4 Eylül 2010 Cumartesi

hesap vermek zor iş olmalı...

Karınca diplomasisinin üzerinden uzun yıllar geçmişti. Kanuni rahat döşeğinde ölümü hazmedememiş, Hakkın emanetini harp meydanında teslim etmek istemiş ve öyle de olmuştur. Son "Sefer-i Hümayun'da" ordu Zigetvar kalesi önlerindeyken top, tüfek sesleri, kılıç şakırtıları arasında teslim-i ruh etmiştir. Vefatının akabinde de kale fethedilmiştir.

Mekân, dostun-düşmanın yüzyıllardan beri hayranlıkla seyretmeye doyamadığı, medeniyetimizin eşsiz sembollerinden Süleymaniye Camii. Muhteşem mabedin ibadete açılışının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken, Süleymaniye Camii’nin banisi Kanuni Sultan Süleyman Han avludaki musalla taşına boylu boyunca uzatılmış ve mübarek gözlerini ebedi âleme çoktan çevirmiştir…

Cenaze namazını doğal olarak Şeyhülislam Ebussuud Efendi kıldıracaktır. Tüm hazırlıklar yapılır. Saf bağlanır. İmam yüksek sesle niyet eder: “Er kişi niyetine!”

Cihana hükmeden Kanuni Sultan Süleyman Han’ının hükümdarlığı oracıkta son bulmuştur! Namaz ve dualar biter. Haklar, hıçkırıklar arasında helal edilir. Ve cenaze, şimdiki mezarının olduğu yere getirilir.

Tam perdeler kapatılmak üzereyken, mezar başına nefes nefese gelen bir saraylı, desturla mezara atlayıp getirdiği kutuyu özenle mezara yerleştirmeye çalışır.

Böyle şey şimdiye kadar ne görülmüş ne duyulmuştur. Müslüman mezarına eşya koymak caiz değildir. Ebussuud Efendi hemen müdahale eder:

“Geri dur bre adam, ne yapıyorsun?”

Saraylı, sımsıkı tuttuğu kutuya bakarak konuşur “ Vasiyeti yerine getiriyorum.”

“Ne vasiyeti?”

“Padişah vasiyeti... Öldüğünde kabrine koymam şartıyla bu kutuyu bana emanet etmişti. Filanla falan da şahittir.”

Gösterdiği şahitler de bunu doğrularlar. Ancak Ebussuud Efendi’yi ikna edemezler. “Olmaz öyle şey, caiz değil!” diye diretir.

Kutu’yu adamın elinden almak için uzanır. Adam da vermek istemeyince hafiften bir çekiştirme yaşanır. O arada kutunun kapağı açılır. Bir sürü kâğıt saçılır etrafa. Ebussuud Efendi kâğıtlardan birini alıp okuyunca kıpkırmızı kesilir. Sultan Süleyman Han’ının mezarına bakarak şöyle mırıldanır:

“Ah Süleyman! Sen kendini kurtardın bakalım Ebussuud ne yapacak?”

Kutu’nun içinde, Sultan Süleyman’ın sağlığında yaptığı icraatlara Ebussuud Efendi’nin verdiği uygunluk fetvaları vardı. Padişah, bütün yaptıklarını “Fetva”ya bağlamış, böylece kendini bir bakıma garantiye almıştı ama fetvayı veren Şeyhülislam Ebussud Efendi ne yapacaktı? Bu yüzden kahırlanıyordu. Evet, bir yanda ağacına zarar veren karıncaları öldürmek için bile fetva isteyen ölmüş, ince ruhlu cihan padişahı. Diğer yanda karıncaların bile öldürülmesine fetva vermeyen adaletli, dirayetli ve şefkatli bir Şeyhülislam... Onlar yine de kendilerinden emin değillerdi. Zira hesap vermek gerçekten de çok çetin bir iş olmalıydı! Çünkü onlar; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (**) emri fermanını kendilerine düstur edinmişlerdi.

Hiç yorum yok: