25 Ekim 2011 Salı

c.dündar

"12 yaşındaki kız internette tanıştığı adama kaçtı. "

Sayfayı çevirin:

Edirne'de sevişirken görüntülenen liseli kızın fotoğrafları...Ve günlerdir Mardin'den Sivas'a kadar Türkiye'nin dört bir yanından 12 -13 yaşında küçük kızlara tecavüz haberleri...

Madalyonun bir yüzünde ağzı salyalı sübyancılar var. Peki diğer yüzünde?...

Alttan alta inanılmaz bir " ergen ihtilali "yaşadığımızın farkında mısınız? Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğünüz ağır makyajlı,cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 - 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba?

Levent'te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm.

Dinlediklerime inanamadım:

" 14 - 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor " muş.

Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie ' nin fotoğrafıyla gelmiş ve " Bunun ki gibi dudak istiyorum " demiş.

18' lik bir lolita da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış.

" En büyük istekleri " neymiş biliyor musunuz?

Zara'nın ya da Diesel' in 34 bedenine sığmak...Bunun için yarışıyorlarmış: " Çünkü televizyonda gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım.

Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola... 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var.

Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar. "

Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir " patlama" olduğunu söylüyor:

"Ben de anneyim, 18'lik ' lipolu ' (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum.

Biriktirdiği 300 - 500 milyonla gelip; ' Dudağımızı şişir' diyenleri ' Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin' diye geri yolluyorum. "

Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı:

"Genç nüfusta müthiş bir uyanma var " diyor. 17 - 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor :

Batı'da ergenlik yaşı 16 - 17' den 11 - 12' ye geriledi.

Amerika'da10 yaşa kadar düştü. Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık...

Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri " psiko -

seksüel uyarımın artması "...Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması... Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor.

Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve seksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir seks nesnesi olarak görüyor. Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında...

Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta...

Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz:

İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki?

Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara "

Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt " öğüdü verebiliriz ki?

Yasak çare değil... Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.

Bu toplum nereye gidiyor sizce..

21 Ekim 2011 Cuma

benim neslimden umut yok,gençler herşey size bağlı

Ermenistan Cumhurbaşkanı, “Ağrı’yı alabilecek miyiz?” diye soran gençlerine, “Bu sizin neslinize bağlı... Benim neslim, üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi, Karabağ’ı düşmanın elinden aldı, bundan sonrası sizin neslinizin başarısına bağlı” dedi.

*
Benim neslim ise... “Hepimiz Ermeni’yiz” diye sokaklarda yürüdü.
*
...Futbol Federasyonu’nun ambleminde Ağrı Dağı bulunan Ermenistan’la milli maç yaptı, Erivan’da milli marşımızın ıslıklanmasını naklen seyretti, sonra ayıp olmasın diye, Bursa’daki maçta Azerbaycan bayraklarını yasakladı.
*
Adamlar bize günahını bile vermezken, benim neslim Eurovision’da Ermenistan’a 12 tam puan verdi. (Hatta, mümkünse 22 puan verebilir miyiz diye sorduğumuz... Eurovision yöneticilerinin ise, yalakalığın bu kadarı da fazla diye reddettiği iddia edildi.)
*
Benim neslimin gazetecileri...
Soykırım Anıtı’na çiçek koydu.
Saygı duruşunda bulundu.
*
Benim neslim, Türkiye ile Ermenistan arasındaki hakemliği, bırak soykırımı tanımayı, soykırım yoktur diyeni
hapse tıkan İsviçre’ye yaptırdı.
*
Benim neslimin “1 milyon Ermeni’yi öldürdük” diyen yazarı, “onur konuğu” olarak Çankaya Köşkü’ne davet edildi.
*
Benim neslimin liboşları “Atalarımız soykırım yaptı, özür diliyoruz”
diye imza kampanyaları açtı.
*
Benim neslim, soykırım yalanıyla
adeta tek başına mücadele eden ve dolayısıyla benim neslimi utandıran,
Türk Tarih Kurumu Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu’nu görevden aldı.
*
Benim neslim, Soykırım
Kongresi’ne ev sahipliği yapan
Avrupa Parlamentosu’nun heyetine
ev sahipliği yaptı, TBMM’de ağırlayıp ziyafet verdi, çini tabak hediye etti.
*
Benim neslim, video kliplerinde Atatürk’ün fotoğrafını gösterip “katillll” diye bağıran, Ermeni rock grubu System
of a Down için fun kulübü kurdu.
*
Beyrut Büyükelçiliği Başkâtibimiz Oktar Cerit, iman tahtasından vurularak şehit edildi; katilin kim olduğu belliydi ama, yakalanmadı. Beyrut Büyükelçiliğimiz tarandı, füze fırlatıldı. Beyrut Büyükelçiliğimizin askeri ataşesi’nin otomobili havaya uçuruldu. Beyrut THY bürosu bombalandı. Paris Başkonsolosluğumuzu silahlarla işgal
edip, 56 Türk’ü rehin alan, Konsolos
Kaya İnal’ı ağır yaralayan, güvenlik görevlimiz Cemal Özen’i şehit eden Asala teröristleri, Lübnanlıydı. Topkapı Sarayı’nı otomobilin bagajına yerleştirdikleri bombayla havaya uçurmayı planlarken, erken patlama sonucu ölen Asala teröristleri, Lübnanlıydı. Asala, ilk radyo yayınını Beyrut’ta başlattı. Lübnan, sözde soykırımı tanıdı, bizi bebek katili ilan etti.
*
Benim neslim...
Lübnan’a Türk Telekom’u verdi.
*
Obama’nın memleketi sözde soykırımı kanırta kanırta tanırken... Benim neslim, Obama gelecek diye Anıtkabir’e oda parfümü sıktı. Çankaya Köşkü’nde dip köşe temizlik yaptı. Cumhurbaşkanımız vişneli yaprak sarması, peynirli suböreği, içliköfte, tava lagos, deniz börülcesi, enginarlı mantı, limon kremalı safran sosu gezdirilmiş fıstıklı baklava, nevzine ve kaymaklı ayva tatlısı ile Kayseri mutfağında önemli yeri olan Corvus Teneia ve Sarafin Cabernet Sauvignon şarapları ikram etti. TBMM’ye giden Obama’ya TBMM Başkanımız lokum tattırdı, ayakta alkışlayan mebuslarımız el sıkışmak için kuyruğa girdi. İstanbul’a geçen Obama’ya Dolmabahçe Sarayı Müsabihan Köşkü’nde Türk sanat musikisi dinletisi sunuldu. Sultanahmet Camii’ne girerken ayakkabılarını çıkaran Obama, benim neslime duygulu anlar yaşattı. Ayasofya’ya girerken sütunun kenarında oturan kediyi okşadı, benim neslim Obama’nın ayakkabılarını ve kediyi canlı yayına çıkardı, ayakkabıların 45 numara, “Gli” isimli mübarek kedinin de şaşı olduğu ve daha önce Ayasofya’yı ziyaret eden Papa tarafından okşanarak kutsandığı ortaya çıktı. Tophane-i Amire’de üniversite öğrencilerine konuşan Obama, sanki beş vakit namaz kılıyormuş gibi “ezandan önce bitirelim” dedi, pek takdir edildi. Adanalı kebapçı 5 koyun keserek yaptığı 5 metrelik kebabı Obama’ya ithaf etti. Ceyhanlı bi bakkal, Obama’nın kızlarına Cooker cinsi yavru köpek hediye edeceğini müjdelerken, Sivas daha atik davrandı, Kangal gönderdi. Bartınlı ev hanımı ise, först leydi Mişel Obama’ya tel kırmalı işlemeli şal postaladı. Van’ın Gürpınar İlçesi’ne bağlı Çavuştepe Köyü’nde 44’üncü Başkan Obama şerefine 44 kurban kesildi, davul zurnayla halay çeken Çavuştepe sakinleri adına basın açıklaması yapan Abdülkerim Kulaz “her zaman arkasındayız” dedi. Obama’nın ninesinin Kogelo köyünden hemşerileri olan ve Kayseri İmam Hatip Lisesi’ne devam eden Kenyalı öğrenciler televizyona çıkarıldı, Türkiye sizinle gurur duyuyor diye omuzlara alınarak, baklava yedirildi. Samsunlu yerel sanatçı, üzerine “Mister Obama” yazdırdığı kemençesiyle özel beste yaptı. Vezirköprülü el sanatları öğretmeni, Obama ailesine seccade, yemeni ve Osmanlı yeleği tasarladı. Beyşehirli balıkçılar, air force one’a 6.5 kilo sazan gönderdi, “iyi de yolda kokmaz mı?” sorusu üzerine açıklama yapan Beyşehirli balıkçı Mehmet Sezen “bi şeycik olmaz, strafor kutularda buzladık” dedi. Uzaylı sanatçımız Mustafa Topaloğlu “Hello Obama, hoş geldin başkanlığa, durdur bu savaşları, bitsin artık gözyaşları, geri getir umutları” klibini yayınladı, hit oldu.
*
Değerli gençler...
*
Benim neslim üzerine düşeni yaptı.
Bundan sonrası sizin neslinize bağlı!

20 Ekim 2011 Perşembe

24 ŞEHİT 70 MİLYON YARALI...

SANMAYIN YIKILDIK,
SANMAYIN ÇÖKTÜK,
BİR BAŞKA BAHAR İÇİN
SADECE YAPRAK DÖKTÜK...

MEVLANA

ben Türküm, BU DA BENİM TÜRKÜM

ERMENİ DEĞİLİM,
HOCALIDA HAMİLE KADINLARA TECAVÜZ ETMEDİ, KARNINI YARMADI DEDELERİM,
AMERİKAN DEĞİLİM,
IRAKTA SİVİLLERİ KURŞUNA DİZMEDİM, PAZARLARI BOMBALAYAN BEN DEĞİLDİM,
İNGİLİZ DEĞİLİM,
... ... ... .........MASUM İNSANLARI KESMEDİM,
RUS DEĞİLİM,
ÇEÇENLERİ KILIÇTAN GEÇİRMEDİM,
ARAP DEĞİLİM,
BERABER GİRDİĞİM SAVAŞTA YANIMDAKİNİ SIRTINDAN VURAYIM,
İTALYAN DEĞİLİM,
FIRSATTAN İSTİFADE KAN DÖKMEDEN TOPRAK TALEP EDEYİM.
BEN; ATALARI HİÇ BİR KATLİAM YAPMADAN 4 KITA 7 DENİZE HAKİM OLMUŞ HAÇLI SEFERİ YAPAN HIRİSTİYANLARA TEMİZLİK ADABINI ÖĞRETMİŞ,
TOPRAKLARINDA GÜNEŞ BATMAMIŞ, GEMİLERİ KARADAN GÖTÜRMÜŞ BİR BİZANSLININ ZULMÜNDEN KURTULMAK İÇİN FATİH'E İSTANBUL SURLARINI YIKABİLECEK TOPLAR DÖKTÜĞÜ,
40 KİŞİYLE ÇİN SARAYINI BASAN ,ŞİMDİLERDE SANAT ESERİ DENEN, ANCAK TÜRK KORKUSUNUN BİREBİR DELİLİ OLAN, ÇİN SEDDİNİ KORKAK ÇİNLİLERE, İNŞA ETTİREN AKINCILARIN TORUNUYUM !...
BEN TÜRK'ÜM !.....
BEN; ORTA ASYADAN TÜREYEN ANADOLUDA BÜYÜYEN AVRUPA İÇLERİNE YÜRÜYEN TÜRK'ÜM,
BEN; DAĞLARDA GEMİLERİ GEZDİREN TAŞLARA DESTANLAR KAZDIRAN, TARİHİ BAŞTAN YAZDIRAN TÜRK'ÜM,
BEN; ADALETE MERTLİĞE ÖRNEKLER VEREN, ÖLÜM KALIM SAVAŞINA GÜLEREK GİDEN, YERYÜZÜNDE HER MURADA EREN, TÜRK'ÜM,
BEN; SANCAKLARA, TUĞLARA BAŞ EĞDİREN, BEYLERE, PAŞALARA, HİLAT GİYDİREN, KILICINI 3 KITADA GEZDİREN, TÜRK'ÜM,
BEN; ATİLLAYI, YAVUZU, FATİHİ VAR EDEN, KRALLARI İMPARATORLARI KENDİSİNE YAR EDEN DÜŞMANINA DÜNYASINI, DAR EDEN TÜRK'ÜM,
BEN; ŞAHLARI SULTANLARI KENDİSİNE BAŞ EĞDİREN, ALTINLARI ELMASLARI PUL EDEN, KAFTANLARI ÇUL EDEN TÜRK'ÜM,
BEN; ZAFER RÜYASINI GÖRENLERE SAÇ YOLDURAN, HEZİMETE UĞRATIP ÜMİTLERİ SOLDURAN, BAŞ KÖŞELERİ DOLDURAN TÜRK'ÜM,
BEN; DAMARLARINDA ASİL KANIN AKTIĞI IRKIM, BENDEN BAHSEDER DESTANIM AĞITIM,
BEN; TÜRK'ÜM !... TAA İLİKLERİME KADAR TÜRK OĞLU TÜRK'ÜM !...
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE !....,

18 Ekim 2011 Salı

aŞK bU GECE şEHRİ TERKEtTi

-sevmek eski bir yolcu,
artık geri dönmeyecek...
ayrılık bir şarkı,
kimse dinlemeyecek...
aşk eski bir palavra!
artık burdan geçmeyecek...
inanmak bir yol,
kimse yürümeyecek...

hayır,istemem bir başkasını!
yalnız da ayağa kalkabilirim...
hayır,dokunma!
bir başkasına tutunmadan da
ayağa kalkabilirim...

30 Eylül 2011 Cuma

gerçek aşk

İnsan için en büyük gurbet,
en büyük yalnızlık,
en büyük boşluk;
aşka,
Rabbin'e uzak kalmasıdır.

19 Eylül 2011 Pazartesi

poet girl

Bunca Kalp Kırıklıklarına Rağmen,
Küçüklüğümde Yaptığım gibi
Rüzgarı arkama alıp
Bağırmak istiyorum Hayata:

"Acımadı ki !".

14 Eylül 2011 Çarşamba

bil ge köpek

Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır.
Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su
içecekken kaçması dikkatini çeker.
Dikkatle izler olayı.
Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır.
Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa
dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer.
O anda bilge düşünür:

-Benim bundan öğrendiğim şu oldu, der.
—Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü
korkulardır.
Kendi içinde büyüttüğü engellerdir.
İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.

Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı
olduğunu görür.
Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin
var olduğudur.
Bu yüzden ne varsa paylaş, senden de öğrenilecek bir şeyler vardır:)))

21 Ağustos 2011 Pazar

...

Birine ait olmak.
Başka hiç kimse tarafından konuşulmamak bakılmamak hatta!Biraz korunmak,biraz şımarmak,O caddede sımsıkı elini tutmk,belki film izlemek,ama mutlaka çekirdek çitlemek ve kola içmek,pazar kahvaltısı yapmak.Küçük ama zor heveslerim var.
Neden mi?Herkesle film seyredilmez,herkesle çekirdek çitlenmez herkesle kola içilmz herkese ait olunmazda oyüzden!İçinden gelmeli,DNA'larına kadar bilmeli insan.Düşünerek emin olunmaz biranda ya olunur ya olunmaz!Birinin elini tutmakla birinin elini sıkı sıkı tutmak arasında fark vardr.Ya tutarsın ya tutmazsın.Yada tutmuş gibi yaparsn işte.Ama kimin elini sıkı tutacağını bilirsin,deneyerek bulamazsn.Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildigim biriyle o caddeye gitmeyeceğim!Heyecanla olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacagım.Repliklerin anlamı yoksa kimseyle film izlemeyecegim.Zaten çekirdeği ve kola'yı unutsun bile asla olmaz.
Birine ait olmak istiyor canım.Biraz konuşmak,biraz şımarmak.Çekirdek ve kola mutlaka olsun!

a.ölmez

18 Ağustos 2011 Perşembe

kimim ben?

Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
...“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: "Hiçlik makamında!”

14 Ağustos 2011 Pazar

poetgirl

İzin verdim o güzel geleceğe…
Ne adın kaldı bende, Nede yüzün!!!
Bir kokun var geride, Birde giderken bıraktığın hüzün!!!
Mademki o gelecek, Bir gün gelecek.
O zaman bu yürek, Her şeye inat gülümseyecek.. ;)

özge karakaş

GÜLÜMSE..

Durmadan kurulup dağılan bu yerde
Hiç bir dost arama.
Güvenilir bir sığınak, hiç! ..

Bırak acı yüreğinde konaklasın
Olmaza çare arama...
Kimse sana gülmeden sen acıya gülümse...

5 Ağustos 2011 Cuma

Apaçi Kızılderililerinin evlilik yemini

Artık yağmurda hiç ıslanmayacaksınız; ç...ünkü her biriniz bir diğeriniz için sığınak olacaksınız. Artık hiç üşümeyeceksiniz; çünkü her biriniz bir diğeriniz için sıcaklık olacaksınız. Artık hiç yalnızlık çekmeyeceksiniz; çünkü her biriniz bir diğerinize yoldaş olacaksınız. Artık bir bedensiniz; çünkü önünüzde tek bir hayat var. Şimdi yuvanıza gidin, birlikteliğinize tanık olacak günlere başlayın. Her gününüz mutlulukla dolsun, ömrünüz mutlulukla uzasın.

28 Temmuz 2011 Perşembe

mevlananın hastasıyız dedeeeee...

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ış...ıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim... İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim. Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana... Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi... Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi... Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta... Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım. Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim. Gerçeği öğrendim bir gün... Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim. Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ...

16 Temmuz 2011 Cumartesi

şike şike baaabaa, aynı aynı yaaaaba...:)

Önce bir şampiyonluk hayal edersin,şampiyonum zanedersin kutlama yaparsın,yanlış anons derler.. HEVESİN KAÇAR! Hakemi satın alırsın,şike yaparsın,futbolcuyu kandırırsın, şampiyonluğu kutlamaya başlarsn, foyan ortaya çıkar.HEVESİN KAÇAR.. Futbolu çok seversn,maç izlemek istersin,Fenevli olduğunu hatırlarsın HEVESİN KAÇAR :) Ezik olmak böyle bişey.. :


Geçen sene Kazım Kazım ile yollarını ayıran Fenerbahçe, Yusuf Yusuf la anlaşmaya vardı :))

FLASH HABER : Fenerbahçe'nin Türkiye kupasini aldigi senelerde karsilastigi takimlarda da inceleme baslatildi. Öte yandan, Fenerbahçe'nin avukati en son Türkiye Kupasi'nin zaten 28 yil önce alindigini söyleyerek davanin zaman asimina ugrayacagini söyledi.

istanbul özel yetkili cumhuriyet başsavcılığınca tutuklama kararı alınan Bilica'nın Aziz Yıldırm ile aynı koğuşta yatmasına izin verilmeyeceği gelen haberler arasında:D
Bilica' nın Beşiktaş maçından da hatırladığınız gibi muhtemelen tünel kazıp kaçması bekleniyor Bu duruma üzülen Aziz Yıldırım tekrar kalp krizi geçirdi :D

" O kadar maç satın aldınız. İnsan gel Guiza sende gol at der" :)) diye sitem edince buca maçında dördüncü golü guizaya ayarlamışlar...


aziz yıldırımın evinde yapılan tüm aramlara da bir coook türkiye kupasına ait fotoraflar ele gecirilmiştir.:)))))))))))))))​

ŞiKE yaz 1907 'ye gönder maç başlamadan skor cebine gelsin.......

şu metrisin önü bir uzun alan....
birtek şikeyi sevdim
gerisi yalan :)))

Şike Şİke babaaaaa, ayni ayni yabaa

Kendim hakkında bir suç duyurusu yazısı!

(16.07.2011)
Bugün yazı yazmak falan değil, yaşamak bile istemiyor canım...

Bugün nefes almak zulüm...

Bugün, gündüz gece benim için zifiri karanlık!

Bugün sıcak donduruyor bedenimi...

Kan değil, öfke dolaşıyor damarlarımda...

Her zaman sağduyuya, kardeşliğe önem veren beynim, bugün bir seri katil!

Sinek bile öldürmeye kıyamayan elim bir makineli tüfek bulsa Azrail kesilecek bugün...

Bugün ben hiç iyi ve hiç normal değilim!

Kendimden korkar haldeyim bugün...


***


13 askeri daha katletti birileri...

Saf bakışlı, iyi ve temiz çocukları...

Ve daha cenazeleri bile kalkmadan düştüğü topraktan...

"Demokratik özerklik" ilan etti birileri, leş kargaları gibi...

Bu ülkenin ana muhalefet partisinin liderine şahin kesilen, ağzından geleni arkasına koymayan Başbakan'dan çıt çıkmıyor bugün...

Matem; sadece 13 askerin kederli ailelerinin evinde, köyünde...

Televizyonlarda göbek atmaya devam ediyor; yağlıboya suratlı kadınlar...

Yılışık adamların çapkınlık hikâyelerinden geçilmiyor; bugün bile...

Hele hele, "İşsizlik, tarihin en düşük noktasına ulaştı" diye pişkin pişkin gülümsemiyor mu spiker...

Dayanamıyorum...

Bugün ben, delirmek üzereyim...

Kendimden korkar haldeyim bugün...


***


Facebook'ta fotoğraflarını kaldırmış yurtsever anneler...

Güzel yüzlerinin yerine, siyah kurdeleler koymuşlar "Şehitler ölmez" diyerek...

Ölüyor anneler, ölüyor ablalar, ölüyor sevgililer...

Sevdikleriniz, oğullarınız, kocalarınız, ağabeyleriniz, yeğenleriniz tek tek ölüyor...

Ve sizin siyah kurdelelerinizle, acılı ailelere bağlanan üç kuruşluk şehit maaşlarından başka hiçbir işaret tanıklık etmiyor bu ölümlere...

Akan kanın kurumasını bile beklemeden, "yeni bir devlet" ilan ediyor birileri; leş kargaları gibi...

Benim hükümetim ise, varlığı bunca yıldır kanıtlanamayan darbe çeteleriyle meşgul hâlâ...

Eli tüfekli, beli bombalı; kararlı ve kalleş caniler, bildikleri gibi devam ediyorlar işlerine...

İşleri bölmek, işleri öldürmek, işleri yuva söndürmek çünkü...

Bir de kardeşlikten söz etmiyor mu içlerinden biri...

Bomba olup düşmek istiyorum tam orta yerlerine...

Bugün ben deliriyorum...

Kendimden korkuyorum bugün...


***


Terör uzmanı yazarlar içeride bugün, terörle savaşa savaşa yaşlanmış subaylar içeride...

Terörist ise "demokratik hakkını" kullanıyor; bir de nazlanıyor "Meclis'e gireyim mi, girmeyeyim mi" diye!

Yakalandığı gün, "Devletin emrindeyim" diye zavallılaşan İmralı'daki çetebaşı; utanmadan devletle pazarlık halinde hâlâ...

Üniformaların rengi hâkî değil artık; kırmızı...

Ölen 20-21 yaşındaki gençlerin kaşları ay, gözbebekleri yıldız bugün...

Ve yer gök bembeyaz...

Çaresiz yüreklerde, asla dinmeyecek derin bir sızı!

"Uzlaşma" arıyor bizi yönetenler...

Hıçkırık boğazımda; kördüğüm olmuş, patlayamıyor...

Nabzım atmıyor, kulaklarımda büyük bir uğultu, gözlerim kör...

Bugün ben bir çılgın, bugün ben bir asi olmak istiyorum...

Yıllardır koruduğum insan sevgisi, şu saatten sonra bir yalan artık...

Bugün ben deliriyorum...

Kendimden korkuyorum bugün...


***


Bu bir suç duyurusu yazısıdır savcı abiler...

Köpekleri salıp, taşları bağlamayı kural sayan bu düzende, "Artık yeter" diyen bir yurttaşın isyan yazısıdır...

Masuma, güçsüze ve iyiye karşı canavarlaşıp; kalleşe, haine, caniye teslim olan devlete sitem yazısıdır!

13 gence ölüm kusanlara, bu ölümler karşısında kuru bir başsağlığı mesajı yayınlayıp hiçbir şey olmamış gibi davrananlara, göbek atmaya, kıvırmaya, sahte pembelikler içinde geberircesine eğlenmeye devam edenlere esef yazısıdır...

Bugün ben bir uçak olmak istiyorum savcı abiler, bugün ben bir tank olup dalmak istiyorum kötülerin tam ortasına...

Karınca bile ezmeyen ben, bugün ölüm olmak istiyorum...

Bugün barış, kardeşlik, hümanistlik; palavra benim için...

Bugün benim adım isyan...

Bugün benim adım öfke...

Bugün benim adım çaresizlik...

Ve çaresiz bir insandan tehlikeli bir şey yoktur bu dünyada...

Bu yazı kendim hakkındaki bir suç duyurusu yazısıdır savcı abiler...

Gereğini yapın... Durdurun beni...

Bugün ben deliriyorum...

Kendimden korkuyorum bugün!

13 Temmuz 2011 Çarşamba

öNEM...

mesaj işte nereden atıtığımın yok bi önemi...
ne yazdığımın bile önemi yokken
lafı bile yapılamaz hatta.
aşkın önemi yok zaman zaman,
benim bi önemim yok kendi nazarımda...

yaşamın,
ölümün,
hatta...

13 temmuz 2011
samsun

20 Haziran 2011 Pazartesi

conturium

"irak”in işgal edilmesinden sonra acaba abd nereye yönelecek ?
şu anda hakkında en çok gizli araştırma yapılan mineral simgesi "con" olan contorium. hakkında google ya da başka kuruluşları kullanarak araştırma yapmak yasak.

!!!!bilgisayarınızda con isminde klasör açamıyorsunuz!!!

isterseniz deneyin.

contorium = con+toryum
simgesi con, atom numarası 90, kütle numarası 367,4! bu rekor bir radyoaktivite! dünyada sadece istabul boğazının diplerinde bulunduğu tespit edildi!
bu elementten son yıllarda enerji üretiminde, özellikle roket yakıtlarında had safhada faydalanılıyor. bilgisayar devrelerinde minimum miktarda kullanılınca bile bilgisayarın fişe takılmadan yıllarca çalışabildiği tescillendi!! üstelik de alternatifleri içinde en ucuza mal edilen bir element.
bugün abd, ab, bilimum asya ülkeleri, avustralya, antartika ve afrika contorium mineralinin peşinde!
türkiye‘de tahmin edilen rezerv ne kadar?
127.000 ton! değeri ne kadar? 23 trilyon dolar! toplam borcumuz ne kadar? 280 milyar dolar!
türkiye aslında çok zengin bir fakir ülke!
pekiii batılı ülkeler tarafından içimize sokulan basınının adamları ne diyor biliyor musunuz geçenlerde?
"türkiye türklere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir"
tehlikenin farkındamısınız!!!!

peki batı bu madenlere ulaşmak için ne tipte bizans oyunları yapıyor?? sadece istanbul boğazı ve haliçte bulunan bu mineralini ele geçirmek için başta bedavaya haliçi temizleme önerisinde bulundular! şimdiyse durmadan boğazdan yalı alıyorlar. satın alınan yalılara hiçbir türk'ün girememesi ve bu yalılarda tuhaf araştırmalar yapılması sizce tesadüf mü?

lütfen bu yazılı metni tüm tanıdıklarınıza iletin ve ülkemizden toprak satın almak isteyen yabancılara ve güya turistik gezi amaçlı boğazı gezen ecnebilere şunu söyleyin:
"you will never have our mineral of contorium! we are aware of the danger!" (asla mineralimize sahip olamayacaksınız, tehlikenin farkındayız.)

arkadaşlar, vatandaşlar;
contorium isimli dosya açilamamasinin sebebinin "console"un kisaltmasi olduğuna dair mossad ve cia güdümlü açiklamalar var. fakat şu noktaya dikkatinizi çekiyorum. türkiye'de contorium'un adi ilk olarak 93 yilinda geçti. konu ile ilgili olarak açiklama yapmak isteyen bilim dünyasindan insanlar susturuldu. o sene boğaz yalilarina yabanci bankalar ve arap şeyhleri normalin üstünde bir ilgi gösterdiler. bir sene sonra çikan windows 95 işletim sisteminde con isimli klasör açilamadiği gibi contorium'un izotoplari olan com1 ve com2 de isim olarak açilamiyordu. sizce güya işletim sistemiyle alakali olan bu kisaltmalarin dosya klasör ismi bile olamamasi bir tesadüf müydü? elbette hayir. tabii ki de contorium minerali amerikan windows işletim sisteminden daha da eski bir tarihe sahipti.

tarihte daha da eskiye gidince periyodik cetvelin kurucusu dimitri mendeleyev'in 90 numarali yeri boş birakmasi için rus hükümetince baski gördüğü fakat onun ancak günümüzde sebebi anlaşilabilen bir cinlikle oraya "toryum"u yerleştirip(atom numarasi onun da 90) ileride bu elementle ilgili araştirma yapilabilmesi için geleceğe işik tuttuğunu görüyoruz. neden?
işte sebep:
toryum:
atom numarası 90, atom ağırlığı yaklaşık 232 olan, 112,6 yoğunluğunda, 1700 °c de eriyen, kurşun renginde, havada bozulmaz, atom enerjisi kaynağı olarak kullanılan radyoaktif bir element. kısaltması th. türkiye'de manisa-gördes'te çıkarılır.
şimdi türkiye haritasini periyodik cetvel gibi düşünüp manisa-gördes'ten kuzeye 364,7(contorium'un kütle numarasi) km gidince nereye gidiyoruz?
cevap belli: istanbul boğazi!!
(periyodik cetvelde de ayni grup içerisinde kuzey yönüne gidilince kimyasal özellikler değişmez)
dimitri mendeleyev uğradiği esrarengiz baskiyi bir deha örneği sergileyerek savuşturmuştur.

peki contorium tekrardan medyada duyulmaya başladiktan ve contorium mineralinin işlenmesi amaçli nükleer reaktörlerin kurulmasina izin çiktintan sonra trilyon dolarlik arap şeyhinin ülkemizi ziyaret edip yalilara talip olmasina ne diyorsunuz? sebep sizce de petrolün pabucunu dama atacak olan ve böylece arap şeyhinin zengiliğini bitirecek olan contorium'a ulaşmak değil miydi?
http://www.d-onlineyellowpages.com/...um-engineering/
http://arsiv.sabah.com.tr/...gnc103-20041128-102.html
http://www.yenisafak.com.tr/...27.12.2006&c=1&i=21547

lütfen bilinçli bir türkiye için çevremizi de uyandiralim.

contact info email: ortamvirusu@gmail.com
website: http://www.d-onlineyellowpages.com/...um-engineering/
street: türkiye
city/town: istanbul, turkey

recent newsedit
bilim dünyasini şaşkina çeviren mendeleyev mucizesi element: contorium!

radyoaktiviteyle ilgili tüm bilinenleri tersine çeviren "yeşil(doğa dostu) radyoaktif madde" olarak tanimlanan contorium'un düşük miktarda kullanilinca basit elektrik devrelerine enerji verebildiği ve düzensiz işimalara neden olmadan faydali radyasyon yaydiği tescillendi!
"bu maddenin yaydığı radyasyonun, `talaso terapi` adı verilen ve tedavi özelliği taşıyan bir niteliğinin ortaya çıktığını bildirdi. conrorium'dan elde edilen düşük radyasyonun anti radyasyon amaçlı kullanılabileceği saptandı. contorium 1/x ışını saçıyor ve telefon-bilgisayar gibi zararlı radyasyon yayan maddelerin etrafa saçtığı x ışınları contorium'un yaydığı 1/x ışınları ile çarpışıp matematiksel olarak nötrleniyor.
x çarpı 1/x = 1(nötr)
bu maddenin saatte, cep telefonunda ya da herhangi bir elektrik devresinde kullanılması her çeşit zararlı radyasyona bir kalkan sağlıyor.
super nato topografik araştirma üssü 2007 temel bilimler makalesi, sayfa 217

son açıklama: contorium'a türkçe bir isim bulmalıyız. (aynı sodyum klorüre tuz denilmesi gibi) ben dönergeçli energeç ismini bilimsel kuruluşlara sunmayı düşünüyorum. lütfen bu konuyu da düşünelim.

cahit külebi 1917- 1997 20 haziran

“Dostlara Türkü” söylüyoruz Ankara’da.
Paslanmış kamyonlar gibiyiz.
Bir bardak su, biraz ekmek… Yaşayıp gidiyoruz.
Memleket hasretiyle yanıyoruz.
“Gel Seninle Resim Yapalım” diyor.
Küçük bir yüz çiziyoruz, nezleli bir burun ve kocaman yeşil gözler, zeytin gibi…
Ve saçlar, bulutlar, türküler, masallar gibi…
Bir de yürek, üstüne… Kocaman, sevgi dolu… Arkadaşlık, mutluluk…
Tüm insanlar sığsın içine!
“İsterse bütün şairler ölsün, ondan sonra!” diyor.
“Hayır, ölmesin! Hiçbiri ölmesin!
Sen, sen sakın ölme! E mi?” diyorum.
Cevap vermiyor.
“Neden?” diyorum.
“Görmüyor musun? Şiir bitti!” diyor. El sallıyor, uzaklaşırken.
Emir, Büyük Yer’den… Biliyorum.
“Gitme!..” diyemiyorum.

onur bilge

18 Haziran 2011 Cumartesi

baba 2

Hayirsiz ogluyum babamin
hic buyumeyen
hala Topkapi'ya dogru uzanir
kimsecikler gormeden
hinzir bir cocuk gibi
kapisini calip
kacarim Istanbul'un

Hayirsiz ogluyum babamin
ticareti sevmeyen
para icin kosturulan
yaris atlarinin terlerini
bir akvaryumda toplar
icinde denizati
beslerim

Hayirsiz ogluyum babamin
yollarda dalgin yuruyen
ama adliyenin coplugunde
buldugu dolmakalemi
cocuklarina getirmek icin
ortasindan yapistiran temizlik iscisi
kacmaz gozlerimden

Hayirsiz ogluyum babamin
bir parka
dikilirse bir gun sairlerin heykelleri
benim yerim bos kalsin
ve payima hayirsiz ada aciklarina
bir samandira birakin

Sunay Akın

çocuk...

Sizi yoklama defterinden öğrenmedim
Haylaz çocuklarım
Sınıfın en devamsızını
Bir sinema dönüşü tanıdım
Koltuğunda satılmamış gazeteler
Dumanlı bir salonda
Kendime göre karşılarken akşamı
Nane şekeri uzattı en tembeliniz
Götürmek istedi küfesinde
Elimdeki ıspanak demetini
En dalgını sınıfın
Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
Palto ayakkabı yüzünden
Kiminiz limon satar Balıkpazarı'nda
Kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder
Biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı
Tereyağındaki vitamini
Kalorisini taze yumurtanın
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta
Çevresini ölçtük dünyanın
Hesapladık yıldızların uzaklığını
Orta Asya'dan konuştuk
Laf kıtlığında
Birlikte neler düşünmedik
Burnumuzun dibindekini görmeden
Bulutlara mı karışmadık
Güz rüzgarlarında dokulmuş
Hasta yapraklara mı üzülmedik
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
Kendimizi unutarak

rıfat ılgaz

baba...1

Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

can yücel

8 Haziran 2011 Çarşamba

iki si birarada

yaşadığım hiç bir anı aceleye getirmemeyi yeni öğrendim... yaşadığın anı derinleştir, uzat, tadına var...
farkına var anları yakala....bir nefeslik hayatlarda...
bir nefesi bile hemen bırakma, uzat, içinde mümkün olduğu kadar sakla...
sakla ki hayat dolsun içine, günün geceden ayması gibi sancılı ama yeni umutlarla ve her umudu taşı bir sonraki nefese...
taşı ki; dönmeye devam etsin hayat. taşı, toprağı, ateşi, suyu, havası devir-daim içinde...

7 Haziran 2011 Salı

s.a.2

Nasıl kıskanmam seni ey liman
bir köşende
şarap içerken tek başıma
kadın adı taşıyan gemilerin
biri çıkıp
...biri giriyor koynuna...

Sunay AKIN

6 Haziran 2011 Pazartesi

s.a.

Esnemiyorum belki ama Gözlerim kapanıyor yavaş yavaş...
Ömrün son deminde yatılan uyku ne sonsuzsun sen...
İyi geceler Dünya

26 Mayıs 2011 Perşembe

bilmemiz gerekenler...

süt efsanesi:
sütte kalsiyum var ancak vücut o kalsiyumu kolay ememez. oysa roka ve dere otunda sütten kat kat daha fazla kalsiyum var ve kolay emilir durumda... ama roka üreten büyük firmalar olmadığı için reklam yapamıyorlar sütcüler gibi:) çocuğunuza her gün süt içirin diye çığırtkanlık yapsın. süt içmeyi sevmeyen çocukları zorlamayın yemeklerine ot katın.

"bisfenol A"
diye bir madde var kutu içeceklerin iç tarafına sürülür koruyucu amaçlı. damacanalarda o maddeden yapılır. normalde yetişkinlerde denenmiş bir zararı yok diye rapor edilmiş...fakat gizili raporlarda şu tesbit yapılmış: bisfenol a maddesi anne karnındaki çocuğun beynindeki cinsel ayırımın olduğu bölgeyi etkiliyor. yani eşcinselliği tetikliyor...

folik asit:
hamile kadınlara doktorlar hemen folik asit hapları yazarlar. niye? ilaç firmaları para kazansın... oysa bütün yeşil bitkilerde folik asit fazlasıyla var yeşillik yiyin... balık yağı hapı da çok yazarlar balık yiyin... bide yumurtanın içindeki demiri vücut emebilisn diye limon gibi ekşi bişeyle yada melemen tarzı yemek lazım...

25 Mayıs 2011 Çarşamba

doğru yolda adaletli yürümek...

dedeme sordum
küçük bir çocuğun aklıyla; dede sen herşeyi biliyorsun cehennem ne tarfta cennet ne tarafta?

dedem cevap verdi bilge aklıyla; bak oğlum ezan okunuyor, bugün cuma, bak herkes camiye doğru yürüyor. şu kırmızı kazaklı genci görüyor musun? bir tek o camiden uzaklaşıyor. işte o nu takip edersen cehennemi bulursun. yok benimle gelirsen cennet garanti değil ama en azından yönün doğru olur... yanlış yöne gidersen ne kadar hızlı olduğunun bi önemi olmaz...

işte böyle yetiştirdi beni...

babam mangal başında, kırk yaşında bi adam,yedi yaşında bir çocuk ve bir kangal köpeğe eşit muamele yapıyor.yani sen çocuksun sana küçük parça yeter, sen köpeksin kemiklerle idare et demiyor herkese eşit parça veriyor...

işte böyle adaletli, olmak isterim...

aşk ve mevlana...

Mevlana derki: "Aşk; topuklarından etine
kadar işlemiş bir nasırdır,ya canın acıya acıya adım atacaksın yada
canını acıta acıta söküp atacaksın... Her iki yolda da, tek bir gerçek
olacak; canın çok ama çok acıyacak.

ben bir balığım, aşk ise daldığım bir derya... aşktan gözlerim yaşlı olsa da o derya gözyaşımı nerden bilir... başımı o denizden çıkarayım desem, balığım ya; nefesim kesilir."
Hz.Mevlana

İranlı şâir Şirâzi derki: "Aşka uçma kanatların yanar. "Mevlâna da der ki: "Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar" , yunus araya girer " Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar"

22 Mayıs 2011 Pazar

Yüreğimin satır araları.

hani insan bazen ne ileri ne geri tek bir adım atamaz ya... birini yanında tutmayı bilemez ama onun yokluğunada dayanamaz... kaybetmeyi göze alamaz ama kazanmak içinde mücadele etmez ya... bağlanmaya cesaret edemez azat da etmez onu; ne sevilmekten vazgeçer ne sevmeyi bilir, hani çok sonra, zaman geçer savrulurya, o zaman dökülür dudaklardan itiraf edercesine o sözler

"ne gözümü alabildim nede göze alabildim"

19 Mayıs 2011 Perşembe

dinle "çocuk adamı"

Dünyadaki tüm olumsuzluklar insan beyninden kaynaklanır. Beyniyle ilişki kuramayan erkekler 'çocuk', kadınlar da 'anne' gibi düşünür. Beynimiz ikiye ayrılıyor, üst beyin ve alt beyin. Üst beynin tıptaki karşılığı korteks, bir milimetre kalınlığında bir kabuk gibi iki beyin yarımküresini kaplar. Beynin girinti ve çıkıntısı çok fazla olduğu için açıldığı zaman bir buçuk metrekarelik bir yer kaplar. Satranç, briç oynadığımız, konuştuğumuz, analiz, sentez yaptığımız, dış dünyayı algıladığımız hücrelerdir bunlar. Yani IQ'nün ölçebildiği, bilgisayarların taklit edebildiği hücreler. Bunun beyinde kapladığı alan yüzde 28'dir. İnsanlarda üst beyin gelişme farklılıklarından dolayı aynı yüzler gibi birbirine benzemez. Bu farklılık sonucunda insanlar gerçekte birbirini anlamaz duruma gelir. Üst beyinler farklı olduğu için kimse meramını karşısındakine tam anlatamaz. Tartışırsın ya da politika yaparsın. Hele de biraz okuyup yazdıysa herşeyi en iyi kendi bilir sanır insan. Ama buzulun altı daha büyük. Buzulun altında alt beyin var. RNA molekülü yoluyla atalarımızdan gelen bilgi şifrelerini depoluyor. Bu, Nobel Kimya Ödülü kazanan bilim adamlarınca 1988 yılında ispatlandı. Alt beyin ayrıca bütün organlarımızın orkestra şefidir. Nefes alıp verme, tansiyon, kalp atışı, sindirim siteminin çalışması ve tüm sistem alt beynin refleksif denetimi altındadır. Bir de duygularımız ve içgüdülerimiz alt beyindedir. Duygusal zeka denilen EQ, IQ'den üstündür. Bunun içindir ki, duyguların zincirleri kırılamaz derler. Duygularımızla hareket ediyoruz çünkü yüzde 28'lik korteks(üst beyin) hücreleri hiçbir zaman yüzde 72'lik alt beyin hücreleriyle başa çıkamaz. Duygularımızla başa çıkabilseydik, kimse depresyona girmez, hayatını perişan etmez, kimse nevroz olmaz, kimse psikoz olmazdı. Biz doktorların da işi çok kolay olurdu. İki kere üst beyinsel nutuk atardık herkes iyileşirdi. Alt beyin ve üst beyin arasında sembolik bir tabaka daha vardır. Bu tabakaya klasik 'Freud ekolü' şuuraltı der. Benim kavramlarıma göre bu 'ilkel libido seviyesi'dir. Bu tabakanın tamamında seksüel içerikli takıntılarımız vardır. Üst beyin gelişmiş dahi olsa, bu tabakada takıntılar varsa alt beyinle hiç temas etmeden yaşar ve ölürsün. Ve maalesef insanların yüzde 99'u bu durumda. Takıntılar yüzünden alt beyin açılım yapamaz. İlkel libido seviyesindeki seksüel içerikli takıntılara toslar geri döner. Koca bir hazineyi kaybedip yaşar gider insan. Toplumumuza baktığımızda kadınlarımızın, genç kızlık dönemlerini klitoris, olgunluk dönemlerinde rahim gücünü kullandıklarını görüyoruz. Gerçek anlamda vajinal orgazmı öğrenmedikleri için, vajina kodu açılıp beyne yerleşmez. Alt beyinde doğanın kanunları, üst beyinde insanın kanunları geçerlidir. Üst beyni gelişmiş birtakım ülkelerin pornografik tuzaklarıyla sekste çok önemli ana kaideler unutulmuştur. Eski Çin felsefelerinde devamlı üzerinde durulan bir alt beyinsel denge vardır: Artı eksi dengesi. Erkek çıkıntıdan, kadın girintiden haz alacak. Batı'nın pornografik seks tuzakları yüzünden kadını klitorisiyle uyararak orgazma ulaştırmak, erkeklerin de işine geliyor. Erkeklerin boşalmayı kontrol altına almayı öğrenmeleri gerekiyor. Bunu yapmadığımız zaman kadın, kızlıktan analığa geçer. O zaman ilkel libido seviyesinde kadınların yüzde doksanı rahimdir diyebiliriz. Vajinayı keşfetmeyen kadın sevişmekten haz almaz. Bu yüzden kadınlar anne, erkekler çocuk alt beyinli olur. Kibele'nin öyküsü: Bu Anadolu insanlarında alt beyinsel olarak hala bütün gerçekçiliği ile yaşanıyor. Anadolu topraklarında Lidya, Frigya dönemlerinde ana kraliçeler vardı. Bu rahim hakimiyeti beş bin yıl kadar sürmüş. Arkeolojik verilerde koca memeli, koca kalçalı Kibele heykelcikleri çıkar. O zamanki insanlar mikroskop keşfedilmediği için erkeğin dölleyici rolünü bilmiyordu. O zamanki insanlara göre durup dururken kadının karnı şişiyor ve bir çocuk çıkıyor. Böylece kadını yaradan sanmışlar. Şimdi Anadolu'da kadınlara bakın, çoğunluk Kibele heykelciği şeklindedir. Erkeklerde ise genetik bilgi şifreleri ve rahim etkisi oluyor... Çok eski zamanlara gittiğimizde mağara döneminde, zaten alt beyinde rahim etkisi yüksek. Alt ve üst beyin tamamen çocuk. Denetleyici bir üst beyin yok. alt beyin noradrenalin denilen bir saldırganlık maddesi salgılar. Saldır, parçala, ye. Korteksi gelişmiş erkeklerin aşırı kalp hastası olma nedenleri de budur. Üst beyin okuyup yazmamış, ilkokuldan sonra sonra kitap kapağı açmamış üst ve alt beyinler çocuk kalmış. Çatışma yok ama ilkellik var. Bunlar alt beyin noradrenalin salgıladığı zaman saldırır, parçalar, yer. 'İçinizdeki çocuğu sevmeyin, büyütün' "Rüyalar ilkel libido seviyesi ve alt beyindeki takıntıların sembolik bir haykırışı olarak düşünülebilir. Alt beyin ancak rüyalarla üst beyne mesaj vermeye çalışır. Konu burada pek önemsenmiyor ama ABD'de psikiyatrların çoğunluğu tedavi amaçlı rüya analizi konusunda uzmanlaşmış. Bu rüya yorumu, tabiri, tefsirinden çok farklıdır. Bunun için özel eğitim gerekir. Rüyalardaki sembolleri bilmek gerekir. Örneğin, rahim etkisi rüyaya, dolap, gemi şeklinde görülebilir. Rüyayı kendin çözemezsin. Üst beyin rüyaları da vardır ama bunların analiz değeri yoktur. Gerçekte birine kızar, rüyanda onu döversin, para kaybedersin, rüyanda bulursun. İlkel libido seviyesi rüyaları vardır, tamamı seksüel semboller taşır, analiz değeri yüksektir. Bu rüyalar çoğunluğu teşkil eder. Diyelim ilkel libidoda sert takıntılar yok, o zaman bazen alt beyin rüyaları ortaya çıkar. Çoğunluk bunları mistik yada kabus kabul eder. Alt beyinle ilişki kurmak için görülen tüm rüyaları üç beş ay kadar yazmak gerekir. Çünkü üst beyin yazar, alt beyin rüyayı görür. Tercüme edilmiş olur. Alt beynin genetik bilgi şifreleri yüzünden, bazen rüyalarda gerçek yaşamda hiç görülmedik insanlar ve tuhaf yerlerle karşılaşılır. Bunlar atalarımızla ilgilidir. RNA'lar nedeniyle atalarımızın korteks bilgileri alt beyne geçer. İçinizdeki çocuğu sevmeyin, içinizdeki çocuğu büyütün. O çocuk kalıp noradrenalin salgılamasın. O zaman hem kendimize hem başkalarına zararımız olmaz."

17 Mayıs 2011 Salı

biraraya

eşit olmadığı
söylenir insanların
aynı boyda olmayan
beş parmağı gibi bir elin

oysa uzanır
nice yorgun
emekçinin dudağı
su dolu avucuma

elimin
eşit olmayan
beş parmağını
getirince biraraya

s.a.

9 Şubat 2011 Çarşamba

beni nasıl buldun ?

her gökkuşağının bittiği yerde
bir hazine varmış.
gökkuşağını takip ettim
seni buldum...

en son ne zaman ?

en son ne zaman bir tutkunun peşinden gitttiniz...?
ben yine yollara düşüyorum bir tutkumun peşine.

hayatı ıskaladınız,
sevdiniz, sevildiniz,
kaybettiniz.
en son ne zaman arkanıza yaslanıp
hayatı seyrettiniz...?

ölümle dirim...

ölümle dirim arasında bir perde var ince,
böyle efkarlı bir gece,
vuslata erinceye kadar içince,
hiç bilmediğim halde konuştum çince.

ölümle dirim arasında bir perde var ince,
açılınca bir gece,
mezar taşıma şunu yazın:

şiiri yarıda,
aklı o karıda kaldı...

"bir ihtimal daha var"

2 Şubat 2011 Çarşamba

kanuninin hürreme şiiri

Bugünkü dille;
Benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ayım,
Can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım.

Hayatımın, yaşamımın sebebi Cennetim, Kevser şarabım
Baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm,

Sevinç kaynağım, içkimdeki lezzet, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meş’alem.
Turuncum, narım, narencim, benim gecelerimin, visal odamın aydınlığı,

Nebatım, şekerim, hazinem, cihanda hiç örselenmemiş, el değmemiş sevgilim.
Gönlümdeki Mısır’ın Sultanı, Hazret-i Yusuf’um, varlığımın anlamı,

İstanbul’um, Karaman’ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevgilim.
Değerli lal madeninin çıktığı yer olan Bedahşan’ım ve Kıpçağım, Bağdad’ım, Horasan’ım.

Güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!
Eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır, çünkü bana eza ederek kanıma sen girdin, bana imdad et, ey Müslüman olmayan güzel sevgilim.

Kapında, devamlı olarak seni medhederim, seni överim, sanki hep seni öğmek için görevlendirilmiş gibiyim.
Yüreğim gam ile, gözlerim yaşlarla dolu, ben Muhibbi’yim, sevgi adamıyım, bana bir şeyler oldu, sarhoş gibiyim. Bir hoş hale geldim.

insan sevdiğinin mutlu olmasına üzülürmü...

bir gün en yakın arkadaşı daha kendisime yeni itiraf edebildiği ve ona söylemeye vakit bulamadığı bir anda, onun sevdiği kıza aşık olduğunu söyledi...sahildeydiler soğuk rüzgarlar alev gibi esmeye başladı...ve o devam etti "sana ne kadar değer verdiğimi bilirisin. fikirlerine ve ileri görüşüne hayran olduğumuda. eğer sen o kızla mutlu olamazsın dersen hiç gidip konuşmam, unuturum... yok olur dersen hemen gidip konuşacağım" diye icazet ister...

genç adam sağa sola bakar,gözlerini kaçırır, nasıl yapartıysa göz yaşlarının akmasını bişekilde engeller,dağlara bakar, denize bakar, ufka bakar...

bir yanda sevdiği kız diğer yanda kardeşi gibi sevdiği adam... bir karar verecektir ve ikisinden birinin mutluluğu yanında diğerine cehennem azabı garantidir...

ve biliyordur genç adam olmaz dese gitmeyecektir kardeşi...
"olur" der...

insan sevdiği iki insanın mutlu olmasına üzülür mü?
ben o gece sabaha kadar içime ağladım...

1 Şubat 2011 Salı

aşk yakar sevgi yıkar...

önünde sonunda dost düşman herkes kendi derdindedir... aşk mı? insanın kendini mutlu etmek için kendine oynadığı bir oyundur...ama ateşle oynarsan bir yerlerin yanar...insan aşık olduğunu sandığında bile sadece kendi mutluluğunu düşünür.o yüzden kendi mutluluğuna göre değiştirme çabasındadır karşısındakini...

yoksa neden terketsin insan aşık olduğu kişiyi anlaşamıyoruz gibi bi sebeple...

hemen her konuda insan kendi çıkarlarına göre yönelik hareket eder. birine yardım ederken bile ya onun acısından keyf alıyordur, ya kendini mecbur hissediyordur, yada başkasına yardım etmenin keyfini sürüryordur içinde. hepsi ne kadar bencilce... yardım diye ihtiyacımız olmayan şeyleri veriyoruz insanlara, yani çöpe atacaktı sana verdi aman ne büyük erdem...

bazen insandan ürküyorum...

insanın en büyük dilemmasıdır aşk...insanın kendi kendini mutlu etmeye çalışırken, düştüğü bir ateş çukurudur aşk...

insan kendinden başka neyi düşünür ki bu hayatta? "senin ,için canımı veririm" diyenlere bir bakın en küçük tehlikede ilk kendi canalrını kurtarmanın derdine düşerler...o ana kadar biz biz diyen insan o an ben demeye başlar... "ne yapacağım ben"... onlar için yangında ilk kurtarılacak şeydir kendi canları... hakikaten o gün geldiğinde kim kim için canını verir? aşkı için intihar edenler gerçekten aşkı için mi intihar etmiştir ? orada bile bencillik vardır zayıflık vardır...

kim kimin o kadar umurunda ki?
neden ağlarız?
neden kahroluruz?
neden intihar ederiz?
cevaplayalım busoruları ( hocam istediğim sorudan başlayabilirmiyim ?:)

kendimize ağlarız...
kaybettik diye kahroluruz...
adamlar kadınlar bizsiz mutlular diye,
bizsiz bir hayat kurabildiler diye,
biz kuramıyoruz,
biz onsuz yapamıyoruz diye intihar ederiz...

o kadar deli sevsek birilerini onların mutluluğuna üzülürmüyüz...o kadar sevsek birilerini samimi olsak gerçekten, kısa bir sürede başkasını bulup onun için tekrar yanmaya başlarmıyız...?

aşk ateştir yakar.
sevgi su dur yıkar...
aşık olduğumuzda sevgi ile yıkamazsak yüreğimizi yanarız...

bir aşktan diğerine bir hayal kırıklığından diğerine kanarız...

son söz...

benim neyim eksik ulan
derdim hep,
sen mişsin...


bazen konuşmama hakkımı kullanıyorum,
zira
konuştuklarım ilerde aleyhime delil olarak kullanılıyor...

iki yüz...200...

herkesin iki yüzü vardır.
ama kimse ikisine birden aşık olmaz...
ben senin bin bir yüzüne
hergün tek tek aşık olurum...

herkesin size gösterdiği yüzüne aşık olursunuz. gün gelip öteki yüzünü gösterince

ya yüreğiniz ortdan ikiye kırılır,
ya aşkınız ikiye bölünür.

yani azalır. nasıl derler sevgiye dönüşür, alışkanlığa düşer...

sonra aklınız başka birine meyyal,
yüreğiniz boşluklarda seyyal...

temel iç güdü...

parkta gezerken bi köpek gördüm sahipli bakımlı bi teriyer. köpek otların içinde dolaştı bir süre , çeşitli otlardan birini koklayarak seçti ve yemeye başladı... hayvanların bazı ağrıları veya sağlık sorunları için otlardan yararlandıklarını biliyordum ama hangi otun ne işe yaradığını neren biliyorlar hala aklım havsalam almıyor...iç güdü müdür bu?

bende dönem dönem kendimde buna benzer şeyler gözlemliyorum. bi dönem maydonoz istedi canım hep, her yemeğin bir ucundan kattım, olmadı limonlayıp ayrı bi tabakta getirdim sofraya. bi döneme soğan, bi dönem biber, bi dönem sarımsak, yada çikolata oldu. yahu insanın canı kimyon çeker mi çekti yahu :))) vücut eksik olanı istiyor bazen ama hangi gıdada olduğunuda biliyor hatta...

iç güdülerimiz var bizde hayvanız :)

28 Ocak 2011 Cuma

ego

Freud'un sözüyle ego şahlanmış bir at üzerindeki şovalye gibidir. İd ile süperegonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan hakemdir.

İd, ego ve süperego insan zihninin katmanlarıdır. Bu katmanlar birlikte yer almalarına karşın farklı düzlemlerde fonksiyon görürler.

ID, zevk temelli bir istekler ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktasıdır. Temel ve en ilkel benliktir. Ana kaynağı cinsellik, açlık gibi ihtiyaçların en bencilce doyurulmasıdır

EGO; ise id nin bu isteklerini gerçeklikle karşılayan kısımdır. Çeşitli savunma mekanizmaları ile idi dengeler. İd ve süperego arasında dengeleyici unsurdur. Temel görevi kişisel güvenlik sağlamak ve idin bazı isteklerine izin vermektir. Freud ilerki yıllarda gerçekliği test etmek, savunma, bilgi sentezi ve zeka fonksiyonları ile hafızayı bu merkeze bağlamıştır

Süperego baba figürünün ve kültürel adetlerin içselleştirilmiş bir sembolüdür. Id nin ihtiyaç ve talepleriyle çatışma halindedir. Id ye karşı saldırgandır. Tabuları ayakta tutar. Oidipus kompleksinin çözümü için baba figürünün içselleştirilmesidir.

23 Ocak 2011 Pazar

ya haçu...

*seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum...

*benim olduğun kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum...

*sıkıntılar ve zorluklar yaşayalım istiyorum...hayatı ve birbirimize destek olmanın tadını anlayalım diye...

*ağlamak istiyorum; omuzuna yaslamak için başımı...

*saatlerce sus pus oturup, seninle beraber sıkılmak istiyorum, seninle o bile güzel...

*(G)özel günlerimizi evimizde bir şeyler içip ,pijamalarla kutlamak istiyorum, her günümüz güzel olsun diye...

*kahve istiyorum kahve, misafirliğe gelen yakın dostlarımız için...

*sonra hayat öyle geçsi istiyorum...kaybetme korkusuyla...

*düet yapmak istiyorum seninle, yani bir çocuk ki; bir kadınla erkeğin birlikte söylediği en güzel şarkıdır...

*o ağladıkça geceleri sırayla susturmalıyız, ben arada mızıkçılık etmeliyim, sen söylenerek benim sıramı almalısın...

*yorgun olduğunda yemek yapmamalısın ve ben hiç gocunmadan yumurta kırmalıyım...

*yağmurda el ele yürümek, soğuk havalarda sımsıkı sarılıp sana uyumak istiyorum...

*zaman su gibi aksın istiyorum, hayatın herşeyi yaşanmış olsun...

*günler geçsin istiyorum, iyide olsa kötüde olsa onlar ikimizin günleri olsun istiyorum...

*zamanı gelince çekip gitmek istiyorum kalabalık şehirden, havası temiz suyu temiz bir yere...

*terkederken bu dünyayı hiç bir şeyden hayıflanmamak istiyorum...

21 Ocak 2011 Cuma

eyy aşk...

aşk bir mermidir
kaçamazsan vurulursun...
kalbinden vurulmazsan sürünerekde olsa kaçabilirsin
ama ben kalbimden vuruldum

beni bırak sen kaç...

20 Ocak 2011 Perşembe

iki kişi için yazıyorum...

blogumu takip eden iki kişi var biri sürekli yazdıklarımı eğlenceli buluyor, diğeri ya ilginç ya etkileyici... takipçilerim kim merak ediyorum:)

eğer yanılıyorsam takip edenim çokda tıklayanım iki kişiyse bu yazının altına okuyan herkes bir tık atsın lütfen:))

ıslııııııııııık ıslıııııııık

devlet ve toki o stad işinden 100 milyon dolar kadar kar etti... bana kadıköydeki fener stadının arsasını versinler hemen fenere muhteşem stad yapayım, yada beşiktaş inönü stadını versinler beşiktaşa stad yapayım... kimse bana martaval okumasın bu işten zarar eden tek kurum galatasarydır buna rağmen başkanımız taraftarımız kadar dik durmayı beceremedi...

başbakanı duyan zannederki stadtta amele olarak çalışmış "ben yaptım" diyor...

o yüzden protestoya devam
ıslııııııık ıslııııııkkk savcılık soruşturma açmış ıslık çalanlara banada açın bende ıslıklıyorum...

içki yasağı geliyor...

içki yasağı geliyor, insanhakları ihlali özgürlükler ve demokratik haklar ihlali martavalları okunuyor yine... siz her türlü insan ve demokratik hak ihlalinde aynı tepkiyi verseydiniz o zaman haklı olurdunuz...

ben haklıyım ben
ve vijdanım rahat konuşuyorum:
ben içkiyi yasaklayanında, mini etekliyi işten atanında, türbanlıyı üniversiteye almayanında taaaaaa...Antoni Quin... karşısındayım la işte...

senin gibi...

beni seviyormusun dedim
"evet" dedin
öyle güzel söyledinki,
öyle güzel baktın ki,
yalan söylediğin aklımın ucundan bile geçmedi...

şimdi başka biri var.
dünyalar güzeli, senin gibi.
ama zehirli, senin gibi.
beni yakıp yıkacak, mahvedecek, senin gibi.
bana aşık değil, senin gibi,
ben?
deliler gibi aşığım sana olduğum gibi...

ali sami yen'din

Ali Kırca’nın Veda Şiiri

Daha doğduğunda Ali Sami Yen diye fısıldadı kulağına o “ses” adını…

Bir babanın çocuğuna vasiyeti gibi, Ali Sami Yen dedi…

Sami Yen dedi… Yen dedi…

Yen dedi yendin…Yendin bu alemde yenilecek ne varsa birer birer…

Önce ümitsizliğimizi yendin…

“Galatasaray’ın olduğu yerde umut hep vardır” diyerek yendin…

Yendin işte…

Takarken altı kez krallık tacını, gururu taç yaptın başlarımıza,

Ve fakat kralların kibrini yendin o müthiş tevazunda…Yendin…

Tıpkı, “Sevenleri üzmeyelim baba” dediğinde,

Renklerin paraya esaretini yendiğin gibi…Yendin bir kere daha…

Çanakkale’deki kınalı kuzulardan mirasdı başkaldırışın yedi düvele.

Kurtuluş savaşına taşınan mermilerin ışıltısıyla,

Yendin bu topraklarda karanlığı en umutsuz zamanda.. . Yendin…

Milan’ı, Manchester’ı sildin devler liginden en mağrur anlarında…

Barselona’yı, Real Madrid’i devirdin,yendin…Yendin…

Açıldıysa ilk sen açtın bu ülkenin kapılarını Avrupa’ya…

Sen getirdin tarihin en büyük şeref madalyasını bu coğrafyaya.

Ülkemin yüzyıllık yalnızlığını yendin dünyada…

Duyuldu adın Cezayir’den Çin’e, Kenya’dan Arjantin’e,

Kimsesizliğimizi yendin bir anda…Yen dedi yendin…

Yendin bu dünyada yenilecek ne varsa birer birer , yendin…

Çünkü… Sen… Ali Sami Yen’din…

Şimdi, gidiyoruz işte…Çığlıklarımızı, hasretimizi ve göz yaşlarımızı bırakıp çimlerine,

Kahraman ruhunu ödünç alıp götürüyoruz gittiğimiz yere,

Adını yazmak için yepyeni zaferlere…

19 Ocak 2011 Çarşamba

futbol fena halde hayata benzer...

futbol fena halde hayata benzer; ne kadar yetenekli olursan ol takımın iyi değilse başarılı olamazsın...

ve hayat hiç bir zaman rakibini hafife almaya gelmez...
küçümsediğin şeyler bir anda dev olup yüzüne türkürür, sonra o devin ayakları altında ezilirsin...
ve hayat hiç bir zaman sinir ve panikle hareket etmeye gelmez...
sinir yada panikle hata yapmaman olanıksızlaşır...
ve asla aslanı yaralı bırakma, kalkar ve son bir pençe darbesi ile işini bitirir...
işte bütün bunları 70-80 dakikalık bir futbol maçında öğrendim. maçın statüsü şöyleydi; bir takım beş gole ulaşınca devre arası yapılır, 10 gole ulaşan maçı kazanır. zaman yok 10 golü kim ne zaman atarsa...

çok kısa sürede yaklaşık 15 dakika içinde skor 9-1 olmuştu. hiç bir şey yapamıyorduk sürekli gol yiyorduk hatta şimdide kaleciyide geçip 10. golü atmak üzerelerdi ama atmadılar..." çok kısa sürdü bu golü atmayalım biraz uzasın maç dediler"

arkadaşlarıma döndüm " dalga geçiyorlar görüyormusunuz, artık biraz oynamaya başlayalım mı?" dedim ve oynamaya başladık 9-4 olduğunda biraz şaşkındılar 9-7 olduğunda panik iyice sarmıştı onları bir türlü o atmadıkları son golü şimdi atmak isteyip atamıyorlardı. ve biz zorda olsa tek tek atıyorduk... 9-9 olduğunda panik katlanmış sinirlerde gerilmişti birbirleriyle kavga etmeye başladılar artık herkes başka birini suçluyordu ve bizim 10. golü atmamız o kadarda zor olmadı...

9-10 kazandık müthiş geri dönüşün bana öğrettikleriydi üst paragraftakiler
şimdi dönüp tekrar okuyun...

ağla yaralı kalbim ağla...

babamın bir çok halini görmüştüm.
kızgın, öfkeli, kırık dökük, bağırırken,
kavga ederken, yıkılmışken.
bunların hiç birinde onu öyle gördüğüm için rahatsız olmadı.
umursamadı onu gördüğümü.
ama onu ağlarken görmemden rahatsız oldu,
onu götürün burdan dedi.
oysa en insan haliydi o
en görmem gereken haliydi...

özlü sözler...

can sağ iken yurt vermeyiz düşmana...
çıldırlı aşık şenlik.

ne yi en çok istediğini onu kaybedince anlarsın...

ben kan bağışlayacağım size
sonra bana lazım olduğunda parayla satacaksınız yok yaaa:))) dedim kızılayın hemşiresine...

herşey sıradanlaştı hayatımda.
o ilk heyecanlar artık yok.
el ele gözgöze dizdize olunca,
titremeyi özledim...

yazık lan bana

hayat hep aynı yerden vurur...
bir kızı seversin kız seni satar...
bir kızı seversin kız seni terkeder...
bir kızı affedersin, kız seni yine satar...
sen kızı seversin, kız ölür...
hayat aynı yerden vurur,
vurur vurur vurur da,
sende deşilecek yer kalmış mıdır...
bir kez daha vurulacak yer varmıdır...?
yazık lan bana...
yazık lan...
bir kez daha dayanamam,
yazık lan...bana...

yalan dünya...herşey bomboş...hancı sarhoş yolcu sarhoş...

karşındakinin aklını okumak, geleceğini görmek ve hatta geçmişi hakkında bilgi sahibi olmak mümkün mü?

belki mümkün... ama buna bizim kapasitemiz yetmez...bunu kapasitesi düşük beynimizle yapamayız...biz bu dünyada kendi bedenimizin ihtiyaçlarına yine bedenimizin kapasitesi ile cevap vermeye çalışıyoruz.bir gün öldüğümüzde bu yetersiz bedenden ayrılmış olacağız ve en azından her şeyi görebileceğiz...bu dünyada cevabını bilmediğimiz her sorumuzun cevabına ulaşmış olacağız...perdeler kalkacak ve biz gerçek benliğimizle herşeyi daha farklı göreceğiz...

ve belkide bu dünyada yaşadığımızı sandığımız herşeyin boş olduğunu...

aynıyız....

pazardayım nar alıyorum, yan tezgahta köylü kadın biber satıyor. acımı diye sorana acı diyor tatlımı diye sorana tatlı diyor.bir köylü kadın bile ticaret bu kadar ucuz hile katarken millet vekillerinin ve hükümetin nasıl yolsuzluklar yaptığına şaşıyoruz... aslında kızdığımız şey onların büyük paralar götürmesi... elimize fırsat geçince ilk iş bizde götürcez...

ptt şubeleri soyuldu geçen hafta bir hırsız yakalandı. not defteri tutmuş nerden ne kadar para çaldığı ve nereye ne kadar harcadığı yazıyor. oysa üç ptt şubesinde çalınan para daha fazla görünüyor. yani hırsız gittikten sonra kalanlarıda görevliler hiç etmiş gibi görünüyor...

özlü söz...

öldü sanılan türkler, cenazeleri için hazırlanan tabutu, katillerinin başına geçirecekeler... ganhdi... kurtuluş savaşımızdan hemen önce söylemiş...

18 Ocak 2011 Salı

ayırdı zor...

meydanda bir bankta otururken, bir bayan geldi yanıma oturdu. şöyle bir süzdüm güzel kadın, ve mini eteği çok kısa siyah çorapları dantelli, göğüs dekolteli bluzu, güneş gözlükleri var. bir süre saçını topladı ve sonunda

-havalar soğudu' dedi (muhabbet kurmak için söylediği belliydi)
-(ceketimi çıkartıp bacaklarına örterek) mevsimine göre giyinmek gerek'dedim
-ay çok hoşsun vallaha, adım birsu
-sipariş gibi isim, asım abi bize iki çay bir su:)
-ayy vallaha çok hoş adamsın sen yaaa, bak bu kartta telefonum var
-ne yapacam ben bu numarayı?
-arayacan
-sebep?
-görüşmek için
-haaaa sen seysin :)
-aaaa yenimi anladın beee kıyafetimden belli değilmi?
-ne bilim yahu o kadar çok kadın varki sizin gibi giiyinen ayırdı zor...
-ayırdı derken?
-ayırt etmesi zor yani
-yok yok beni ayırması zor değil :)
-sağol ama ben duygusuz temaslarla ilgilenmiyorum
-duygusuz temaslarmı? sen böyle söyleyince kulağa kötü geldi beee
-şuna benim gibi güzel bir kadınla para karşılığı bir saatlik aşk desek
-ıyhhk bir saat mi, paraylan mı? aşk mı? kusucam şimdi
-neyse ceket için sağol

dedi ve gitti...
dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını sağlayan bir rastlantı...yada zorunlulukla edindiğimiz ilintiler, yakınlıklardır...

öyle dostluklarım olduki, ruhlarımız o kadar derinden uyuşmuş ve kaynaşmıştı ki,onları birleştiren dikişi silip süpürmüş ve artık görünmez yapmıştı... o beni bilirdi, bende onu...

ruhlarımız o kadar sıkı bir beraberlikle yürüdü ve en mahrem yerlerine doğru açıldı ki,ben ona kendimden daha çok güvenir olmuştum.

biz herşeyde birbirimizin yarısydık,
şimdi kendimi onun payını çalar gibi yaşıyorum...

17 Ocak 2011 Pazartesi

elini taşın altına sokmadın...

bir gün bir terör örgütü mensubu terörden kaçar, ve yeni bir şehre yeni bir başlangıç için gelir... onun o temizlenme operasyonuna destek lazımdır, bir iş ve kalacak bir yer gibi mesela...o şehirde bunları sağlayabilecek arkadaşları vardır ama hiç biri elini uzatmaz... ve onu karanlığa geri gönderirler...

o gün orada bir kişiyi kurtarmak ellerinde olan insanlar o bir kişiyi kurtarmak için kıllarını kıpırdatmamıştır ama bugün bu terörü bititirn nerde bu devlet nerde bu hükümet diye zılgıt atmaktadır...

herkes bir kişiy kurtarsa biterdi...

ama şimdi rahat koltuklarınızda oturup ahkam kesin, ama sakın taşın altına siz elinizi sokmayın...sakın o tatlı canınızı sıkmayın tatlı işinizi riske atmayın...

öp öp...

sırf birisi öpmediği için çatlar dudaklarım...

deli diyorlar bana, desinler değişemem...

bana aşık olduğundan bir an bile şüphe etmedim.
haaa neden yaptı bunları diyorsun;
aşk böyle bişey değil.
savaşta ve aşkta herşey mübahtır
ateş etmektende aşık olmaktanda korkmayacaksın...
o bana herşeyi yapabilir.
ama sevgim değişmez, sevgisi değişmez.
üzülürüm,yıkılırım,ölürüm, öldürürüm
değimez...

14 Ocak 2011 Cuma

carpe diem...

Dün ; Bugün ; Yarın ;
İnsanlar, güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Derken, zaman diye üç ...parçalı bir şey icat etti insan.
Bir parçasına, "dün" dedi,
diğer parçasına "bugün",
öteki parçasına da "yarın".
Sonra fesat karıştı zamana ve
insan bugünü unuttu.
Dünü düşünüp pişman oldu,
yarını düşünüp telâşlandı;
ama işin ilginç tarafı, tüm telâş ve pişmanlıkları, güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.
Farkında olmadan rezil etti bugününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor;
dün de, bugün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi.
Bir eliyle yarına,
diğer eliyle düne yapıştı.
Bugünü eline yüzüne bulaştırdı...
Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki, yarının telâşını da,dünün pişmanlığını da,
hep bugün yaşadı; ama bugününü hiç yaşayamadı.
Ne yarın, ne de dün!

peki ya insan?

PROF. Üstün DÖKMEN "Yere düsen ekmegin üstüne basan insan görmedim ama yere dü...sen insani tekmeleyen çok kisi gördüm" diyor... Saygili olmaktaki kusurlarimizi söyle anlatiyor:

- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?

6 Ocak 2011 Perşembe

akıl işi değil...

-ateistler nedense hep akıllı insanlar oluyor...
-işe akıl açısından bakarsak pek değil...akıllı olan insan tanrı varmış gibi yaşar eğer tanrı varsa ebedi güzel bir hayat yaşamaya hak kazanır; yok eğer tanrı yoksa kaybedeceği tek şey bu dünyada uzak durduğu bazı dünyevi zevklerdir...

tanrı yokmuş gibi yaşayan tanrı ile karşılaştığında geçmiş ola, sınav bitmiştir...bu, sınavda hoca yok diye kopya çeken bir öğrencinin sınav bittiğinde gizli kamera ile gözetlendiğini öğrenmesi gibidir:)))

bu yüzden bu meseleye aklı karıştırma...o tamamen gönül işidir...bu konularda akıl çoğu zaman şeytana uşaklık eder...

ne demiş ne demiş?

kılıçdaroğlu:"lefter çok iyi bir kaleciydi, bende o yüzden fenerli olmuştum"

yorum:oy toplamak için söylenmiş samimiyetsiz yalan...

türkan saylan:"deniz baykal o koltukda daha oturmaya devam ederse biz indirmesini biliriz. özal nasıl pat diye öldü...öyle..." (cd kaydı)

yorum:küstah tehditkar...hala hayatını dizi yapıp masum melek gibi gösterin onu...

3 Ocak 2011 Pazartesi

hominide gırtlak...

boğazımızı tutamamak gibi bir derdimiz vardır biz kilolu insanların.ve en kıskandığımız insanlar herşeyi yiyipte kilo almayanlardır:)üniversitede bir arkadaşım vardı benden fazla yerdi herşeyi yerdi gram yağ yoktu adamda göbek asla olmadı...ama artık fazla yemekte ve herşeyi yemekte gözüm yok...kıskanmıyorum o insanlarıda artık...

kuran da bir cümle okudum şöyle diyordu:" dünyada herkese yetecek kadar niğmet var" bu ne demekbiliyormu sunuz? herhangi bişeyi ihtiyacımızdan fazla tükettiğimizde başkalarının ondan yeterince yararlanmasına engel oluyoruz...

ihtiyacımızdan fazla yediğimiz herşey başkasının hakkı.
ihtiyacından fazla evin varsa evsizlerin hakkını kullanıyorsun.
ihtiyacından fazla araban varsa hem dünyayı daha fazla kirletiyosun hem başkasının hakkının sınırlarını geçiyorsun...
ihtiyacından fazla yediğin her lokma haram.
ihtiyacından fazlasında gözün olmasın...

birileri fazla yediği için afrikadaki çocuklar aç...

bunun "ben çalıştım kazandım" anlayışı ile alakası yok.bu, sadece bu dünya için yaşayanların anlayışı olabilir çünkü bu dünyadaki hiç bir şey bize ait değil...bedenimiz dahil...hayatımız bile sadece bizim değildir, bu benim hayatım istediğim gibi yaşarım diyemezsin bu dünyadaki herşey birbiri ile ilintili, birbirinden etkilenir... dünyadaki herşey tüm varlıkların ortak malıdır.

aldığımız nefes bize ait midir?
su kaynaklarının başını tutup bu benim diyebilir misin?
bu okyanuslar benim diyebilir misin?
ormanları hayvanların elinden alıp insanlara ait bir dünya kuruyoruz o dünyada yaşanılabilir bir dünya bulabilecek miyiz?
teknoloji ile dünyanın sonunu hazırlıyoruz daha doğmamış insanların güzel bir dünyada yaşama hakkına tecavüz etmiş olmuyor muyuz ?


o zaman yiyeceklerde ortak... siz fazla yiyeceksiniz diye dünyanın başka bir yerinde birirleri aç kalırken siz nasıl rahatlıkla yiyebiliyor ve tok uyuyabiliyorsunuz?

herkes ihtiyacı kadarıyla yaşasa kimse hiç bir şeyden yoksun olmaz...

peki ne yapacağız? önce ihtiyacından fazlasını yakınındaki ihtiyaç sahiplerine vereceksin. en azından malının zekatını versende olur...çevremizde ihtiyaç sahibi kalmayacak göreceksiniz... sonra başka mahallelerde ihtiyaç sahibi arayacaksın göreceksin bir zaman sonra oda kalmayacak, sonra başka şehirlere bakacaksınız oda kalmayacak, sonra her ülke kendi komşu ülkesine yardım edecek, sonra dünyada ihtiyaç sahibi kalmayacak... bu ütopik masalda burada bitecek...:(((

hadis:komşusu açken tok yatan bizden değildir...

neyi aldırdığımıza bakmadan...

Düğme

Gözyaşları içinde
birkaç dakika aradı
kürtaj masasından kalkarken
takılıp kopan
düğmesini

Sunay Akın

"ohhh sonunda aldırdı kurtuldum" dedi genç adam yanındakilerdeellerindeki biraları birbirine vurup güldüler ve hep beraber biraları kafaya diktiler... ben başın sağolsun deyince ortam buz kesti, dank etti kafalarına, bir insanın hiç yaşama şansı bulamamış bir insanın ölümünü kutladıklarını o an anladılar:(((

sütçü efsanesi :))

annem haftalardır süt getirmeyen sütçüsünü, balkondan görüp arkasından bağırdı:
"sütçüüüüüüüü beni neden terkettin" :))))

içeri girdiğinde bizi yerlere yatmış gülerken gören annem "ne olduu yahu?"diye sordu

anne bana gerçeği söyle yoksa ben sütçüden miyim:))) diyebildim

Kozmosun Kardeşliği Adına

Kozmosta bizden başka düşünen var mi
var
bize benzer mi
bilmiyorum
biz ona benzer ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şavkına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer ama traktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir ne de çirkin
belki tıpa tıp bize benzer
ve yıldızlardan birinde
hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birine konuşacak elçimiz
hangi dilde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
'Tovarish' diyecek
ne üs kurmaya geldim yıldızına
ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeye
Koka-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına
bedava ekmek bedava karanfil adına
mutlu emekler mutlu dinlenmeler adına
'yarin yanağından gayri her herde her şeye hep beraber'
diyebilmek adına
evlerin
yurtların
ve kozmosun kardeşliği adına.
.

Nazım Hikmet Ran