29 Eylül 2010 Çarşamba

gelin ağlasun da:)))

ağlasunda bir köy düğününde şarkı söyleyen yerel bir bayan sanatçının söylediği türkünün sözlerine dikiz:)

"indim derelerine
bilmem nirelerine
gaytan bıyıklarımı
sürsem nirelerine...:))))

ve sonrasında sahneyi boşaltın diye bi anaons yapıldı. sahne dediğime bakmayın bildiğin çim saha:) gelin ve damat dans edecek dendi... gelin ve damat sahneye çıktı dans etsinler diye çalınan müziğe dikiz:)))

"ciğerlerim yandı hasretinle" isimli bir arabesk damar parça:))) ağlamak istiyorum sayın seyirciler:))))

bunların üzerine birde ne göreyim topuklu ayakkabı üzerine şalvar giyinmiş bir genç kız:)))

bütün bunlardan sonra gelin ağlar diyordum erkek tarafı gittikten sonra gelin kolbastı yapmaya başlamaz mı güzel de oynadı hani:)))

işte bir düğünde
gördüklerim
ağlasunda:)))

28 Eylül 2010 Salı

yükümüz ağır mı geliyor? -2-


doğal ortamında ve NŞA büyümüş yetişkin bir fil, hortumu ile bir ton yük kaldırabiliyor... ancak küçüklüğünü bir demir kazığa zincirle ayağından bağlı olarak geçirmiş bir fil bağlı olduğu zinciri ve kazığı hortumuyla kolayca sökebilecek yetişkinliğe erişmiş olmasına rağmen bunu asla denemez...çünkü küçükken çok denemiştir başaramamıştır. şimdi hala başaramayacağını zanneder...

çocukluğumuzdan beri "onu yapamazsın" "bunu beceremezsin" "senden adam olmaz" "bu işide bok ettin" "ne senden çoban olur ne muharremden keçi" gibi laflarla büyüdük ve şimdi neyi ne kadar yapabileceğimizi anladığımızda iş işten geçmiş oluyor... şimdi şöyle laflar söylüyoruz kendimize: "ahhh şimdi bi on yaş daha genç olsaydım bunu ne güzel yapardım...:((

en kötüsüde ben bunu yapamam deyip hiç denemiyoruz bile... hayat yükümüz hep ağır geliyor bize...

yükümüz ağır mı geliyor?



Hiç düşündünüz mü orijinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarılabileceğini?
Kaç fa...rklı hayatı bir arada yaşadığınızın farkında mısınız?
İstemeden yaptıklarınız, isteyip yapamadıklarınız,
gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce
başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı fark ediyor musunuz?
......Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün,
bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle çıkagelen coşkunun,
sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz?
Sinirli bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun durup,
geride kaç farklı ayak izi bıraktığınıza dikkat ediyor musunuz?
Sahi kaç kopyayız biz?
Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?
Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz?
Hüzünlü bir dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir
hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarını ve
cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı?
Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız? ..
Hangi kopyanız ‘Kaçıp gidelim uzaklara’ diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken? ..
Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örtülmüş, çok kopyalı
bir hayatı nasıl kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tur
iki yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi fark ediyor musunuz?
Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki
kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı atmak geçerken
hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi? ..
Aklınızdan geceni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken
asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz?
Kopyalarınızı orijinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç? ..
İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?
Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misiniz? Yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor?
Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?
Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?
Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
Sahi, kaç kopyasınız siz? ..
Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz?

‎^^Can Dündar^^

23 Eylül 2010 Perşembe

hatırla ama...


Hatırla ama
Hatırla ama! Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
Ama bizi unutma, hatırla ama.
Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar yeryüzünde de var.
gökyüzünde de var.
Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.
Sen her gece ay değirmisini başına yastık edince yollarda, dizimde yattığın geceleri hatırla ama.
Sen ey, hüsrev'i kendine kul, Şirin gibi bir nice güzeli esir eden, aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.
Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında bir aşk ovasını görmüştün hani; sarfan dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
Bunu unutma, hatırla ama.
Ey Tebrizli Şems, dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli, benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili. Bunu unutma, hatırla ama.

Mevlana Celaleddin Rumi

herkes öldürebilir sevdiğini


Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

Her İnsan Öldürür Gene De Sevdigini




Her insan öldürür gene de sevdigini
Bu böyle bilinsin herkes tarafindan,
Kiminin ters bakisindan gelir ölüm,
Kiminin iltifatindan,
Korkagin öpücügünden,
Cesurun kilicindan!

Kimisi askini gençlikte öldürür,
Yasini basini almisken kimi;
Biri sehvet'in elleriyle bogazlar,
Birinin altindir elleri,
Yumusak kalpli biçak kullanir
Çünkü ceset sogur hemen.

Kimi pek az sever, kimi derinden,
Biri müsteridir, digeri satici;
Kimi vardir, gözyaslariyla bitirir isi,
Kiminden ne bir ah, ne bir figan:
Çünkü her insan öldürür sevdigini,
Gene de ölmez insan.

Oscar Wilde

Yet Each Man Kills The Thing He Loves




Yet each man kills the thing he loves
By each let this be heard,
Some do it with a bitter look,
Some with a flattering word,
The coward does it with a kiss,
The brave man with a sword!

Some kill their love when they are young,
And some when they are old;
Some strangle with the hands of Lust,
Some with the hands of Gold:
The kindest use a knife, because
The dead so soon grow cold.

Some love too little, some too long,
Some sell, and others buy;
Some do the deed with many tears,
And some without a sigh:
For each man kills the thing he loves,
Yet each man does not die.

oscar wilde

17 Eylül 2010 Cuma

anadol...thomas doll:)))


bu gece yine bir gürültüyle pencereye koştum,

geçen gece bazı arkadaşların sezen aksu dinletisi verdikleri yer, saat aşşağı yukarı aynı vakit,

bu sefer çılgın bi arkadaş kasalı anadolla drift yaparak daireler çiziyor toz toprak karışıyor,

yaklaşık beş tur attıktan sonra olabildiğince hızla uzaklaşıyor

çünkü polis yine olay yerinde:)))



yine neye gönderme yaptılar anlamadım ama

"hızlı ve öfkeli kasalı anadol la ağlasunda" filmi güzeldi:)))

16 Eylül 2010 Perşembe

ustaya saygı...


hiç kızmadım "şeftali" kurduna,
bendim çünkü
bıçağı saplayan onun yurduna...

sunay akın'ın şiirinde "elma" kurduydu o, ama ben bugün dalından kopardığım şeftalinin içinden çıkan kurtlara elma kurdu diyemedim işte:)))

öyle sevindim ki, kurt çıkınca şeftalinin içinden... hemen ikiye yarılmış şeftaliyi öylece yere bıraktım yerdeki börtü böcekte faydalansın, kalanıda toprağa gübre olsun diye... neden sevindim peki; çünkü bir meyvenin içinde kurt varsa ilaçlanmamış demektir, ilaçlanmamış meyve zaten hormonlanmamıştır da...

meyveleri sebzeleri ilaçlayarak hem kendi içimizede zehir alıyoruz, hem börtü böceği uzak tutup onların meyve sebzedeki haklarını gaspediyoruz...

hiç kızmadım elma kurduna
insanoğluna kızdığım kadar...

15 Eylül 2010 Çarşamba

dünyanın en güzel kadını ...


eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış. Kültürü..., neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir "şahane kadın" Boşanacakları haberi çıkmış, bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.

Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:

- Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye başlamışlar; lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra, sözü şu suale getirmişler. Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?

General bacağını uzatarak:

- Çizmemi beğendiniz mi önce onu söyleyin bana, demiş.

- Çok güzel!

- Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi tarafından, kendi eliyle, benim için yapılmıştır. Bir benzerini bütün Roma'da bulamazsınız.

- Belli, demiş arkadaşları. Benzersiz derken de haklısın. Ama bunun, bizim sualimizle ne alakası var?

Arkadaşlarının merakını iki kelimeyle gidermiş general:

- Ayağımı sıkıyor.

alıntı: tşkkr hatice

14 Eylül 2010 Salı

her şarkıda bir satır, beni anlatır...


bir sesle uyanıyorum gecenin bir yarısı, saate bakıyorum 02:05... pencereden bakıyorum yolun karşısında bir araba ve eterafında beş adam, yüksek sesle müzik dinliyorlar ve dinletiyorlar...

tam pencereden " heeeeeey saat gecenin ikisi kapatın şu müziği" diye bağıracaktım ki şarkıya kulak verdim...;
sezen aksu söylüyor
" gidiyorum bütün aşklar yüreğimdeeeeeeee
gidiyorum kokun hala üzerimdeeeeeeee
sana sevgiler bıraktım
birde yeni başlangıçlar
BİR KENDİM BİR BEN GİDİYORUM"

Mutfağa gidip su ısıtıcısının düğmesine basıyorum, balkona bi sandalye atıyorum, ve şarkıyı dinlemeye devam ediyorum... şarkı bitince eski tabirle kaseti geri sarıyorlar tekrar söylüyor sezen. bende bu arada kahvemi hazırlayıp dönüyorum.

bir süre daha dinliyoruz şarkıyı, artık birine göndermemi yapıyorlar nedir bilmem benim keyfim yerinde:)))

keyfi yerinde olmayanlar varmış ki polis geldi. polis amcada sezenci çıktı şarkıyı sonuna kadar dinledi ve sonra dağıttı gençleri:)))

neymiş: bişeylere kızmadan önce kulak verip dinleyin...
neymiş: söz konusu sezense gerisi teferruatmış...:)))

bir kendim bir ben gidiyorum...

13 eylül 2010 / ağlasun

13 Eylül 2010 Pazartesi

MİLLET mi EVET DEDİ ?

‎50 milyon seçmen vardı. Yüzde 58 EVET, Yüzde 42 HAYIR sonuçla bir oylama geride... kaldı.
700 bin oy geçersiz sayıldı. (Bu noktaya dikkat). Ve halkın yüzde 23’ü oy kullanmadı.

Öncelikle;

Bu süreçte, milyarlarca liralık rüşvet, sadaka, yardım, iktidar partisi eliyle dağıtıldı. Tüm basın yayın araçlarında propaganda makinası EVET! diye bağırtıldı. Diyanet, cami imamları, EVET kampanyası yaptı. Tüm illerde Valilikler, ve kaymakamlıkların imkanları kullanıldı.,ve bu millet yüzde 58 evet, yüzde 42 oranında ‘HAYIR!’ dedi.



‘Umutsuz’luk girdabına kolay düşenlere ve ‘gideceğim bu diyarlardan’ diyen gençlere diyorum ki, işte hep yazıp çizdiğimiz ‘ecnebileşme’ budur!

Kaçmak, milleti ‘aptallıkla’ suçlamak, ‘3 kuruşa satılanlardan’ sözetmek , durumu görememektir. Kolayı seçmektir. Kendini rahatlatmaktır.

Zor olan ANLAMAKTIR…

Anlamamız gereken ilk mesele millet ÖZGÜR İRADESİYLE ‘EVET’ dememiştir.

Karnı aç, beyni aç bırakılmış olanlar, ne olduğunu bilmedikleri ve dillerinin bile dönmediği bir ‘referandum’un içinde yeralan 26 maddeye EVET basmışlardır. Anayasa değişiklikliğinin ülke yararına olacağına birileri tarafından; köydeki, mahalledeki imam, güvendiği arkadaş, aile ve aşiret reisi ve her gün ekranda gördükleri kuklalar tarafından İKNA edilmişlerdir.

İkinci mesele, bu İKNA’nın sebebidir. Bu millet uzun zamandır MUHALEFETE güvenmemektedir. Muhalefet yokluğu ve muhalefetin çeşitli kesimlerce, ‘güven vermez uzantıları’ EVET demelerine neden olmuştur.

CHP ve MHP gerçek muhalefet değildir. Ve halk aslında muhalefet etiketi altında duran partileri uzun zamandır MUHALEFET olarak görmemektedir.

‘Batı eksenindeyiz’ diyerek, ABD’ye göz kırparak, ‘AB’ye biz sizi sokacağız!’ diyerek, ‘kürt raporlarından’ sözederek, birbirinden beter işlere bulaşmış partilileri yüksek görevlere getirerek, Amerikan istihbaratı ile Soros’la görüşüp, Bilderberglerde ağırlanarak, yolsuzlukları kanıtlanmış belediye mensuplarını parti içinde tutarak, çarşaf ve başörtüsü söylemini ‘kullanarak’ ve ‘beyaz Türk’ burnu büyüklüğü içindeki öncü kadroları, aç sefil halkla temasa sokarak, bir noktaya varılamayacağı kanıtlanmıştır.

Önümüze bakalım!

Şimdi tarih 13 Eylül. 3 ay önce bıraktığımız yerde, satılan fabrikalar, her dört gençten birinin işsiz olduğu, nüfusun yüzde 14ünün de aç bilaç işsiz sokaklarda dolaştığı, her gün şehitler verdiğimiz ve ekranlarda ‘açılım’ın ve ‘özerkliğin’ tartışıldığı bir Türkiye vardı. 3 aydır, millete referandum tartışması dayatıldı. Şimdi başbakanın deyişiyle ‘BÜYÜK KAPI açıldı!’ ‘Tarihi eşikten geçmiş bulunuyoruz!’

* Önümüzdeki birkaç ay içinde , Başbakan’ın teşekkür ettiği ‘Okyanus ötesi’ (sadece cemaat değil ama ABD yönetimi), Başkanlık sistemini ve federasyon anayasasını devreye sokacak. Böylece üniter devlete bir nokta koyma çalışmaları hız kazanacak.

* İktidar eliyle yeni bir anayasa yapılacak. Bu anayasada ‘Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü’ maddesi olmayacak.

* Yargı, Yürütme ve yasama ile birlikte ABD- AKP arzularını yerine getirmekle mükellef olacağı bir sisteme sokulacak.

* Önümüzdeki süreçte, ‘halkın psikolojisi’ ile ince ayar oynanarak Türkiye topraklarından çalınarak kurulacak bir kukla devlet fikri fiiliyata geçirilecek.

* Ermenistan ve Patrikhane konusunda ABD’nin AB’nin istediği adımlar hayata geçirilecek.

* Medyada daha büyük bir yandaş dalga ortalığı saracak.



Tüm bu koşullarda Türk milletinin GERÇEK MUHALEFETE ihtiyacı vardır. Türk milleti, oy verdiklerine değil, oy vermediklerine bakmak lazımdır.
Bu millet varolan ‘muhalefeti’ desteklememekte, ya da ‘KERHEN’ desteklemektedir.

Muhalefete güvenemeyen bir millet yüzde 42 oyla bir Amerikan projesine HAYIR! diyorsa, GERÇEK MUHALEFET ortaya çıkabilse, tümüyle arkasında birleşecektir..

Halk GERÇEK MUHALEFET’i beklemektedir! Beklemeyi bırakıp, o muhalefeti kendi bağrından çıkarması gerektiğini, bilinçaltından fiiliyata geçirdiği gün, Türkiye bambaşka bir sabaha gözünü açacaktır.

Bunu belli bir zaman içinde beceremezse, ülke SEVR haritasında ve bu oylama sonuçlarını gösteren haritalarda yansıdığı gibi, üçe bölünmüş haliyle de kalmayacak, ABD’nin atadığı ‘krallar’ca yönetilen, şehir devletçiklere bölünerek yokoluşa gidecektir.

Kendini bilmezlerce söylendiği gibi ‘Atatürk ilkeleri’ toprağa gömülecek ‘EVRENSEL HUKUK’ teranesi kılıfında dış mihraklar egemen olacaktır...

Ben Türk milletinin tarihte yaptığı gibi, BU AŞAMADA düşmanı şaşırtacağını biliyorum!

12 Eylül 2010 Pazar

12 dev adam...


basketbol milli takımımız dünya şampiyonasında yarı finalde sırbistanı 83-82 yenerek finalde abd nin rakibi oldu...fotoğrafta keremi son saniye turnikesine giderken görüyoruz...

11 Eylül 2010 Cumartesi

fiili işgal...


tarih kitaplarında okumuşsunuzdur, birinci dünya savaşı sonrası istanbulun bir, fiili işgali var, birde resmi işgali... işte farkında değilsiniz ama istanbul, ankara ve memleketimim her bir köşesi bir fiil işgal altında...

bu yazdıklarımı karatahtada ilk yazılarımdan itibaren takip edenler okumuştur daha önce; ama ben tekrar etmekten vazgeçmeyeceğim...
Atatürk'ün gençliğe hitabesini iyi okuyun onun orda uyardığı herşey gerçek oldu. okuyun ve uyanın...

biz dünyadaki 60 küsür ülkeyle beraber amerikanın fiili işgali altındayız, sadece amerikada değil, israil ve avrupa birliğininde, IMF, BM, gibi kuruluşların ve dünyayı ele geçirmeye çalışan yüzlerce büyük şirketin de...

biz özgür bir ülke değiliz seçimlerde kendi özgür irademizle birirlerini seçiyoruz zannediyoruz, referandumlarda 30 maddeyi birden onaylamaya zorlanıyoruz, bu ülkenin başına dış mihrakların istemediği kimse gelemez...izin vermezler,siyasilere birbirinize soy sop küfür edin derler... siz halkı oyalarken biz işimizi görürüz derler, beyinlerimizi yıkarlar, medyadan yönlendirirler, kömür dağıtırlar erzak verirler yine kendi adamlarını başa getirirler...

sonra onlar izin verdikçe "one minute" derler... izin vermezlerse bir nota bile veremezler... başımıza çuval geçirirler, hem mecazi anlamda da değil sadece gerçekten çuval geçirirler önümüzü göremeyiz...

biz özgür bir ülke değiliz o yüzden bu referandumda ister hayır deyin, ister evet deyin sonuçta işin içine hile bile katarlar, seçimi kazanıp istediklerini atarlar...

biz özgür bir ülke değiliz;
bizim ikinci bir kurtuluş savaşı vermemiz lazım.
ama ikinci bir atatürkümüz yok...

10 Eylül 2010 Cuma

miçoya mektuplar...


uzun yol gibiyim
beni gözünde çok büyütmüşsün...

aşk olduğu sürece ben iyiyim,
aşkın olduğu sürece büyüyürüm,
aşkın olmadığı anda solarım,
ey aşk sen varsan varım,
(laf olsun diye değil bunu en iyi sen bilirsin ben dilimle değil yüreğimle konuşurum)
sen yoksan, ben noksan...

bunu farketmedin, bari terk ETME...

alp


duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme...
başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme...
ey ay, felek harap olmuş ziyan olmuş senin için
bizi öyle harap, öyle ziyan ediyorsun, etme...
ey makamı var ile yokun üstünde olan
sen varlık sahasını terk ediyorsun, etme...
sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
sen ayında evini yıkmaya kastediyorsun, etme...
şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
sen zehri şeker, şekeri zehrediyorsun, etme...
harama bulaşan gözün güzelliğinin hırsızı
ey hırsızlığa değen, hırsızlık ediyorsun, etme...

aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
aşka ne diye hayret ediyorsun, etme...

isyan et ey (yolumda tek yoldaşım)
söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme...

MEVLANA

erkek kalbi değil beyni...


geçenlerde bir arkadaşımla aldatma konusunda konuşurken bu konudan bahsetmiştim, sonra bu resmi gördüm...
erkekler ergenlik döneminde ogün gördükleri ve sürekli gördükleri bütün kadınlarla yatmak isteği ile yanıp kavrulurlar. öyleki adını bile bilmez bir eczanede görmüştür sadece, ergen dönemde bu kontrol edilemez ve normal karşılanır, çünkü o dönem erkekğin aklı beyninde değil bacak arasına kadar düşmüştür, seviye budur yani:))) sorun şuki bir çok erkek bu ergen dönemden bir türlü çıkamaz, evlense bile çıkamaz erkeğin beyninde hep bir aldatma fikri dönüp dolaşır...

ama bütün erkekler böyle değildir
level atlamış, ve ergen dönemden çıkmış, beyni yeniden kafasında çalışmaya başlamış erkekler sayılarıda az da olsa var...

8 Eylül 2010 Çarşamba

hani n'olduuuu:))))


burda beslediğim bir köpek vardı ben taşınınca onu kaybetmiştim sonunda yeni yerimi bulmuş. şimdi apartmanın önünde yatıyor. annem geçen gün kemikleri ona dördüncü kattan attı... sağına soluna bakıp kemiklerin nerden geldiğini anlayamayan köpekde ki ifade şu:

" hani n'oldu köpeğin duası kabul olsa gökten kemik yağardı deyip dururdunuz n'ooooolduuuuuu gördünüzmü yağdı işte:)))))

ramazan bayramı...

ramazan ayını bitirdik, artık bayram yapabiliriz:)))
ağlasunda
bayram namazının ardından yaşlılar imamın yanına diziliyor diğerleride sıraya girip teker teker bayramlaşıyorlar, bende kuyruğa girdim ve tüm ağlasunla bayramlaştım yaşlıları gıyabında:)))

ramazan bayramınız mübarek olsun

dörtlükleri sevmem aslında:)))


O gece sen gidiyordun
Yıldızlar bir bir düşüyordu
Günlerden bir yaz gecesi
Ama kalbim üşüyordu


O gece sen gidiyordun
Bir aşk daha bitiyordu
Buz gibiydi ellerin
Ayakların titriyordu

O gece sen gidiyordun
İçimde dağlar yıkılıyordu
Sanki bütün mermiler
Üzerime sıkılıyordu

O gece sen gidiyordun
Yollar sana küsüyordu
Yüreğimde bir ihtilal
Dudaklarım susuyordu


O gece sen gidiyordun
Oysa gölgen duruyordu
Kimsesizdim pencereme
Binlerce sen vuruyordu ....

yusuf ile züleyha:))))


bu şiiri google da ararken yusuf ile züleyha diye aradım:)) allahım bir türlü bulamıyorum sonra başka sözler yadım da doğrusu çıktı karşıma tahir ile zühre:)))böylece yusuf ile züleyha aşkının detaylarını öğrenmiş oldum:)))

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet

7 Eylül 2010 Salı

"eğer"leri "ise" leri kaldırdım şarkıdan...


kan ter içinde uykularımdan uyanıyorum her gece...

yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyor koynuma...

olur olmaz yere ıslanıyor kirpiklerim artık herşeye...

annemi daha sık anımsıyorum hatta anlıyorum...

kalbimi bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış,

kendimi kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorum...



içimdeki çocuğa sarıldım,

bana insanı anlattı...

ellerim günahkar

dillerim günahkar

bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkar,

masum değilim...

...

beynim günahkar, kalbim günahkar...

fotoğraf: kazım balıkçıoğlu

4 Eylül 2010 Cumartesi

o gün adamın geç saatte toplantısı olmuş...


adam iş yerine varır varmaz evini arar. kadın telefonu açarken içinden şunlar geçiyormuş ( kocam beni hemen özledi 1 saat bile geçemden arıyor) diye mutlu bir şekilde telefona cevap vermiş.

adam- sen beni sevmiyorsun
kadın- neeee?
adam- iş yerine gelir gelmez gamzeyle karşılaştım günaydın dedim oda gülümseyerek günaydın dedi ve ekledi "murat bey traş olurken çenenizin altında sakal bırakmışsınız" oysa ben traş olduktan sonra seninle beraber kahvaltı yaptık sonra beni yolcu ederken yanağımdan öptün ama çenemin altında kalan sakalımı farketmedin, sen beni sevmiyorsun...

ve o gün nedense adamın geç vakitte toplantısı olmuş... aldatmanın mazereti olmaz ama belki bazen tetiğe kendimiz basıyoruzdur...

hem savaşcı hem şair padişah...


"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır
Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi"


Kanuni, sarayının önündeki bir bahçeye kendisine hediye edilen bir armut ağacını diker. Zaman zaman onun büyüyüp büyümediğini kontrol eder. Her nasılsa karıncalar armut ağacına musallat olmuş, kabuklarını kemirerek ağaca zarar vermekteler. Kudretli Sultan, çok önem verdiği armut fidanının gözünün önünde sararıp solmasına daha fazla razı olmaz ve bir çare aramaya koyulur. Sonunda Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den karıncaları bertaraf etmek için yazdığı şu beyitle fetva ister:

“Drahta ger ziyan etse karınca

Zarar var mıdır anı kırınca”

Ebussuud Efendi de bir beyitle Kanuni’ye şu tarihi cevabı verir:

“Yarın Hakk’ın divanına varınca

Süleyman’dan hakkın alır karınca”

vahdet ne demek?

Vahdet, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmaya denir. Değişik ideoloji ve inançlara sahip olanların ortak noktalarda birleşmeleri, müşterek noktalarda aynı görüş ve strstejiyı takip etmek için birlik olmalarina denir. Vahdet bazılarının algıladığı gibi insanın kendı görüşünü terk edip başkasının görüşünü kabul etmesi değildir. Bir grubun kendisini yok edip başka bir gruba ilhak olması da değildir. Bir mezhebin, bir ideolojinin kendi inancından vazgeçip başka bir inanç ve ideolojiyi kabullenmesi hiç değildir. Dünyada, bir ülkede veya bir bölgede birkaç kuruluş, inanç olabilir; onların ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl oluştukları vahdeti oluşturmak açısından önemli değildir. Her toplumda bazı islami hareketler ve mezhep ve inançlar tarihsel olarak bazılarından önce oluşmuştur aynı günümüzdeki siyasi partiler gibi, bu zamansal farklılık hiçbir zaman haklılık ölçüsü olamaz. Hiç bir kuruluş, hareket ve mezhep ben diğerlerinden önce kuruldum öyleyse ben doğru yoldayım, ben hakkım benim dışımdakiler batıldır diyemez. Aynı şekilde bir hareketin, bir fikri akımın ve bir mezhebin bünyesinde barındırdığı kitlenin sayısal niteliği de hak ölçüsü değildir.

hesap vermek zor iş olmalı...

Karınca diplomasisinin üzerinden uzun yıllar geçmişti. Kanuni rahat döşeğinde ölümü hazmedememiş, Hakkın emanetini harp meydanında teslim etmek istemiş ve öyle de olmuştur. Son "Sefer-i Hümayun'da" ordu Zigetvar kalesi önlerindeyken top, tüfek sesleri, kılıç şakırtıları arasında teslim-i ruh etmiştir. Vefatının akabinde de kale fethedilmiştir.

Mekân, dostun-düşmanın yüzyıllardan beri hayranlıkla seyretmeye doyamadığı, medeniyetimizin eşsiz sembollerinden Süleymaniye Camii. Muhteşem mabedin ibadete açılışının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken, Süleymaniye Camii’nin banisi Kanuni Sultan Süleyman Han avludaki musalla taşına boylu boyunca uzatılmış ve mübarek gözlerini ebedi âleme çoktan çevirmiştir…

Cenaze namazını doğal olarak Şeyhülislam Ebussuud Efendi kıldıracaktır. Tüm hazırlıklar yapılır. Saf bağlanır. İmam yüksek sesle niyet eder: “Er kişi niyetine!”

Cihana hükmeden Kanuni Sultan Süleyman Han’ının hükümdarlığı oracıkta son bulmuştur! Namaz ve dualar biter. Haklar, hıçkırıklar arasında helal edilir. Ve cenaze, şimdiki mezarının olduğu yere getirilir.

Tam perdeler kapatılmak üzereyken, mezar başına nefes nefese gelen bir saraylı, desturla mezara atlayıp getirdiği kutuyu özenle mezara yerleştirmeye çalışır.

Böyle şey şimdiye kadar ne görülmüş ne duyulmuştur. Müslüman mezarına eşya koymak caiz değildir. Ebussuud Efendi hemen müdahale eder:

“Geri dur bre adam, ne yapıyorsun?”

Saraylı, sımsıkı tuttuğu kutuya bakarak konuşur “ Vasiyeti yerine getiriyorum.”

“Ne vasiyeti?”

“Padişah vasiyeti... Öldüğünde kabrine koymam şartıyla bu kutuyu bana emanet etmişti. Filanla falan da şahittir.”

Gösterdiği şahitler de bunu doğrularlar. Ancak Ebussuud Efendi’yi ikna edemezler. “Olmaz öyle şey, caiz değil!” diye diretir.

Kutu’yu adamın elinden almak için uzanır. Adam da vermek istemeyince hafiften bir çekiştirme yaşanır. O arada kutunun kapağı açılır. Bir sürü kâğıt saçılır etrafa. Ebussuud Efendi kâğıtlardan birini alıp okuyunca kıpkırmızı kesilir. Sultan Süleyman Han’ının mezarına bakarak şöyle mırıldanır:

“Ah Süleyman! Sen kendini kurtardın bakalım Ebussuud ne yapacak?”

Kutu’nun içinde, Sultan Süleyman’ın sağlığında yaptığı icraatlara Ebussuud Efendi’nin verdiği uygunluk fetvaları vardı. Padişah, bütün yaptıklarını “Fetva”ya bağlamış, böylece kendini bir bakıma garantiye almıştı ama fetvayı veren Şeyhülislam Ebussud Efendi ne yapacaktı? Bu yüzden kahırlanıyordu. Evet, bir yanda ağacına zarar veren karıncaları öldürmek için bile fetva isteyen ölmüş, ince ruhlu cihan padişahı. Diğer yanda karıncaların bile öldürülmesine fetva vermeyen adaletli, dirayetli ve şefkatli bir Şeyhülislam... Onlar yine de kendilerinden emin değillerdi. Zira hesap vermek gerçekten de çok çetin bir iş olmalıydı! Çünkü onlar; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (**) emri fermanını kendilerine düstur edinmişlerdi.

ebusuud efendi kimdir?

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli olduğu bir dönemde otuz yıla yakın Şeyhülislâmlık yapmış büyük bir İslam âlimidir. İslam Hukuku’nun tatbikatında büyük hizmetler görmüş, Tefsir, Fıkıh ve diğer ilimlere olan derin vukufiyeti onu haklı olarak Osmanlı âlimlerinin en meşhurları arasında zirveye taşımıştır. Şanlı adı asırlardan beri halk dilinde bir ilim ve adalet timsali şeklinde yaşamıştır. Ebussuud Efendi'nin Türkçe, Farsça ve Arapça 20'den fazla eseri vardır. Arapça yazdığı İrşâdü'l-Akli's-Selîm ala Mezâyâ'I-Kur'ani'l-Azîm isimli Tefsiri ile Fetvaları(*) meşhurdur. Ebussuud Efendi şiir de yazmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı Arapça kaside en çok bilinenidir.