30 Nisan 2007 Pazartesi

aşk bu mu? aşk acı mı? incitir mi?



aşk kız kulesi üzerinde uçan
bir martı,
gagasında istanbul...

diye yazmıştım
vakti zamanın birinde
ama görülüyorki;
aşk galata kulesi üzerinde uçan
bir kuş sürüsüymüş

sıla özlemi...



samsun
şimdi sırtını canik dağlarına yaslamış
karadenizi
seğrediyordur...

29 Nisan 2007 Pazar

hayAT...


cümlelerin
arasına sıkışmış hayatım,
anlamları arkamdan ağlıyor
kelimelerin...

28 Nisan 2007 Cumartesi

because change is happyness...

ilkokul da bir tiyatro oynayacaktık
öğretmen
"vatan yahut silistre'yi oynayalım "dedi
bende "silistre'yi oynayalım o zaman" diye şebeklik ettim di :)
öyle bir baktı ki;
pişman oldum şebeklendiğime...

o zamanlar öğretmenlerin neden bu kadar tavizsiz
neden bu kadar sert olduklarına anlam veremezdim,
ama bir grup kimsesiz çocuğa gönüllü ders verdiğimde anladım
yumuşak olduğunda
öyle şımarıyorlarki bir daha ipleri eline alman
mümkün olmuyor...

bakış açınızı değiştirdiğinizde
aynı konuya farklı yorumlar getirebiliyorsunuz
ve bu değişik bakış açısı hayatınıza
renk getiriyor.

"ölü ozanlar derneği" filminde
robin williams'ın oynadığı idealist öğretmen,
sınıfına bir dersinde bunu öğretiyor;
herkesi tek tek
kendi masasının üzerine çıkarıyor
ve " bakın burdan sınıf daha farklı görünüyor değilmi" diyor
çıkmazlara girdiğinizde bakış açınızı değiştirin...
belki çıkmaz sandığınız yerin
bir arka çıkışı olabilir.

empati yapın ve ne olursa olsun herkezi dinleyin
herkezin anlatacak bir şeyleri olabilir...

alp

yeni dünyaya bir iki...

her teknolojik gelişme,
hayatımızı kolaylaştırıyor
ama beraberinde bazı sorunlar çıkarıyor;
en başta karbondioksit salınımını hızlandırıyor
bu da dünyanın dengesini bozuyor.
bir iki örnek vereyim , bunlar dikkat edilmesi gereken şeyler.

kablosuz internet:
ne kolaylık dimi kabloların yarattığı
görüntü kirliliğini önlüyor
ama çocuların beyinlerinde gelişimi yavaşlatma gibi
hayati bir zararı var...

sıvı sabunlar:
hijyenik, herkesin elini sürdüğü sabunlardan daha sağlıklı bişey;
ama içeriğindeki bir madde cild kanseri yapıyor
özellikle elinizde bir yara varken sıvı sabun kullanmayın

cep telefonları:
insanlığın en yeni organı,
cep telefonu olmadan önce nasıl yaşıyorduk diye sorduğumuz
çok olmuştur kendimize;
malumunuz yaydığı radyasyon beyin tümörü oluşumuna sebeb oluyor

teknoloji hayatımızı kolaylaştırıken
pekte sinsice olmadan
göstere göstere dibimizi mi oyuyor?

biraz özümüze dönmenin zamanı geldi galiba...
başka dünya yok klişesi de bitti ama
yaşanabilecek bir dünya buldular uzay araştırmacıları ama
193 trilyon km uzaklıkta , bilmem kaç bin ışık yılı
dolmuşla kaç saat sürer acaba...

27 Nisan 2007 Cuma

my god take me back...

bu yazı başka yerlerde de var her yere yazıyorum
kopyalayıp arkadaşlarınıza gönderin diyecem de ne işe yararki artık...

dün bir haber izledim
kanal D ana haber bülteninde

mehmet ali birand nasıl anons etti inanamadım... insanlık dışı bir anons yaaa

"bugün bir töre cinayeti daha işlendi allaha şükür
bu sefer türkiyede değil kuzey ırakta... :( diyor

bu kadar da değil
haber sadece töre cinayeti de değil insanlık suçu desem az kalır
iğrençlik , aşşağılık yaratıklar desem yetmez
ne desem bilmiyorum

onlarca insanın ortasında 16- 17 yaşlarında
bir kız tekmeleniyor
taş atılıyor
kız can çekişiyor
tekmelere devam ediyorlar acımadan
ve bir adam yaklaşık yarım metre uzunluğunda
30 santim genişliğinde bir beton blok getiriyor
kızın kafasına atıyor
ölmeyince , betonu tekrar kaldırıp kızın kafasına indiriyor...
ve kız ölüyor
.....ama o yaratıkların öfkesi dinmiyor
........öldükten sonra bile tekmelemeye devam ediyorlar
haberi yapan muhabir bundan sonrasını göstermeye yüreğimiz el vermiyor diyor...

kızın suçu ne biliyormusunuz
o iğrenç manzaraya bakarken göz yaşlarımı tutamadım
ve net dinleymedim haberi ama
duyduğum kadarıyla
kız başka mezhepten bir çocuğa aşık olmuş...
suçu aşık olmak yaaaa...

ya ben bunlarla aynı dünyada yaşamaya devam edemem
aynı havayı soluyamam
gidecek bir yer gerek...gidecek bir yer...:(

gerçek dışı konuşmalar...

internette aşk bu kadar oluyor,
esasında aşk demek gelmiyor içimden... tınak içinde "aşk" diyelim...
internette gezinir ken bir yerlerde rastladığım ve tanıştığım kızla
tesadüfen aynı şehirden, aynı mahalleden aynı sokaktan komşu çıktık :)
ama tanımıyoruz birbirimizi.
ben "eee ne yapalım buluşalım nasıl olsa aynı sokaktayız
sizin evin arkasında bir futbol sahası varya orada buluşalım" dedim
kız " olduuuu santrada beklerim seni maç mı yayapacaz" diye alay etti
esasında buluşma için enteresan bir yer ama aklıma ilk o geldi yakın diye...
"yok sen ceza sahasına çapraz koşu yap ben sana muz orta yapacam"
"ıyyyhhhg siz erkekler, hakem boksu başlatmadan önce hep söyler belden aşşağı vurmak yasak diye ama siz sürekli mevzuları bel altına indirmekten zevk alıyorsunuz"
" yok amacım o değilidi ama türkçe işte nereye çekersen oraya gidiyor yani anlayanın zihniyetine bağlı"
"tamam neyse sahada bir sürü insan var seni nasıl tanıyacam"
"benim üzerimde açık mavi beyaz arjantin forması var"
" olduuua bende pembe palermo formamı giyerim teke tek maç yaparız... yahu sen gerçekten maça davet eder gibisin, ciddisin gibi"
"ya ben önce beşte beş penaltı atışırız sonrada birebir de kolay adam geçmeyi gösteririm sana diye düşündüm dü"
"bir cafeye ne dersin"
"yok daha iyi bir fikrim var nostalji yapalım 70 lerdeki gibi muhalebiciye gidelim sakızlı muhalebi yiyelim"
"profiterol yesek"
"ne yapalım arkadaş için çiğ tavuk bile yenir"
"sen hiç yemedinmi"
"yememmi hiç hemde turşu suyuyla beraber :) dedikya arkadaş için çiğ tavuk bile yenir diye özelliklede kız arkadaş için... yani yanında turşu suyu içecez diye ısrar etmeyeceksen olur... "
" ne turşusu yaaa"
" salatalık turşusu; biliyormusun istanbulda bakırköyde bir turşucu var ve profiterol de yapıyor kız beni özellikle oraya götürdü turşu suyu ile bir tek orada yeniyormuş bu"
"yok ben vazgeçtim seninle buluşmayacam hatta bu mahalleden taşınacam"
" dur dur kapatma...."

allah allah ne dedim şimdi ben yaaa...

nü yürek

çırılçıplak insanlar olsun istiyorum etrafımda
anlatmak istediğim;
kumaşların örttüğü bedenin çıplaklığı değil
içimizin örtülmemişliği...

aşk bAŞKalaşıyor

aşk bu zamanın ölçüleri ile anlatılamaz ve anlaşılamaz...
o ilkel bir acıdır
yaban bir ağrıdır, gelir içimizdeki eski bir şeylere dokunur
ve sonra bir yol açılır
perde iner... yolculuk başlar...oyun tertip edilir...
zaman aşkı görünce ileri değil,içeri yüreklere,
derinlere doğru işlemeye başlar
hiç bilmediği hislerle buluşur...yükü ağırdır... insan içerde bir yerlerde kendiyle karşılaşır...hem dışındadır
hayatın hem içindedir bir yüreğin...kim söylemiş hatırlamıyorum: aşk
varlığın değil yokluğun acısıdır... ve kimdemiş hatırlıyorum ama
söylemeyeceğim;
aşk ölmüş çoğu yürekler de... sana aşık ama ötekinin kredi kartı daha
yüklüymüş...

bir sertab erener şarkısı duruma ne kadar uyumlu böyle:
incindim incitildim derinden
tesadüfen karşılaştım
içimde kendimle...

iki adam aynı aşkı taşıyor yüreklerinde
biri aşkını yaşıyor doyasıya
diğeri kor ateşlerde yakıyor yüreğini
aşkı yaşayan tüketiyor kısa zamanda
diğeri seslenemiyor bile buhranlarda
can-kan dinliyor

"dayanamadım sana gülüm dayanamadım
ne yaptımsa sana yaranamadım
kaldır ellerini hobbbaaaa"

aşk yaşanamadıkça büyüyor
yaşandıkça tükeniyor...

26 Nisan 2007 Perşembe

ters yüz

yaşamak istediğim hayat
yaşamamı istedikleri hayat
ve yaşadığım hayat arasında çalkalanan
bir iç denizim...

yapmak istediğim işi başkası yapıyor
gitmek istediğim yerlere başkaları gidiyor
yaşamak istediğim şehirde başkaları yaşıyor
sevdiğim kızı başkası seviyor
sevdiğim kızda onu
yaşamak istediğim hayatı başkası yaşıyor
yani nasıl bir dünya bu
ölmek istiyorum
yaşamak isteyenler ölüyor...

prenses'e...

25 Nisan 2007 Çarşamba

müdür müdür müdür?

müdürüm; hem benim müdürüm demek
hem müdür benim demek...

arabayla bir yere gidiyoruz
yolda çevre düzenlemesi yapan belediye işcilerini gördük
belliki öğle paydosu, yemek yemişler dinleniyorlar
arabayı sağa yaklaştırdık
"hooop alooo saat 1 oldu siz hala oturuyorsunuz beee" dedim
içlerinden biri hazır ola geçti
" müdürüm , öğle paydosu bir buçuğa kadar müdürüm" dedi
bizi nerenin müdürü zannettiyse artık

o an kendimden utandım yaaa
neyse "kolay gelsin" dedim yola devam...

şimdi soruyorum size
müdür müdür müdür?

bembeyaz

hani kağıdı beyaz zannedersin
yalnış yazdığında, daksil sürersin<<
farkı görünce düşünürsün :
kağıt beyazsa bu ne?
işte böyle bir denklemin ortasında "y" ışınıyım
orjinden geçen "x" ışınına paralel
parelel ki sonsuza kadar( ki sonsuzluk diye bir şey yok
o dediğimiz soysuzluk olsa gerek) hiç bir yerde yolları kesişmeyecek iki doğru
ama ayrılmayacak da
ayrılmak ve birleşmek için kırılmak zorunlu...

efendinizm

"ben sizin efendinizim" demek değil
adam olmaya dair ilk adım olan efendilik üzerine bir ideoloji
kurucusu demek doğru değil ama isim hakkı bana aittir...

efendilik deyince de bildik kalıpların dışında bir tarifi var benim beynimde
ben küçükken eve misafir geldiğinde zorla ellerini öptürürlerdi bize
sonra misafir sorardı "adın ne bakim senin" ben başımı eğer hiç cevap vermezdim benim yerime annem söylerdi adımı misafir bunun üzerine yanağımdan bir makas alır
" ay ne efendi çocuk" derdi
ne efendisi yaa ne efendisi bildiğin adını söyleyemeyen enbesil
dedik ya 80'lerin çocuklarıyız diye
efendilik : nerede ne yapman , nasıl davranman gerektiğini bilmektir.

adam olmak çok ayrı bir kavram

efendinizm bir gemi ve bu geminin kaptanı benim;
ve bu geminin kuralları var
1)sana kötülük edene iyilik edeceksin
2)senden esirgeyene cömertlik edeceksin
3)senden bağını koparan biriyle yeniden bağ kuracaksın
4)yalan söylemeyeceksin gerçekleri saptırmayacaksın
5)kimsenin hakkını yemeyeceksin (torpil yaptırmayacaksın,araya adam sokup başkasının sırasını çalmayacaksın,rüşvet vermeyeceksin)
6)kalp kırmayacaksın
7)haksızlığa her platformda karşı çıkacaksın
8)dilini kalbine indireceksin , dilin ayrı telden yüreğin ayrı telden çalmayacak
9)efendinizm gemisine aşksız girilmez

24 Nisan 2007 Salı

teknoloji

teknoloji önce yazım hataları ile geldi
80'li yıllar ki hoparlör kelimesi henüz türkçeye girmemiş
herkes ona apollo diyordu; bıçak o zamanlar pıçak diye yazılıyor
yada kimsenin maçası yemiyordu yazmaya o dönem.
malum ihtilal sonrası ki ben böyle bir dönemde merak sardım yazmaya
ancak "pıçak" bir söylem olarak dolaşıyordu dillerde
margarin kelimesinden bihaber her türlü margarine "sana" diyorlardı ev hanımları
kağıt mendil bilinci yok "selpak mendil" istiyor bakkallardan herkes ki o dönem büyük marketler de henüz yok...
helikoptere alikopter diyenler çoğunlukta
ve uçak geçerken gökyüzne bakıp ağızlarına vurarak garip sesler çıkaran
çocuklardan biride benim...
80'li yıllar; korku krallığı 70'lerin kapısından çıkıp
çağdaş yaşama korkarak ayak uydurmaya çalıştığımız, bocaladığımız,
şaşırdığımız,ürktüğümüz,kavgayı bırakıp yavaş yavaş yaşamdan tat almaya başladığımız
yıllar...
80'lerin çocuklarıyız biz bizim aramızdan cesur pek çıkmamıştır
çocukluğumuz harcanmıştır
gençliğimiz ve geleceğimiz...