tezahurat yapınca bi daha oynadık çünkü öğretmen not vermem dedi bi daha oynamazsanız…

Diyeceğim o ki; oynamak dedikleri şey dans yani yetenek işidir oynamasını bilmeyenleri zorla sahneye çıkarmayın, bu şuna benzer; resim yapmaktan anlamayan birine portre yaptırmak gibidir. Olmaz beceremez, yani düğünlerde oynamak isteyenler oynuyor zaten oynamayanlara dokunmayın, şimdi durum daha da feci, facebooka düşersin halin yaman olur, mesela bizim o müzik dersinde cep telefonu icatedilmiş olsaydı, biri çekerdi ve facebook ta icatedilmiş olacaktı tabi, bizi internete verdiler mi en çok tıklanan video olurduk kesin…

25 Mart 2010 Perşembe

canaydın başkan mekanın cennet olsun:(((



birbirimiz sevmek zorunda değiliz ama saygı göstermek şart... rakibe saygı göstermek sizin büyüklüğünüzdür...

dün gece kadıköyde şükrüsaraçoğlu stadında tüm fenerlilerin galatasarayın eski başkanı için saygı duruşunda bulunup alkışlı pankartlı uğurlaması çok hoştu. tüm galatasarylılar adına teşekkürü bir borç bilirim... bu milad olmalı ve artık bu iki kulüp yine sevmesede, birbirlerine saygı göstermeyi öğrenmeli... tabiki yine kızdıracağız, dalga geçeceğiz maçları kazanınca, ama saygısızlık yapmayacağız rakibinizi ne kadar küçültürseniz zaferiniz de küçülür büyük rakibi yendik derseniz herkes size saygı gösterir...

sevmek başka bişeydir, ama saygı duymak uygarlıktır...

22 Mart 2010 Pazartesi

güzellik...kaporta...ruhlar alemi...


(kelly rutherford nam-ı diğer sam vitmor 80'li yılları genç olarak yaşamış her erkek bu kadını ve hayat ağacı dizisini hatırlar, uzun yıllar bir numaramız hep o oldu)


Erkeğin güzeli makbul değildir pek, dışarıda her an bazı kadınlar onunla ilgilenir ve erkeğin güzeli de çirkini gibi kadınlara hiç hayır demez)))istisnalarda kaideyi bozmaz… erkeğin güzel çocukken belli olur ve genelde de hiç bozmaz kendini 60 yaşına geldiğinde bile kır saçlarının olgun gösterdiği bahanesi ile yakışıklı bulunur… kel olanlara bile kel erkekler seksidir derler…göbekliler için göbeksiz erkek balkonsuz ev gibidir derler…çok çirkin ve kısa boylu ama çok komiiiiik derler… esasında erkekde güzellik aranmaz güzellik kadına ait bişeydir hatta güzel erkek hakaret gibidir yumuşaklık ifade eder, yakışıklı derler erkeğe o yüzden…

Gelelim kadının güzelliğine 15 yaşına kadar çocuksu güzelliği vardır kızların… bu arada geçen Pazar , her Pazar yürüyüş yaptığım falez otelin önündeki parkta yürürken, üç kızın konuşmalarına şahit oldum yanlarından geçerken… bir tanesi “ bean bu erkeklerin kızlara kız demesine gıcık oluyorum” dedi aklımdan geçen ilk şey ne diyeceğiz yahuuu oldu… yandaki kız aklımdan geçeni okumuş gibi sordu “ne diyecekler ki ne? Dedi… kız tekrar cevap verdi “ne bileyim beean sinir yaneii” bide şu konuşmaları yokmu ben derken “b” ile “n” arasına üç tane “e” koyup son “e” ye dilinin üstü ile kesme vuruş yapıp uzadıkça “a” ya döndürüyorlar… neysem beeanda bu kızların erkeklere erkek demesine gıcık oluyorum ay ne bilim sinir yaneiii:))

neyse kızlara kız demeden güzellik üzerine yazmaya devam edelim …17-18 yaşlarında artık vucutlarıda şeklini aldığı için erkekler için gerçek güzellik hallerine bürünmüş oluyorlar, bazı kızlara bakmaya doyamıyorsun , çok olmuştur bi kıza bakıp bunu iki kişi yapmış olamaz yapımında sağlam bi ekip çalışmış olmalı dediğim))yada allahım bu kızı sen kendin yaratmışsın diğerlerini taşarona vermişsin galiba taşeron firmada bazı kaba inşaatı yapıp bırakmış…zaten güzellik yarışmalarına katılım da o yaşlarda oluyor kız 18 inde önce Türkiye güzeli oluyor sonra Avrupa üçünsü falan üç yıl sonra tanınmaz halde bu mu dünya güzeli diyorsun…o yaşlardaki saf pürüzsüz güzelliğin bozulması 3-5 kilo almaya yada vermeye bakar yada 3-5 yıl içinde yüz hatlarının oturmasına… ancak 30 larda da bi olgunluk güzelliği oturur ifadenin tam ortasına o da başkadır…

bazı kadınlar 15’inde de, 30’unda da, 45’inde de güzeldir, hatta 55 inde vay be bu kadın bu yaşta bu kırışıklıklara rağmen hala güzel gençliğinde nasılmış acaba dedirtir işte güzel kadın o dur… bu bahsettiklerimiz görsel uyum üzerine yorumlardır... güzellik, hem görecelidir hem geçici… aslolan ruh güzelliğidir ancak maço Türklerin ünlü idolü recep ivedik’in dediği gibi “sende kaporta çürümüş birkaç yerinde vuruk da var, önemli olan ruh güzelliğidir ama gelgelelim ruhlar aleminde de yaşamıyoruz”

20 Mart 2010 Cumartesi

bu şiirin bi uyum sorunu var ama güzel gibi de...

nereden bilsinler…

Aldılar mı? Senin bardağından içince koladan aldığım daha tatlı tadı.
İnandılar mı ömürlerinde bir kere,
İki insan aynı yöne aynı kararlılıkla yürürse, yer sallanır fikrine…
Hissettiler mi? Yanlarındakinin eksiğini kendi eksikleri gibi;
Ondan daha kuvvetli savundular mı yanlışlarını sevdiklerinin.
Bir delirdiler mi hiç? Olur olmadık;
Bir kıskandılar mı? İpe sapa gelmez.
Seni seviyorum sözünü duydular mı? Sevdiklerinden,
Yarı şaşkınlık yarı önemsenmenin şevkiyle söylenen…
Giydiler mi zevkten dört köşe sevdiklerinin kokusu sinmiş tişörtü gömleği.
Bakmaksızın tersine düzüne…
Bir delirdiler mi? olur olmadık…
Verilen ve alınan güvenin, tutuşulan ellerden aktarıldığını duydular mı hiç?
Sana sarılınca hissettiklerimin, yazılan çizilen kavramlar ötesi
Bir teslimiyet olduğunu anladılar mı?
Onların dikte ettirdiği kalıplar ötesi ir birleşim oluşturduğumuzu
Biri mi söyledi onlara;
Ben artı sen eşittir sevginin bedenseli, sımsıkı bir sevgi seli
Bu formülü bir kimya kitabında mı gördüler?
Ne gördüler, ne bildiler, ne hissettiler…
Şöyle bir delirdiler mi hayatlarında,
Şöyle bir deli sevdiler mi? Boyutsuz…
Ne engel çıkarsa çıksın karşımıza,
Küçücük görmemizden ve ezmemizden mi korkuyorlar yoksa.
Onlar belki biraz beni biliyorlar biraz seni,
Nereden bilebilirler içimizi, nereden bilebilirler ikimizi,
Nereden bilecekler sevgimizi…
Bilmiyorlar!
Seni ne deli sevdiğimi
Bilmiyorlar!
Bu delinin seni ne çok sevdiğini…

karatahta anıları...

Ortaokulda bir kompozisyon ödevimiz vardı. Ben yazmamıştım. Herkes tek tek (kara)tahtaya kalkıp kompozisyonunu okuyordu. Sıra bana gelince defterimi alıp karatahtanın önüne çıktım. Boş sayfalara baka baka kıçımdan kompozisyon uydurdum hem de giriş gelişme sonuç tekniğine uygun bir şekilde:)

Çok beğendiler alkışlandım her şey çok güzeldi ta ki edebiyat hocamız refika gül “aferin Alparslan hadi git bu yazını okul panosuna as” diyene kadar:))

18 Mart 2010 Perşembe

ben+sen=biz


Sevgi her zaman kolların açık duruşudur…
Bir ilişki beni bana yönlendirmediği anda, ilişki içindeki ben karşısındakini kendine yönlendirmediği anda, ilişkide ki “ben” bir türlü “biz”e dönüşmediği anda yolların ayrıldığını gösteren tabelanın yanından geçeriz ama bazen bile bile o tabelayı görmemezlikten geliriz… kolları kapatıp kendinizi sarmaya başladığınızda bi yalnızlık gölü kenarında otururken bulursunuz kendinizi…

1996/ samsun
BEN seni hiç üzmek istemedim
SEN hep beni yanlış anladın
SEN sevgini hiç göstermedin
BEN senin için kan ağladım
SEN hep bana inat yaptın
BEN dertlerimin üstüne dert kattım
SEN bana acı çektirmekten zevk aldın
BEN buna karşı bi tavır aldım
SEN çekip gittin
BEN yapayalnız kaldım…
Tarihi 2010 antalya yapsam fark etmeyecek. Bugün yazsam Aynı satırları tekrar edeceğim şeyler çıkacak… yani 14 yılda hiç değişmemiş bu işler, 14 yılda bir arpa boyu yol gidememişim, görüyorum ki kızlarda 14 yıl önce neyse şimdide aynı , hep o çocuksu tarafları değişmiyor . “SEDRİK” gibi hep sekiz yaşında kalıyorlar))
Asıl mesele 14 yıl öncede buydu şimdide bu, insanların evlenmesi bunu değiştirmiyor, büyük bi aşk yaşamaları bunu değiştirmiyor… SHAKESPEARE halt etmiş “BEN VE SEN” işte bütün mesele bu “BİZ” olamadıkça hiçbir şey olmuyor…

Doktor tahlil sonuçlarını açıklar: sevgi kanallarınız tıkanmış…taşlaşmış. İnsanların içi hızla çölleşiyormuş, hızla akan zamanda. İçindeki kin ve nefret cellatlaşmış. Hızla yok ediyormuş güzelliklerinizi.
Reçete: sabah ilk iş sevgi, öğle sevgi, akşam sevgi, gece se…

Son olarak Konuyu daha da sulandırmak için bir halk deyişi ile bitirelim
Sev seni seveni dağda çoban olsa bile;
Sevme seni sevmeyeni mısıra sultan olsa bile…

Ata'yı anlamak...

"o adamı hiç sevmezdim, geçen baktım feysbukta atatürkün sayfasının hayranı olmuş şimdi sevmeye başladım" diyor bir arkadaş. herkesin feysbukunda atatürk hayranı oldu yazısı var zaten... önemli olan Atatürk'ü anlamak...hangimiz anlıyoruz ve uyguluyoruz...

İKİ İNSAN...

Bir insan “Allaha şükür halimden memnunum ama bu hayatta yapabileceklerim bu olmamalı, ben bu olmamalıyım” diyor…diğeri “tam aksine bu dünyada yapabileceğim bir şey bulamıyorum, hiçbir şey beni tatmin etmiyor başka bi dünya olmalı bir yerlerde ve ben buraya yanlışlıkla gönderilmiş olmalıyım…”

İnsanın
Harekete geçebilecek tutkuları, kırılabilecek gururları, bozulabilecek inançları ve gerçekleşmesi beklenen umutları hayalleri vardır…

Hayat ve yaşamak güzel
Gözyaşları ve sigara dumanı olmasa…

seni düşünmek...

17 Mart 2010 Çarşamba

her şarkıda bir satır beni anlatır...

bu kaçıncı bahar sakın sorma sevgili
benim yorgun gönlümde aşkının telaşı var
bahar geldiğinde mi ben böyle olurum
yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar
ayrıca bunun senle ne ilgisi var
tabiki ben böyle olduğum için bahar.

ÇÜNKÜ SANA DEĞDİĞİNDEN BERİ ELLERİM
BÜTÜN KIŞ DALLARIMDA TOMURCUKLAR VAR...

candan erçetin "BAHAR"

ORHAN VELİ KANIK

Dilimin ucunda bir eski arkadaş adı
Unutulmuş şekilleri taşıyan bulutlar
Bir gökyüzü genişliği ile ruhuma dolar
Otların üstünde sırtüstü yatmanın tadı.

Avucumda sıcaklığını duyduğum ekmek
Üstümde hatırası kadar güzel sonbahar
O bembeyaz o tertemiz bulutlara dolar
Düşünürken bir çocuk türküsü söyleyerek
o.v.k.

insanlar ikiye ayrılır evlenmeden önce evlendikten sonra...


ben hayatta, bir restauranta veya bir cafeye bir bayanla gittiğimde sandalyesini çekmem, hesabı öderim ama illede ben ödeyecem diye kavga etmem. o hesap ödeme çatışması en sevmediğim şey yada menüyü ben seçmem, garsonla illede ben muhatab olacam demem, velhasıl sahte kibarlıklar yapmam demeye getiriyorum... özel günlere evlendikten sonra ne kadar önem vereceksem evlenmeden öncede o kadar veririm doğum günümü unutan sevgilimden ayrılmam.

insanlar ikiye ayrılır; evlenmeden önceki insan, evlendikten sonraki insan... düşünün bi kere evlenmeden önce sandalyesini çeken kibar insanın içinden, evlendikten sonra bir maço canavarı çıkıyor... insanlar neden boşanıyor sanıyorsunuz...

en sevdiğim soru şudur mesela: "siz çok yakındınız nasıl oldu da böyle küçük meseleden dolayı ayrıldınız" çok basit; insanlar birbirlerine çok yaklaşınca net göremiyorlar birbirlerini (eee biraz saklıyorlarda çirkin yüzlerini)bütünü göremiyorlar, parçaya aldanıyorlar...

16 Mart 2010 Salı

necip fazıl kısakürek...

tam otuz yıl,
saatim işlemiş ben durmuşum.
gökyüzünden habersiz,
uçurtma uçurmuşum...

N.F.K.1934

Göz kaptırdığım renkler,
kulak verdiğim sesten,
affet
senden habersiz aldığım her nefesten.

N.F.K. 1980

Allaha...

düşünüyorum, ondan evvel
zaman varmıydı?

hakikatler boşluğa bakan aynalar mıydı?

N.F.K. 1938

14 Mart 2010 Pazar

kağıt gemi...



küçükken kağıttan gemiler yapardım...
bu gemiler ile içi su dolu bir tasta denizleri aşardım...
gemimi elime aldığım an gemim elimde bozulurdu...
ağlardım.

ağırdır sevmelerim her yürek taşıyamaz, büyüktür umutlarım her omuz kaldıramaz, her şey olur da şu kalbim, bir tek sensiz olamaz. ♥ mürekkepten denizler, kağıttan gemiler yaptım. sonra ismini her yere yazdım ...




deniz kıyısında bir martı ile konuşurken görüyormuş
dostlarım beni sürekli,
bir kaptanım çünkü
kağıt gemilerden emekli...

13 Mart 2010 Cumartesi

yanlış anlamayın...(kül kedisi)


düşündüğünüz...
söylemek istediğiniz...
söylediğinizi sandığınız...
söylediğiniz...
karşınızdakinin duymak istediği...
duyduğu...
anlamak istediği...
anladığını sandığı...
anladığı... arasında farklar vardır, yani birini yanlış anlamak için en az dokuz sebebimiz vardır...

alt yazı...başka dilde aşk...

sana büyük bir sır söylicem
korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden
pencerelere doğru akşam üzeri el kol oynatışından
korkuyorum; hızlı, yavaş zamandan.
korkuyorum senden
sana büyük bir sır söylicem
kapat kapıları
ölmek daha kolay sevmekten...
...
biri, şakağında kurşun öylece bekliyor
bir kız itiyor kendini
uyuyan denizin gözlerine
tizden bi şarkı fırlıyor sabaha
sokak köpekleri ıslak uyanıyor
hırıltılı viran geceden...
...
su hiç bir şeyi temizlemez öyleyse
bu kadar kirliyken sen
boşuna çabalama
seni temizleyecek bir avuç kandır ancak
göğsünden avuçlarına akan...

"başka dilde aşk" filminden.

anlaşıldı bir derby'nin daha içine edecekler...


emre bölezoğlu hazretleri "Galatasaraya gol atıp gerçek fenerli olacağım" demiş.

birincisi: bu mantıkla,Galatasaraya gol atamayan gerçek fenerli değilse, çoğu sahte fenerli...

ikincisi: senin zamanında galatasaray formasıyla fenere attığın golü ne yapacan...

üçüncüsü: daha 20 gün önceden bu maçı germeye başladığınıza göre bu derbininde sonu belli oldu; bir derby'nin daha içine etmeye geleceksiniz bu sene yine... en son oynanan maçta daha 40. saniyede baroşun ayağını kırdı emre, o günden beri baroş sahalarda yok...fenere o maçta yaptıkları için 2 maç seyircisiz oynama cezası verildi biz sezonun yarısını golcüsüz oynama cezası aldık... bakın diyarbakırda hakemin kafasına taş atıldı, hakem maçı tatil etti bursa hükmen galip, kadıköyde hakemin kafasına üç dikiş atıldı maça devam et denildi, işte adaleti bu... diyorlarki ikisi aynı şey değil diyarbakırda olayların devam edeceği belliydi, kadıköyde devam etmeyeceğini kim biliyordu, kafasında üç dikiş olan hakem ilk golde ofsayt bayrağını nasıl çekecekti ya kafasına bir taş daha yerse ne olacaktı, üç dikiş daha atıp devam et diyeceklerdi...ikinci golde alex kendini yere atınca orta hakem o penaltıyı vermeden önce tereddüt etti, yanlış olsada bari şu sahadan sağ salim çıkalımda galatasaraylılar en fazla penaltı değildi diye feryad ederler demiş olabilir mi?

şuraya yazıyorum o stadyumda yapılanların aynısını ali samiyende yapalım bize en az 5 maç ceza verirler...işte içine edilmiş futbol adaleti bu...

12 Mart 2010 Cuma

12 mart 1971 muhtırası


12 mart darbesinin yıldönümünde tv lerde tartışma programlarının konusu da 12 mart muhtırasıydı... trajikomik olan şu: herkes bir darbenin kulbundan tutmuş senin darben kötüydü benimki meşruydu, seninki tukaka benimki olmalıydı mutlaka diyorlar... sene 2010 hala keser gibi kendimize yontuyoruz herşeyi... 3 sizden 3 bizden diyorlar, halbuki gün 6 sı da bizdendi deme zamanı... 7 tipli genci hep anarken 5 ümraniyeli genci unutmama zamanı...mumcu gibi aydınlar katledildi derken hablemitoğlu insan evladı değilmiydi deme zamanı... necip fazıl kısakürek şiirine siyaset bulaştırınca şairlikten çıktı derken, nazımın bulaştırdığı siyasetide görme zamanı...

gün çuvaldızını başkasına batırmadan iğneyi kendine batırma zamanı...

Son ders notları:

-Biz bu halk için çatıştık, devrim yapacaktık onlar için… Uğraştık, çatıştık her şeyimizi feda ederek çatıştık. Kafamıza sıkacaklardı zor kaçtık… Sonra biz sıktık başkalarının kafasına, bazıları kaçamadı…
Bir gün babam hastalandı, hiçbir hastane kabul etmedi, hastaneler arası dolaşırken öldü adamcağız… Devrimmiş… Kimin için ulan bu devrim? Bu babama bakmayan doktorlar için mi? Kapıdan içeri almayan hasta bakıcı için mi? O gün orada büyüdüm ben… paran olmayınca minibüse bile binemiyorsun neyin devrimini yapacaksın… Paramı kazanayım dedim önce, sonra paylaşırım dedim de… kazandım parayı ve anladım başkasının parasını paylaşalım eşit bölüşelim demek güzelde, devrimcilik bu ya eşit paylaşım… ama paylaşılacak olan para seninki olunca iş değişiyor. “ne paylaşacam ulan diyorsun” siz benim kurşun yaramı paylaştınız mı? Ben onun gözlerinin içine bakıp kafasına sıkarken nerdeydiniz? Vicdanımın yükünü paylaştınız mı? Ben her sabah erkenden kalkıp işe giderken siz osura osura uyuyordunuz ne paylaşacam ulan…
-kendine güzel kılıf hazırlamışsın…
-insana insanlardan nefret etmeyi öğretiyor hayat…bize dönek diyorsunuz oysa biz dosdoğru yürüdük yol buraya çıktı…biz seninle ekmek ısıtıp yedik lan, nasıl dönek dersin?
-evet kendi ekmeğimizi yedik, sen şimdi memleketi satanlarla bir olup yetimin ekmeğini yiyorsun…
-adamları astılar beeee… daha 22 yaşındalardı… çocuktular ve çocukluktu belki yaptıkları…ne bekliyordun 22 yaşında çocuklara kahraman dedik arkalarından yürüdük…

9 Mart 2010 Salı

pelis...

hayatımızın bir çok safhasında garip isimli insanlarla karşılaşırız, ve onlarla dalga geçeriz halbuki o isim onların suçu değildir tamamen anne babasının doğum sevinci ile saçmalamış olmasıdır.

yaprak döner( yahu insan bi isim koyarken biraz düşünür)
şeyime gündoğdu (yok artık demeyin var böyle isim)
satılmmış dönekoğlu (başıma silah dayaslar bu ismi çocuğuma vermem)
döndü durdu (sonra düştü mü?:)))

birgün bir müşterimiz resepsiyona geldi " bana bir a4 verin şikayet dilekçesi yazacağım" dedi bak bak bak hem şikayet yazacak hem kağıdı benden istiyor:)))verdim yazdı... sonuna gelince

"sizin genel müdürünüz nerde kendim verecem bunu" dedi
"doğdu bey mi? o yok şimdi" dedim
"doğdu mu? o nasıl isim beee" dedi
" efendim doğdu bey 9 ay on günü geçmiş hala doğmamış, 9 ay 20 gün olmuş doğmamış, 9 ay 25 gün sonra doğmuş, ohhhh nihayet doğdu demişler ismi doğdu kalmış"
"vallaha mı?"
gülmesem vallaha desem inancak:))))

esasında ismimden hiç şikayet etmeyen biriyimdir ama çoğu zaman hep başkalarına sorun olmuştur ismim... albastan, albaştan, alfonso, alpaçino, alp, alf, al, alperslan, alperasan, alpastan, aslan, bunlar hep ismimin kısaltması, yanlış kulanımı ve lakaplarım...hiç birini dertetmedim. sadece "apo" kısaltmasına karşı çıktım malum sebeplerden, o kadar...

üniversitedeyken cafede oturmuş çay içiyordum bir gün,bir arkadaşım benimle tanıştırmak için bir kız getirdi. "alp bak buda samsunlu tanışın" dedi. elimi uzattım "merhaba ben alparslan" dedim elim havada kaldı. kız kusacakmış gibi sesler çıkarak kaçmaya başladı, giderkende "alparslan mı börghhhh o nebiçim isim" diye söyleniyordu:)))kız azılı solcuymuş sonradan öğrendim... sağcılarda ise durum tam tersine oluyordu, mesela gergin bi ortam kavga çıktı çıkacak, hazret "kimsin lan sen" diyor bana "alparslan" diyorum başka bişey demiyorum, "alparslan mı? bülent bu arkadaş bizden miş" bülent cevap veriyo " abi babası bizdenmişte kendisinin pek alakası yok bu taraflarla" :)))adımın hatırına bağışlıyor hazret beni:))))

bütün bunları neden anlatıyorum
kuzenim bana bişey anlattı bugün onu aktaracam size konu bi türlü oraya gelemedi:)))efendim kuzenimin bi arkadaşı çocuğuna nüfus cüzdanı çıkaracak sırada bekliyor önlerindeki adam ile görevli kadın arasında konuşma aynen şöyle:

-kızın ismi ne olacak
-pelis
-penis mi o ne?
-pelis...pelis... melisin "p"lisi

kuzen anlatırken kopuyor, "yuh adama bak pelise sürcek akıl yok adamda,penisin "l"lisi deseydin bari,bu kız büyüyünce bu ana babaya küfretse hak değilmi kuzen" diye devam ediyor durdurabilene aşkolsun:))))

ben google da taradım pelis diye bişey yok hiç bir sözlüktede ekşi tatlı hiçbirinde pelis diye bişey yok, pelister dağı var o da makedonyadaymış:)))

ne diyelim allah akıl versin:))))

7 Mart 2010 Pazar

ihtiyaç sahibi


"benim dünya kadar param var, hiç bir şeye ihtiyacım yok" diyor.

VAR...
o paraya ihtiyacın var en başta...
asıl benim hiç bir şeye ihtiyacım yok. o paraya bile...ve para ile alabileceğim hiç bir şeye ihtiyacım yok. herşey olmasada olur. ev, araba, içki, kadın, şan şöhret, dost, arkadaş,vs...suya ihtiyacım var belki bide havaya, onlar parasızda oluyor; yemek mi? yemesemde olur. yemek yemesem kaç gün yaşarım 65 ila 100 gün, yemem ölür giderim ve zerre hayıflanmam...benim yaşamayada ihtiyacım yok...

üç gün mü dünya? üç gün güzel bir evde uyusamda geçer,sokakta yatsamda, fesleğen sosu eşliğinde enginar göbeğine oturtulmuş körili tavuk yesemde geçer, aç kalsamda, üç günü dünyanın en güzel yerinde dünyanın en güzel kadınıyla geçirsemde olur,yapayalnız bir çölde geçirsemde farketmez...

benim bu dünya ve ona ait hiç bir şeyede ihtiyacım yok...
ama senin para ve o para ile satın alacağın herşeye ihtiyacın var aşk dahil...

6 Mart 2010 Cumartesi

bin derenin suyu 1


bazı kadınlar var bin dereden su getirtirler adama 999'unu getirirsin, "biri nerede" diye sorar...

üzerimde bir kadın kokusu olduğğunu iddaa eder mesela: hangi kokunun ne kadar mesafeden ne kadar sürede bir başka insanın üzerine sindiği konusunda hiç bir bilgisi olmadığı halde...

iş yerinde bir bayan arkadaşla aynı bilgisayarda bir proje üzerine çalışmış olamazmıyız?

otobüste metroda bedenlerin birbirine temas ettiği bir sıkışıklıkta 45 dakika bir saat yolculuk ederken sinmiş olabilir mi o koku?

yada bir parfümeriye girip yeni bir koku ararken görevli yanlışlıkla üzerime bayan parfümü sıkmış olabilir mi?

bütün bunlara " sen proje hazırlayacağın bir işte çalışmıyorsun, eve gelirken yolculuk en fazla 15 dakika sürüyor, madem parfüm aldın göster" gibi karşı taarruz gelecektir kesiiiin...:))) farketmez söylediğin mazeret ne olursa olsun mutlaka o 1'i isteyecek o kadın 999'un bir önemi yoktur artık...

2 Mart 2010 Salı

neden böyle oldu...

iki arkadaş uzun yıllar sonra biraraya gelirler...biri sorar ötekine:

-yahu biz seninle aynı okulu okuduk ve sonra aynı işyerinde başladık işe ne oldu sonra sen olduğun yerde saydın yıllarca?

- evet sen de yürüdün gittin... bu tamamen karakter meselesi bence, sen ve ben aynı işyerindeydik aynı kademeden başladık işe; ben ayrıldıktan sonra senin nasıl çalıştığını bilmiyorum ama benle beraber çalışırken hatırla; bizim amirimiz pozisyonundaki adam bize her haksızlık yaptığında, gereksiz işler yaptırdığında, bizi saçma sebeplerle cezalandırdığında, kafası her neye bozulduysa gelip bize patladığında sen hep sustun içine attın, ben hep ona diklendim ezdirmedim kendimi ve sonunda ben pılımı topladım pırtımı arkamdan gönderdiler, sen şimdi aynı iş yerinde en yüksek kademeye bir adım kalmış durumda çalışmaya devam ediyorsun...hepsi bu...

-iş hayatında bazı şeyleri yutman gerekiyor ama...

-ben seni suçlamıyorum ki; ben hatalıydım ama bu benim karakterim ben böyleyim bunun dışında davranamıyorum...sen düzene ayak uydurdun diye seni suçlayamam ama sordun diye söylüyorum...çok saçma bana ters bi çalışma sistemi bu, çalışanlara amirleri köle muamelesi yapıyor. beş kişinin yapacağı işi tek başına sana yaptırıyorlar sen o beş işide layıkıyla yapmak için kendini bitiriyorsun, ben ise kendimi hiç zorlamadığım için sadece yapmam gereken işi layıkıyla yapıyorum diğer dört iş yarım kalıyor, niye olmadı diye sorduklarında benim işim değil diyorum...sonuç kapı gösteriliyor...

bi saçma sistemde şu: genel müdür, bölüm müdürünü fırçalıyor; bölüm müdürü bölüm şefini, bölüm şefi bi altındakini ve en son en alt kademeye kadar gidiyor bu iş ve bu zincir bende kırılıyor, ben bi altıma değil saçmalayan üstüme kükrüyorum ve üstünden şok yemiş olan adam birde benden zılgıtı yiyince haydi bakalıııım yine muhasebecinin önündeyim:)

-eee şimdi ne yapıyorsun
-seninde planlarını bozdum dimi?
-nasıl yani?
-sende o düzenin çarkları arasından geçtin, ve ne büyük iş yaptım diyorsun kendi kendine, çevrendekiler bunu normal karşılıyor, çünkü senin nerelerden geçtiğini görmediler filmin sonunu biliyorlar, sende bu başarını nerelrden geldiğine şahitlik etmiş birilerine göstermek istedin, ama hiç beklemediğin yerden çıktı sorular...

- çok acımasızsın.
- öyle değil,gerçekler çok acımasız...

1 Mart 2010 Pazartesi

tevazu...

Bir adam, kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış
olmak için bunu, o zamanlar aynı zamanda aşevi işlevi görmekte olan bir
dergaha bağışlamak ister.

Adam Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına gider. Durumu Hacı Bektaş-ı
Veli'ye anlatır ve o ' helal değildir' diyerek bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya
anlatır. Mevlana ise bu kurbanı kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş-i
Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve
Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her
leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul
etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhı'na gider ve ona, Mevlana'nın
kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş-ı Veli'ye
sorar. O da şöyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus
gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin
gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.


Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine
yüceltebilmeyi becerebilen insanlar olmamız dileğiyle...